İlk akıllı cep telefonlarının çıkışı 1990’lı yılların başlarındadır. Ardından 2001 yılında internete ulaşım sağlayan cihaz teknolojisi geliştirilmiştir. Böylece bu cihazlar insanoğlunun ayrılmaz bir parçası olmaya başlamıştır. Ancak, bu geçen yıllar içerisinde spekülasyonlara yol açan ve hiçbir zaman da net yanıtlanamamış bazı sualler, zihinleri kurcalamaya devam etti; Bu kadar yakınımızda, hatta beynimizin dibinde tuttuğumuz bu aletler acaba kanser başta olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açabilir mi?
Soru, özünde doğruları barındırıyordu. İnsanın en küçük yapı taşı olan hücrelerde bulundan DNA denilen ipliksi yapı, tüm genetik şifrelerimizi taşımaktadır. Bunda oluşabilecek herhangi bir hasar, hücrelerin fonksiyonsuz ve istenmeyen bir şekilde çoğalmasına yol açmakta ve bu durumda gerçek hayatta kanser olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bozulma bazen de hücrenin fonksiyonlarını yitirmesine yol açabilmektedir. İnsanoğlu bunu, gerek çeşitli felaketlerle gerekse tıbbi müdahalelerde test etme şansı bulmuştur.
Radyasyon pek çok hastalığın çıkmasına yol açıyor
Amerika Birleşik Devletleri’nin 1945 yılında Japonya’ya attığı atom bombalarından sonra ortaya çıkan radyasyon pek çok hastalığın yıllar sonra dahi çıkmasına yol açmıştı. Örneğin, bir kan kanseri olan lösemi, bu maruziyetten iki yıl sonra başlamakta ve sıklığı yıllar içinde artabilmekteydi. Çernobil’deki nükleer santralde 1986 yılında gerçekleşen patlama sonrası yayılan radyasyon nedeniyle de benzer tartışmalar yaşanmış ve sayısı net ortaya konamasa da pek çok ölüm, erken doğum, doğumsal anomali ve kanserin bu sebepten kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Tıbbi olarak bazı kanser türlerinde uygulanan radyasyon tedavisi de her ne kadar kanserli hücreyi hedef alsa da benzer şekilde bazı fonksiyonel hücrelerde de hasara yol açmaktadır. Bu tedaviyi alan bazı kişilerde görülen saç dökülmesinin ardında bu durum yatmaktadır.
X-ışınları, gama ışınları ve yüksek enerjili ultraviyole radyasyon, iyonlaştırıcı radyasyon olarak bilinir. Çünkü karşısına çıkan parçacıklar için yıkıcı etkiye sahiptirler. Hücrelerin içindeki DNA’ya zarar verecek kadar enerji taşırlar. Cep telefonları tarafından yayılan ise radyofrekans radyasyon (RFR) olarak tanımlanmaktadır. RFR düşük enerjilidir ve atomik yapıda değişiklik yapamaz. Bu nedenle, RFR, DNA’ya zarar vererek kansere neden olabilecek radyasyon türü olarak kabul edilmez. Ama dokuyu kansere yönlendirebilecek başka şekillerde değiştirebileceğine dair endişeler vardır.
Yıllar içinde bazı çalışmalar yapılmış olsa da 2018 yılında ABD’de yapılan bir araştırma oldukça ses getirmişti. Deney fareleri, ortalama bir cep telefonu kullanıcısının ömür boyu maruz kalmasına eşdeğer radyasyon dozlarına maruz bırakılmıştı. İki yıllık uygulama sonrası özellikle kalp ve sinir dokusuna ait hücrelerde tümör oluşumunu destekleyen hasarlar oluştu. Ancak işin iyi denilebilecek yanı, oluşan bir sağlık sorunu yoktu. Amerikan Kanser Derneği ise çalışma hakkında yaptığı değerlendirmede yüreklere su serpmeye devam etmişti; “Cep telefonları ve kanser arasında bir ilişki olduğuna dair kanıtlar zayıftır ve şu ana kadar insanlarda daha yüksek bir kanser riski görmedik.”
Bazı çevrelerce, zamanında sigara endüstrisinin yaptığı gibi bilim dünyasını fonlayarak gerçeklerin halı altına süpürüldüğü ve tehlikenin gizlenmeye çalışıldığı sesleri yükselmeye başlasa da sonrasında daha net veriler ortaya konmadı. Ancak bu yıl yayınlanan bir çalışma kansere değilse bile bir başka önemli konuya parmak basıyordu…
Acaba cep telefonları ürememizi ne derecede etkiliyor?
Yarım yüzyıldan beri azalan erkek sperm sayısı miktarı, bilim dünyasının merceği altındadır ve bunun arkasındaki çevresel ve yaşam tarzı etkenleri araştırılmaktadır. Cep telefonlarının düşük seviyeli radyo frekansının da erkek doğurganlığı üzerinde etkisi olabileceği iddia edilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Cenevre merkezli yapılan çalışmada, 13 yıllık bir sürede 18 ila 22 yaşları arasında 2,886 erkek katılımcı değerlendirildi.
Sonuç olarak, üzücü bir şekilde artan cep telefonu kullanımı sonucu azalan sperm yoğunluğu ve azalan sperm sayısı ortaya kondu. Gelişen teknolojilerle 3G ve 4G’ye geçişin bu azalmayı düşürdüğü ortaya konsa da riskin tamamen kaybolduğu anlamına gelmiyordu. Diğer ilginç bir soru ise telefonu testislere daha yakın olan pantolon cebinde taşımakla başka yerde taşımak arasında bir fark olabilir miydi? Çalışma, erkeklerin çoğunluğu telefonları cebinde taşısa da bunun etkiyi artırıcı bir faktör olmadığını gösterdi.
Dijital çağın getirdiklerini artık bireysel de olsa tamamen engelleme şansımız yok. Ancak kanıtlanmasa da bazı riskler için bilimin ışığında olabildiğince tedbirleri almak tek çıkar yolumuz. Amaç hayatımızı minimal risk ve maksimum keyifle geçirebilmek. Nihayetinde Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Yaşamak güzel şey be kardeşim…”
Kaynakça:
Rahban R. Fertil Steril. 2023 Dec; 120 (6): 1181-1192