Aşkın sembolü niçin bir kalp? Bugün biliyoruz ki, aşk kalpten ziyade beyinle alakalı bir duygu, hatta tek bir organla da alakalı değil, vücudumuzun kimyasıyla, kokularla, hormonlarla bağlantılı. Ama atalarımız bunları bilemezlerdi. Onlar, belli özel birisini gördüklerinde kalplerinin çok daha hızlı atmaya başladığını bilirlerdi. Aristo, kalbin ruhun evi olduğunu düşünmüş.

Kalp sembolüne ilham kaynağı olan tohum
Kalp sembolü gerçek kalbe hiç benzemez. Şayet benzeseydi, kan pompalaması çok zor olurdu. Tarihe geçen ilk otopsi, İskenderiye’de M.Ö. 300’de gerçekleştiğine göre, atalarımız herhalde kalbin az çok neye benzediğini biliyordu. Zaten Mısırlılar binlerce senedir ölüleri mumyalamadan önce iç organları dışarı çıkarıyorlardı. Kalbin kaç odacığı olduğunu ya da tam nasıl çalıştığını bilmeseler bile, hem Mısırlıların, hem de Romalıların kalbin neye benzediği hakkında fikirleri vardı. (Aristo kalpte üç odacık olduğunu sanıyordu, bu fikir Ortaçağ’da da sürdü.) Öyleyse, kalp sembolü niçin gerçek bir kalbe benzemiyor? Çünkü, çok büyük ihtimalle, sembol aslında bir kalp değil, bir tohum!


Bir kadının, bir erkeğe kalbini sunduğunu gösteren, bildiğimiz ilk kalp ikonlu resim (Jehan de Grise - Alexander’ın Aşkı Minyatürleri - 1338-1344) Bodleian Kütüphanesi, Oxford, İngiltere

Kalp sembolüne ilham kaynağı olan tohumu bulmak istersek, geçmişe, birkaç bin sene önceye, Antik Roma şehri Kirene’ye zaman yolculuğu yapmamız gerekecek. Antik Kirene, bugünkü Libya sınırları içindeydi. Bir zamanlar, Afrika’nın Atina’sıydı. Şehri M.Ö. 700’lerde Antik Yunanlılar kurmuş ve Apollo’ya adamışlardı. Bu güzel şehirde “Silphium” denilen bir bitki yetişirdi, bitkinin tohumu da aynen bildiğimiz kalp sembolüne benzerdi. Bugün, bu bitkinin tam olarak ne olduğunu bile bilmiyoruz. Görünüşü, bazı özellikleri benzeyen aday bitkiler var. Yok olmaktan kıl payı kurtuldu da gözümüzün önünde mi saklanıyor, tam olarak emin değiliz. Yoksa, iklim değişimi ve insanların aşırı kullanımı sonucu gerçekten tamamen yok mu oldu? Daha ziyade yok olduğu sanılıyor.

Her derde deva Silphium
“Silphium” bir zamanlar Akdeniz toplumları için çok önemliymiş. Hakkında şiirler yazılmış. Şarkılar bestelenmiş. Bitki her derde deva kabul edilirmiş. Öksürük için, ateşi düşürmek için, ağrılara ve sızılara karşı, siğilleri geçirmek için, nasır ilacı olarak ve bir sürü değişik durum için kökü, yaprakları, çiçekleri, tohumları kullanılır; lapası, tentürü, iksiri yapılırmış. Ayrıca hem etkili bir afrodizyakmış hem de doğum kontrol veya ‘ertesi gün hapları’nın olmadığı bir zamanda, benzer amaçlarla kullanılırmış. Ağırlığınca gümüş, hatta altın edermiş. Kireneliler bu bitkiyi ve tohumunu paralarının üstüne basmışlar.


Gümüş Kirene parası - Bir yüzünde Silphium bitkisi, diğer yüzünde Yunanlı Kirene kralı Magas


Zamanının ilk ve en önemli ansiklopedilerinden “Doğal Tarih”in yazarı Romalı komutan, doğa uzmanı ve felsefeci Yaşlı Plinius (M.S. 23-M.S. 79) bitkiyi doğanın bize bir hediyesi olarak tanımlamış. Yaşlı Plinius’un eseri bugün hâlâ kültürel bir mirastır. Örneğin, bugün Türkiye’de mezarlıklara sıklıkla dikilen Akdeniz selvisinin neden özellikle mezarların başucuna dikildiğine ya da Avrupa’da yılbaşı kutlamalarında ökse otunun neden önemli olduğuna dair ipuçlarını onun kitaplarında bulabiliyoruz.
“Silphium”, sınırlı bir coğrafyada yetişiyordu. Ayrıca toprağın kalitesine ve hava durumuna karşı çok duyarlıydı. Aşırı tüketildi, ticareti yapılarak Kirenelileri zenginleştirdi ve anlaşılan en sonunda yok oldu. Efsaneye göre, son kalan bitki, İmparator Neron’a (M.S. 37-M.S. 68) hediye edilmiş.
“Silphium” bitkisi sevişmekle çok yakından alakalıydı. Kendisi yok oldu, ama sevdiklerimize hâlâ onun tohumunun biçiminde balonlar, şekerlemeler, takılar hediye ediyoruz.


Bir yüzünde Silphium bitkisi, diğer yüzünde Silphium tohumu bulunan antik Kirene parası


Kalp sembolü biçiminde başka bir tohum biliyor musunuz? Ben bilmiyorum, benim bildiklerim genelde yuvarlak ya da arpa biçimli veya fasulye biçimli tohumlar. Tohum uzmanı değilim, herhalde dünyada kalp biçimli bir sürü tohum vardır. Ama öyle bir tohum var ki, hem kesinlikle kalbe benziyor, hem de aynı zamanda fazlasıyla bir kadın vücudunu andırıyor, ayrı ayrı hem önden hem arkadan görüntü olarak. Neredeyse müstehcen şekliyle dikkat çekiyor. Çok ilginç efsanevi bir tohum.

Dünyanın en büyük tohumu Coco de Mer
Bahsettiğim tohum, dünyanın en büyük tohumu Coco de Mer. Yani, “Denizin Hindistan Cevizi”. Ona bu adın takılmasının sebebi, Seyşel adaları henüz keşfedilmeden önce, Hint Okyanusunun nice uzak sahillerinde kıyıya vuran tohumlar... İnsanlar bu koskocaman tohumlara hayretle bakmış, bunların nereden geldiğine karar verememişler. Tohumları Hindistan cevizi ağacının kocaman meyvelerine benzetmişler ve böyle isimlendirmişler. Coco de Mer tohumu 30 cm boyu ile çok daha büyük ve Hindistan cevizinden farklı olarak, bir değil iki lobu var.


Coco de Mer, Seyşel adalarının sınırlı birkaç tanesinde yetişen, oralara has dev bir palmiye çeşidi. (Seyşeller, Hint Okyanusu’nda 115’ten fazla ada üzerinde kurulu bir ülkedir.) Hindistan cevizinden farklı olarak, ağaçlarının bazıları erkek, bazıları dişi. (Hurma ağaçları da böyledir.) Meyvesi hafif tatlı, narenciyeye benzer bir aromaya sahipmiş. Tadını mangoya, muza, hatta anne sütüne benzetenler varmış. Coco de Mer rekorların ağacı. Boyu 31 metreye çıkabiliyor, yaprakları da 6-9 metre boyunda, 3-4 metre genişliğinde. Meyvesi yaklaşık 40 kilo, meyvesinin içindeki tohum da 18-20 kilo. Çok yavaş büyüyor. Ağacın olgunluğa erişmesi 25-30 sene, bir tohumun çimlenmesi iki sene, dalındaki bir meyvenin olgunlaşması 6-10 sene sürüyor. Ama şayet insanlar, yangınlar ve hastalıklar engel olmazsa, ağaç çiçek ve meyve vererek 800 sene yaşıyor.
Denizden gelen Coco de Mer tohumları ağaca dönüşemez, meyve veremezlermiş. Denizden gelen Hindistan cevizleri ekilince tutarlarmış. Coco de Mer tohumlarını bulan insanlar ekmeyi denemişler, olmayınca bu dev tohumlarla ilgili efsaneler uydurmuşlar, onların denizin altında yetişen palmiyelerin tohumları olduğuna inanmışlar.

“Coco de Mer” efsaneleri
Efsaneler türlü türlü, çoğu da korku dolu. Mitolojik kuş Garuda’nın, bu deniz dibi palmiye ormanlarında yaşadığını ve denizlerden avlanmaya geldiğini düşünmüşler. (Garuda, Hinduizm’de, Budizm’de ve Jainizm’de yeri olan yarı kartal-yarı tanrı dev bir canlı.) Efsaneler denizciler yoluyla dalga dalga yayılmış. Malaylar, Garudaların filleri ve kaplanları bile avlayabileceğini düşünmüş. Afrikalılar ise ağaçların denizden yükselip gemileri batırmasından korkmuşlar. Ağaçlar denizden yükseldiğinde, oluşan dalgaların gemileri batırdığını ve Garudaların suya düşen denizcileri yediğini düşünmüşler. Aslında tohumların yetişmemelerinin sebebi basit. Denizde yüzebilen Hindistan cevizi tohumundan farklı olarak, çok ağır olan Coco de Mer tohumu dibe batıyor, batınca da zaman içinde içten çürüyor, gaz salıyor, ancak o zaman hafifleyip yüzmeye başlıyor ve akıntılar ve dalgalar sayesinde çok uzak kıyılara ulaşıyor.


Dişi ağaçlarda bulunan Coco de Mer tohumu ve erkek ağaçlarda bulunan Coco de Mer çiçeği


Coco de Mer ağaçlarının keşfi 1700’lerin ortalarını bulmuş. Meyve yalnızca dişi ağaçlarda gelişiyor, meyvenin içindeki tohum da kadın vücudunu andırıyor. Erkek ağaçların ise uzun, fallik görünümlü çiçekleri var. Bu alışılmadık erotik şekiller yeni efsaneler doğurmuş. Onları bulanlar ağaçların fırtınalı gecelerde tutkuyla seviştiğine inanmışlar. Efsaneye göre erkek ağaçlar kendilerini söküp dişi ağaçlara yaklaşıyorlarmış. Sevişen ağaçlar oldukça utangaçmış ve yine efsaneye göre ağaçların çiftleştiğini gören kişiler ölecek ya da kör olacakmış. Kimsenin kör kalacağını veya öleceğini sanmıyorum, ama tohumun nasıl geliştiği hâlâ tam olarak bilinmiyor.

General Charles George Gordon
Viktorya döneminde, 1881’de Seyşeller’e gelen General Charles George Gordon, buranın Kutsal Kitaplarda anlatılan Cennet Bahçesi olduğunu düşünmüş. Bembeyaz kumlar, kristal bir deniz, ılıman bir hava, yemyeşil bitkiler, rengârenk kuşlar… Meyveyi ve tohumunu da “Coco de Mer bir kadının göbeği ve uyluklarını andırıyor, cinsel arzuların gerçek kaynağı…” şeklinde tanımlamış. Kutsal Kitaplarda anlatılan yasak meyvenin elma değil de bu meyve olduğunu düşünmüş. Gordon düşünememiş; Havva bu ağır meyveyi nasıl kaldıracaktı da Adem’e sunacaktı, ve Adem bu meyveyi nasıl yiyecekti? Kabuğu çok sert olduğu için ancak testere ile kesilebiliyormuş…
Coco de Mer ağaçları sıkı koruma altında, zira artık sadece 7000-8000 civarında ağaç kalmış. Seyşel hükümeti onları, yetişmedikleri başka adalarda da yetiştirmeye çalışıyormuş. Tohumların veya meyvelerin izinsiz olarak Seyşellerden dışarı çıkarılması da yasakmış. Yani hiçbir zaman tadabileceğimizi sanmıyorum. Hediyelik eşya dükkânlarının sertifikalı olanlarından hatıra tohum satın alınabiliyormuş. Ama satılan tohumların içi boşmuş. Tohumları dikkatle kesiyor, içlerini çıkarıyor ve tekrar düzgün şekilde yapıştırıyorlarmış, böylece ülkenin simgesi olan ağaçların ülke dışına çıkarılması önleniyormuş. 2011 yılında Prens William ve eşi Kate Middleton balayı için Seyşeller’e geldiklerinde yetkililer onlara aşkın yemişi olarak kabul ettikleri bir Coco de Mer tohumu hediye etmiş.

Kaynaklar:
https://bigthink.com/health/why-heart-shape-symbolizes-love/
https://en.wikipedia.org/wiki/Main_Page
https://www.atlasobscura.com/articles/silphium-seed-pod-heart-shape
https://en.wikipedia.org/wiki/Legends_of_the_coco_de_mer
https://www.holidify.com/pages/coco-de-mer-826.html
https://www.calacademy.org/learn-explore/specimen-spotlights/coco-de-mer
https://www.hurriyet.com.tr/dunya/dunyanin-en-buyuk-tohumu-coco-de-merin-nesli-tukenme-tehlikesi-altinda-41782697