Değerli dostum, ağabeyim, İstanbul sevdalısı Selçuk Eracun ile salgın döneminde vakit buldukça İstanbul’un boş sokaklarında biz bize iki rehber keyifli buluşmalar gerçekleştirdik. Rehberlik mesleğinin şüphesiz en keyifli yönü, bu işi gönül vererek yapan meslektaşlarımız için her an her dakika kendinizi geliştirebilmenin, bagajınıza yeni bilgiler doldurabilmenin mümkün olmasıdır. İşte rehberiniz Selçuk Eracun ile aynı günde birkaç saat içerisinde rehber bile olsanız, kimi zaman Bizans dönemi üzerine, kimi zaman da Anadolu topraklarına dair yeni bir detay öğrenebilirsiniz.

Sevgili Selçuk Eracun, geçtiğimiz yıllarda kaleme aldığı Efes Ören Yeri, Dolmabahçe Sarayı ile Kariye Müzesini sekiz dilde anlatan tanıtım kitabından sonra, 2020 yılında “Bir Pera Masalı” ve “İstanbul’un Latin Çağı” kitapları ile bizlere keyifli bir okuma sundu. Kendisi ile geçtiğimiz yıllarda İKSV Müzik Festivali kapsamında düzenlenen Müzik rotasının da rehberliğini üstlendik. Sanata gönül verenlere Galata ve Samatya’yı tanıtma fırsatı bulduk. Bu arada, Selçuk Eracun’un, “Ayasofya’nın Derinliklerinde” belgeselinin sanat yönetmenliğini yaptığını ve bu eserin aynı zamanda Dan Brown’un “Cehennem” romanına da esin kaynağı olduğunu belirtmeliyim. Gelin o zaman sizlerle Selçuk Eracun rehberliğinde az bilinenlerin eşliğinde kısa bir yolculuğa çıkalım!

Göbeklitepe’deki tilkinin sırrı Kars’ta mı?
Göbeklitepe ve Kars, birbirinden uzak gibi gözüken ama bir o kadar da benzer kültürleri barındıran topraklar… Selçuk Eracun yıllarca Kars turlarında trenle doğanın içerisinde giderken tilkilerin davranışlarını adeta bir belgesel misali izleyip, buradan yola çıkarak Göbeklitepe’de taşlara oyulmuş tilkilerin aslında Kars’ta tanık oldukları ile aynı özellikler taşıdıklarını fark ediyor. Tilkiler doğadaki zor koşullarda varlığını devam ettirebilmek için ilkel çağlardaki avcı ve toplayıcı insanlarla benzer davranışlar sergiler. Avlanmak veya leş toplamak gündelik hayatın bir parçasıdır. Genel olarak bakıldığında tilkilerin, avcı ve toplayıcı insanlarla aynı yaşam biçimini sürdükleri gözlemlenir. Buradan aslında neden tilkilerin Göbeklitepe’de resmedilmiş olabileceğine bir açıklama getiriyor. Eracun’un bu tezi, şimdilerden birçok akademik makalede kullanılmış.

Tokatlıyan Oteli’nin Nazi hayranı yeni sahibi
Tokatlıyan Oteli, Osmanlı dönemi başkent İstanbul’unun simge yapılarından biri. O günlerde Cadde-i Kebir ya da Grand Rue diye anılan bugünün İstiklal Caddesi’nde 1897’de inşa edilen ilk şubesi ve 1909’da açılan Tarabya’daki yazlık oteliyle en çok yabancı turist çeken, bu nedenle de tarihin dönüm noktalarına en fazla tanık olan mekânlar arasında… Otelin başına gelenler ise 2. Dünya Savaşı öncesinde, kariyerine Tokatlıyan’da kapıcı olarak göreve başlayıp otel sahibi Mıgırdiç Tokatlıyan’ın manevi kızı Mercedes ile evlendikten sonra yönetici olan Nikola Medovich’in Nazi hayranlığı ile ilgili… Görgü tanıklarına göre Medovich, otelde ağırladığı Alman dostları ile, topuklarını vurarak selâmlaşacak kadar, yeni bir kimliğe bürünmüştür. Hatta otele Nazi bayrakları asmayı da ihmal etmez. Tüm bu yaşananlar o dönemde otelin hatırı sayılır müşterileri olan Türk Yahudileri’nin oteli boykot etmesi ile sonuçlanacak, otelse ileriki yıllarda tümüyle kapanacaktır. Bu değerli bilgilerin yanında Hamursuz Ekmek Fırını’na mayasız ekmek için un taşıyan Yosef ve Pera’yı 30 yıl kendini adeta hapsettiği evinin penceresinden izleyen Naum Duhani’nin hüzünlü hikâyesini de merak ediyorsanız, sizlere “Bir Pera Masalı” eserini okumanızı öneririm.

İstanbul’un Latin Çağı’nı merak edenlere…
Genellikle kaynak eserlerde bile çok kısa bir bölümle geçilen, İstanbul’un Osmanlı’nın fethi öncesi en karanlık dönemidir 56 yıl süren Latin istilası. 1204 yılında şehri kuşatan 4. Haçlı Seferi başarıyla sonuçlanır ve şehirde değerli olan ne varsa o dönemden, buradan batıya taşınır. Peki ya Haçlılar şehirdeki Müslüman ve Yahudi toplumlara nasıl davranmışlardır? Hangi kiliseleri Latin Katolik Kilisesi’ne çevirmiş, Ayasofya’da ne tür çirkinliklere imza atmışlardır? Tüm bunları ve daha fazlasını merak edenlere de Selçuk Eracun ve Erhan Altunay’dan “İstanbul’un Latin Çağı” eserini okumalarını tavsiye ederim.

Sağlıkla sokağa çıkabildiğimiz günlerde sizlerle bunlardan çok daha fazlasını birebir anlatabilme ve şehrin kadim sırlarını tanıtabilme dileğiyle!