“Annem izin vermese de ben sizinle oyuncak ülkesine geleceğim. Müziğimi de yanımda getireceğim. Ne zaman istersen pratik yapabiliriz.”
İki çocuk… David ve Heinrich. Birlikte piyano egzersizleri yapıyorlar. İki aile… Silberstein’lar ve Meissner’ler… Aynı binada karşı kapı komşuları ve birlikte çocuklarının sanat geleceğini inşa ediyorlar. Silberstein’lar Yahudi, Meissner’ler Aryan… Yıl 1942.
Adolf Hitler’in 30 Ocak 1933’de Şansölye olarak atanmasından, baş düşmanı ilan ettiği Yahudilerin toplu katliamı olan Holokost’u planlaması ve uygulamasının ardından müttefiklerin Nazi Almanya’sını 8 Mayıs 1945’de teslim olmaya zorlamasına kadarki geçen süre, yani Bertolt Brecht’e göre “3. Reich’ın Korku ve Sefaleti” dönemi…
Almanca çekilen Oyuncak Ülkesi filminin afişi
Önemli bir kısa filmi mercek altına alıyoruz bu defa, filmin adı: “OYUNCAK ÜLKESİ”. 13 dakika 52 saniyelik bir kısa film. Yönetmeni Jochen Alexander Freydank. Filmin çekimine, Almanya’nın Berlin şehri çevresinde 22 Ocak 2007’de başlandı. Beş gün içinde tamamlandı. Tam bir yıl sonra, 22 Ocak 2008’de filmin Almanya prömiyeri yapıldı. 22 Şubat 2009’da “En İyi Kısa Film Canlı Aksiyon Oscar Ödülü”nü aldı. Filmin gerçekleştirilme sürecinde, numerolojik olarak 22 rakamı kıymetli gibi görünüyor.
Beni de “Oyuncak Ülkesi”’ne götürün…
Filmin sinopsisinden biraz bahsedeyim. 1942 yılı, Nazi Almanya’sı, Berlin. Aynı yıkık dökük apartmanda kapı komşusu iki aile, Yahudi Silberstein’lar ve Aryan Meissner’ler. İki ailenin birer oğulları var aynı yaşta, 6 civarı, birlikte piyano dersi olan bu iki çocuk çok iyi arkadaş ve hatta kan kardeş. Toplama kampı gerçeği ile yüzleşecek olan Silberstein ailesi, yakında gideceklerini komşu çocuğu Heinrich’e anlatamayacakları için bir yalan söylüyorlar: “Oyuncak Ülkesi’ne taşınacağız.” Aryan çocuğu Heinrich, arkadaşı David’den ayrılmak istemiyor ve o Oyuncak Ülkesi neresiyse, kendisi de onlarla beraber gitmek istiyor. Birkaç kez “Beni de Oyuncak Ülkesi’ne götürün” diyor. Küçük tahta bavulunu hazırlıyor ve Silberstein’lar toplama kampına götürülürken onlarla beraber gitmek istiyor. Gestapolar tarafından durduruluyor, gidemiyor. Heinrich’in evde olmadığını gören Aryan anne Marianne Meissner, oğlunun Oyuncak Ülkesi olduğuna inandığı toplama kampına gitmekte olduğu gerçeğini idrak ederek onu aramaya koyuluyor. Tren istasyonuna kadar bin bir zorlukla ulaşıyor. Silberstein’ların olduğu vagonu açtırıyor. David’i, Heinrich olduğunu söyleyerek, anne babasının kabullenişi ile trenden indiriyor ve toplama kampına gitmekten kurtarıyor.
Filmi doğru okumanın ipuçları
Oscar ödüllü bu kısa film Almanca olarak çekilmiş, İngilizce altyazı ile de seyredebilirsiniz. Filmi sepia renkleriyle izliyorsunuz. Yönetmenin derdini ilk sahneden itibaren detayları yakalayarak çözümleyebilmek mümkün.
Yönetmen ilk sahnede Heinrich’in odasında yerdeki oyuncak treni, yük vagonlarına dikkati çekerek gösteriyor. Bu görüntü bir metafora hizmet ediyor.
Bu bir oyuncak tren, kendisi ile oynayacak çocuğu “Oyuncak Ülkesi”ne taşıyacak. Ya Yahudi aileleri derdest edip yük vagonlarına yükledikleri kocaman trenler, göğsü sarı yıldızlı bu insanları hangi ıssızlığa taşıyacak?
Filmi çözümleyecek seyirci anlamalıdır ki; Filmin bir yerinde bir tren var ve onun vagonlarından birinde can alıcı bir sahne yaşanacak.
Filmi doğu okumak, doğru bakmak ve daha doğru görmekle olacak.
Bir örnek daha; Aryan anne Marianne, Heinrich’i aramak üzere evinden hızla çıktığında Silberstein’ların evinin kapısını yarı açık görüyor. Kapının üzerinde siyah boya ile çizilmiş Davut Yıldızı, seyirciye Silberstein’ların Yahudi olarak işaretlendiklerini ve toplama kampına götürülmekte olduklarını anlatıyor. Yıldız, siyah değil kırmızı, ya da sarı boya ile çizilmiş olsaydı, seyirciyi içeride olanlardan başka bir hikâye açılıma doğru yönlendirirdi.
Siyah yıldızı, yarı açık kapıyı, darmadağınık evi izliyor, kabulleniyor ve toplama kampına doğru götürülmekte olan Silberstein’ların peşinde yolumuza devam ediyoruz. Onları bulmak zorundayız çünkü Aryan çocuğu Heinrich’i bulmak ve onu Yahudi çocuğu David’in maruz kalacağı kaçınılmaz sondan kurtarmak zorundayız.
Heinrich: Şııışşşt! Benim de bir sırrım var. Sizinle oyuncak ülkesine geleceğim.
Oyuncak Ülkesi diye bir yer yok!
Bu kısa filmin genel iskeleti, bir geriye dönüş bir şimdiki zaman sahneleriyle ilerliyor. Neden herkes bir Oyuncak Ülkesi olmadığını, Silberstein ailesinin toplama kampına götürülmekte olduğunu Heinrich’ten gizliyor? Aynı yaştaki David acı gerçeği biliyor, başına gelecekleri biliyor, o bile Heinrich’e gerçeği söylemiyor taa ki Heinrich onları toplama kampına taşıyacak trene kendilerini götürecek kamyonun peşinden koşana kadar. Çocuk acımasızlığı mı diyelim ya da gerçeğin soğuk yüzü mü, David arkalarında bıraktıkları Heinrich’e kamyondan sesleniyor; Oyuncak Ülkesi diye bir yer yok!
Sarı yıldızını neden takmadın, seni Yahudi!
Aryan anne Marianne, oğlu Heinrich’i ararken Gestapo’ya rastlıyor. Görüntüsü itibarı ile Yahudi kadınları andırdığından Nazilerin alay konusu oluyor. Bakışlar, sözler ve davranışlarla tacize maruz kalıyor. Ona fahişeye bakar gibi bakıyorlar; “Sarı yıldızını neden takmadın, seni Yahudi?” diyorlar. Marianne Aryan olduğunu belgeleriyle ispatladıktan sonra Naziler kendisine saygı ve ilgi ile yaklaşıyorlar. Çocuğunu aramaya başlıyorlar. Marianne Aryan Alman ya! Bu acı sahneyi sıkılmadan ve üzülmeden izleyemeyeceksiniz.
Pijama detayını gözden kaçırmayalım
Aryan çocuğu Heinrich’in pijamaları açık renk, ince çizgili. Yahudi çocuğu David’in pijamaları koyu renk, kalın şeritli. Auschwitz kampının pijama üniforması gibi. Yönetmen, David’in toplama kampı yolcusu olduğunun ipucunu bize erkenden veriyor.
Yönetmenin bağlama sahnesi
Silberstein’ların toplama kampına gönderilmelerinden önceki gece çocuklar camdan konuştuktan sonra Yahudi Ailesi gece dualarını yaparken fondan onların sesini dinliyoruz. Heinrich onlarla Oyuncak Ülkesi’ne gitmeye karar veriyor. Küçük tahta bavulunu hazırlıyor, yatağının içine kendisi ile birlikte bavulunu da saklıyor. Yönetmen yerdeki Heinrich’in trenine gözlerimizi götürüyor. Oradan da ertesi gün kalkacak olan gerçek trenin vagonlarına bizi taşıyor. Toplama kampına gidiyoruz. Vagonun içindeki karmaşa, acı ve bilinmezlikle… Nefessiz kalarak…
Final sahnesi hakkında
Uzun uzadıya anlatmak istediğim kısa filmin geri kalanını sizin izlemenize bırakarak bir tespit yapmak istiyorum. Seyredenler ile “Çizgili Pijamalı Çocuk” filminin final sahnesini hatırlayalım ve ortak noktasını bulalım.
Bu sizin seyirci olarak, biri uzun metrajlı diğeri kısa olan bu iki filme göstereceğiniz hassasiyetle, çıkarımlarınızı hayat görüşü olarak kendinize katmanızı sağlayacak, emin olun!
Öyle olacak…