Şalom gazetesinin geçmiş dönem yayın yönetmeni, şimdilerde artık İsrail’de yaşayan Av. Yakup Barokas, Büyükada’da geçen çocukluk/gençlik anılarını kitaplaştırdı. 1950-1970’li yıllara odaklanan Barokas’ın kitabı ağustos ayının sonlarına doğru Adalı Yayınları’ndan çıktı ve hemen raflarda yerini aldı. Samimi bir dille yazılmış olan kitabı okumaya başladığınızda, dönemin Büyükadası adeta bir film gibi gözünüzde canlanıyor… Sevgili Yakup’u kutluyor, bu keyifli kitabını okumanızı salık veriyoruz…

“Adalı” ya da daha spesifik olarak “Büyükadalı olmak” bir ayrıcalık mıydı? Hâlâ öyle mi?
Sanıyorum ki bir ayrıcalıktı. O yıllarda gençlik veya çocukluk grupları arasında Adalılar, Yeşilköylüler vardı, bir de karşıdakiler, yani Suadiyeliler, vs.… Ada ana karadan kopuk bir yerdi. Dört aylık bir serüven… Okullar haziranda kapanır eylül sonu açılırdı. Bitmez tükenmez bir tatil süreci. Bu, bir çocuk için ayrıcalık değil de nedir?

Bu serüven “göç” denilen fasıl ile başlardı. Sabahın beşinde emanetçi dediğimiz taşıyıcılar gelir, denkler hazırlanırdı. Ana karadan bu kopukluk sadece biz çocuklar için değil, annelerimiz için de öyleydi. Çok acil bir durum olmazsa İstanbul’a inmezdik. İnmek denirdi, çünkü galiba biz yüksekteydik…

Tabi her gün sabah erkenden işe gitmek için vapur beklemek zorunda kalan babalarımız için durum farklıydı. Şu anda düşünüyorum da oldukça haksız bir durum. Büyükadalı olmak biraz da kimliğimizin bir parçasıydı. Büyükadalı olmak hâlâ bir ayrıcalık mı sorusuna yanıtım; sanıyorum, bizim ve bizden sonraki bir-iki kuşak için öyleydi.


Yakup Barokas

Kitabını diğer “Ada Kitapları”ndan ayıran en önemli özellik nedir? Okura vermek istediğin mesaj?
Viktor Albukrek “Bir Zamanlar Büyükada” adlı kitabında 1931-1961 yılları arasındaki otuz yılı kapsayan anılarını kaleme aldı. Ünlü şair/yazar Ataol Behramoğlu “Benim Prens Adalarım”da adaya yerleştiği 1980 sonrası adasını dile getiriyor. Ben ise farklı bir döneme, ağırlıklı olarak 1950-1970’li yıllara odaklanıyorum.

Ada kitapları denince aklıma en önemli eser Akillas Millas’ın “Büyükada Prinkipo, Ada-i Kebir” geliyor. Bu, kuşe kâğıt, gravürler, fotoğraflarla referans niteliğinde bir kitap. Ben ise Ada’nın tarihçesine, tarihî binalarına yoğunlaşmadım. Anılarıma, çocukça yaptığımız muzipliklere, yaşantımıza, örneğin bir zamanlar Anadolu Kulübündeki ünlü maskeli balolara yer verdim. Benimki, Maden’de oturduğumuz 2. Banyolar Sokağından başlayan koşu parkurumu takip ederek, Büyük Tur boyunca süren bir serüvenin hikayesi. Yayıncım, Adalar Vakıf Başkanı Sayın Halim Bulutoğlu da benden, tarihî açıklamalara fazla yer vermememi, kişisel anılarımın önem taşıdığını vurgulayınca, ona göre kitabı revize etmiştim.

Kimisi Büyükada’ya küsüp gidiyor, kimi de her şeye karşın ondan kopamıyor. Benim iddialı bir mesajım yok, diyeceğim şu ki: ister Büyükada’da yaşıyor ister terk etmiş olalım, illaki gönlümüzde Adalar sevgisi her daim devam eder.

Kitabı yazma fikri nasıl oluştu, anılarını hatırlarken ne hissettin?
Şalom Gazetesi’nde 25 yılda toplam bin sayfa köşe/başyazı yazdım. Bir de mesleğimde eski deyimiyle pekçok arzuhal/mütalaa (dilekçe) kaleme aldım. Edebiyatçı değilim, Covid başlangıcında blogumda anılarımı yayınlamaya başladım. Bir dostum, çocukluk Büyükadası’nı da yazsana dedi. Önce kısa bir versiyon kaleme aldım. Çok olumlu tepkiler geldi… Arkadaşlar ve yaşıtlarım; “Bir araya gelince hep senin kaleme aldığın anıları konuşuyoruz” dediler. Türkiye’nin ilk kadın dişçisi Zozo Kefala’nın oğlu, yine dişçi olan Niko Kefala’yı tanımayan eski Adalı yoktur. Niko Kefala’nın kızının bana Yunanistan’dan yorumlarını göndermesi beni çok heyecanlandırdı. Ben de blogumdaki anılarımı genişletmeyi ve kitaplaştırmayı düşündüm. En doğru adres “Adalı” yayınlarıydı. Halim Bulutoğlu’nun yazdıklarımı beğenmesi beni çok mutlu etti.  Sonuçta toplumumuzun yaşantısının bir kesitini aktarıyor, belli bir döneme tanıklık ediyordum. Anılarımda benimle aynı yıllarda çocukluk ve ilk gençliğini yaşamış en az 50-100 dostun adları geçiyor.

Anılarımı kaleme alırken puzzle’ın parçalarını birleştiriyormuşum gibi geldi. Tam hatırlamadığım konuları dostlarıma sordum. Geçmişi canlandırırken yeni bir gerçek yarattım. 20-30 yıllık bir yaşanmışlık 110 sayfalık bir kitaba sığdı.


Yörükali Plajının 60 yıl önceki durumu. Çocuklar iskeleden denize atlayarak delikli 2,5 kuruşları çıkarırlardı.

50-60 yıl evvelki Büyükada ile bugünkü Büyükada arasındaki en belirgin fark nedir?
Ne yazık ki günümüzün Büyükadası dünün Büyükadası değil, çok değişti. Mekanları değişti, insanları değişti, esnafı değişti, eşrafı değişti. Horoz, Mustafa Telgezer, Lefter Küçükandonyadis’ler yok artık. Ben o eski 1930’lu, 40’lı yılların karpostallarda kalan adasını tanımadım. Ama benim yaşadığım dönemin fotoğrafları da soldu, renklerini yitirdi.

Benden bir kuşak sonra, 90’lı yıllarda Büyükada’da yaşayan gençlerin buluşma yerleri yine Saat’ın altıydı, bizlerle benzer şeyler yaptılar, benzer mekânlara gittiler. Şu anda 40-50’lerinde olanlar da anlattıklarımla oldukça özdeşleşiyorlar. Ancak artık Ada’da, herkesin birbirini tanıdığı, Ada’yı dolu dolu yaşayan bir gençlik kalmadı sanıyorum. O dönemde Büyükada yerel halkın ve yazlıkçıların adasıydı… Şimdi öyle mi?

Büyükada’nın gelecekte nasıl bir yer olmasını isterdin?
Doğal güzellikleriyle Büyükada her zaman çok özel… Adayı ziyaret eden yabancı bir göz, atlı arabaların kaldırılması dışında fazla birşeylerin değişmediğini söyleyecektir. Belki birçok Avrupa kentinde olduğu gibi, birkaç atlı araba turistik amaçlarla korunabilirdi. Ada ile ilgili her konuda sevgili Tilda Levi sık sık Şalom’daki köşesinden bizleri bilgilendiriyor, sitem ve temennilerini dile getiriyor.

Bakkal Dimitropoulos’ları, tuhafiyeci Aleko, Hasanaki, sucu Marika’ları geri getirmek mümkün değil. Çarşı’nın günümüzdeki durumu bizim gibi duyarlı kimseleri üzüyor olabilir… Her taraf sağlı sollu, dönerci, lahmacuncu, mantıcı, pizzacı… Ve tabii ki marketler… Daha yola başlar başlamaz burnunuza lahmacun kokuları ulaşıyor, havada ızgara dumanı asılı kalmış… Belki Ada’ya günü birlik gelen turist için bir cazibesi olsa da biz eski Büyükadalılar doğalın ve eskinin yok olduğu izlenimini taşıyoruz. Beni Büyükada’nın geleceğinden çok geçmişi ilgilendiriyor, iyi ki yaşamışım diyorum. Tek dileğim o güzelim tarihî köşklerin korunması… Çünkü onların her biri Büyükada’nın birer incisi…