Fotoğraflar: İzzet Keribar

Giriş fotoğrafı: İtalyan Kilisesi ve Habib-i Neccar Camii


6 Şubat günü sabaha karşı aldığımız bir telefon ile yatağımızdan fırladık. Mersin’de yaşayan yakınlarımız, “Yüzyılın en güçlü depremi” olarak değerlendirilen felaketi haber verdiler. Kahramanmaraş’ta, 9 saat arayla 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde gerçekleşen iki deprem maalesef 11 ilimizde korkunç bir yıkıma sebebiyet verdi ve bu felaket, çok büyük bir can ve mal kaybına neden oldu. Depremden en çok etkilenen yerlerden biri de Antakya oldu. Bu ayki yazımda, seneler evvel gezme fırsatını bulduğum “medeniyetler kenti Antakya” ile ilgili aldığım gezi notlarımı ve anılarımı sizlerle paylaşmak istedim…

Barış, hoşgörü ve kardeşlik
Hatay ilinin nüfus açısından en büyük ilçesi ve merkezi olan Antakya’nın tarihi, çok eski bir geçmişe uzanır. M.Ö 300 yıllarında Büyük İskender’in generallerinden biri olan Seleucus I. Nikator tarafından kurulan Antakya Kalesi, Türkiye’nin ve dünyanın en önemli yapıları arasında yer almaktadır. Gerçekleşen pek çok deprem ve savaşın ardından önemli zararlar gören yapının bugün gezilebilen kısmı Bizans İmparatoru Justinianus tarafından M.S 6. yüzyılda yapılmış.


Asi Nehri

Zengin bir geçmişe sahip Antakya pek çok dinî inancı ve kültürü bir arada barındırır. Medeniyetler kenti Antakya aynı zamanda ilklerin de şehridir. Anadolu topraklarındaki ilk cami ve ilk kilise bu şehirdedir. Tam ortasından geçen Asi Nehri’nin etrafına kurulmuş kent, sokağa taşan çıkmalı evleri, ev sahibinin inancını sergileyen kapı levhaları, camileri, Ortodoks ve Katolik Kiliseleri, Yahudi Havraları ile kardeş kardeş, iç içe geçmiş bir hayatı anlatıyor. Medeniyetlerin buluştuğu bu noktada hem kilise çanlarını hem ezan ve hazan seslerini aynı güzellikte dinlersiniz. Farklı din, mezhep ve etnik kültürden insanların asırlardır bir arada barış, hoşgörü ve kardeşlik içerisinde yaşadığı bu güzel ilçeye tam da bir Noel günü ulaştık.

Öncelikle eski Antakya evlerinin bulunduğu tarihî sokaklarda gezerek, tarihî dokuyu hayranlıkla izleyerek, kentin simgelerinden olan Uzun Çarşı’ya ulaşıyoruz. Dar sokakları, rengârenk dükkânları ile dikkat çeken çarşı, çok eski dönemlerden bu yana şehrin ticaret merkezlerinden biri olmuş. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen çarşının içinde han, hamam ve camiler de bulunuyor. Şehri ziyaret eden gezginlerin uğramadan geçemediği çarşıdan; meşhur defne sabunları, nar ekşisi, zeytin yağı gibi yerel ürünler en çok tercih edilenlerden. Yaklaşık 3,5 kilometre uzunluğundaki çarşıyı her gün binlerce kişi ziyaret ediyor. Hiç alışveriş yapmadan bir köşede durup, akıp giden hayatı izlemek aslında çok daha keyifli.


Süryani Ortodoks Kilisesi

Çarşıdan çıktıktan sonra, dünyanın en büyük ikinci büyük mozaik müzesi olan Hatay Arkeoloji Müzesi’ni ve Antakya Kalesi’ni gezdikten sonra akşamüzeri hava kararmak üzereyken, Antakya Süryani Kadim Kilisesi, diğer adıyla Süryani Ortodoks Kilisesi’ne giriyoruz. Büyük bir sıcaklıkla karşılandığımız kilise, akşam için oldukça güzel hazırlanmış. Burada yaşadığım aynı ruhu, yine pek çok kültürün bir arada yaşadığı Mardin’de yaşamıştım. Deyrulzafaran Manastırı’nda verilen iftar yemekleri, Müslümanlar tarafından kutlanan Süryani ve Hıristiyan bayramları… Aynı şekilde buradaki kilisede yapılacak kutlamaya da pek çok Müslüman vatandaş katılıyor. Hafifçe çiseleyen yağmurun altında, bizi karşılayan güler yüzlü rahipler kilise ve kültürleri hakkında bilgi paylaşırken ben gülen yüzleriyle kiliseye gelen mutlu insanları izlemeyi tercih ediyorum. En şık kıyafetlerini giymiş halk, Noel kutlamaları için yavaş yavaş kiliseye akın etmeye başlıyor.


Antakya Sinagogu

Cami ve kilise dışında tabii Antakya Sinagogu’ndan da bahsetmek gerekir. Üç din mensuplarının bir arada yaşadığı bu coğrafyada, kapısının üzerinde Davud yıldızı ile sinagog Kurtuluş Caddesi’nde yer alıyor. Tahminen 200-250 yıl önce Beyrut ve Halep’ten gelen yardımlarla yapıldığı söyleniyor. Bu tarihî sinagogda, tarihi eskilere dayanan ceylan derisine yazılmış Tevrat özenle saklanıyor. (Geçtiğimiz günlerde, 6 Şubat’ta yaşanan büyük depremde maalesef bu tarihî bina da zarar gördü.)

“Gastronomi Şehri”
Kiliseden ayrıldıktan sonra sıra akşam yemeğine geldi. Türkiye’nin “Gastronomi Şehri” olan Hatay lezzetleri, Antakya gezimiz sırasında bize muhteşem yemekler sundu. Antakya mezelerinin her birinin tadı ayrı güzel; Antakya testi kebabı, Antakya künefesi hemen ilk aklımıza gelenler. Kozmopolit yapısından dolayı her damağa uygun bir yemek bulmanız mümkün. Dillere destan Hatay mutfağı misafirlerini adeta lezzet yolculuğuna davet ediyor. Doğası ile tanınan Harbiye’ye çıkışınızı akşam yemeği saatine denk getirmenizi öneririm. Akan suların etrafında kurulmuş masalarda, belki de isimlerini bir daha hatırlayamayacağınız, birbirinden güzel yemekleri yiyebilirsiniz.


Harbiye

Yemekten sonra, tartışmasız Antakya’nın gezilecek yerler listesinde ilk sırada yer alan St. Pierre Kilisesi’ne doğru yola çıkıyoruz. Dünyanın ilk mağara kilisesi olarak kabul edilen Saint Pierre Kilisesi, “Hristiyan” adının ilk kez kullanıldığı yer olarak bilinmekte. Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Pierre’in adını taşıyan kilise, kimi kaynaklara göre ilk kilisedir. Kiliseye girdiğimizde ortamda mistik bir hava hissettim. Oldukça kalabalık bir grup, Noel ayinine katılmak için mağara kiliseyi doldurmuş. Biz de en arkada, köşede kendimize bir yer bulup ayini izlemeye başladık. Bir yandan da kilisenin içini inceliyorum. Kilisenin ilk dönemlerinden sadece zemin mozaiğinin parçaları ve duvar boyamalarının izleri günümüze ulaşmayı başarmış. Kilise içinde dağa açılan bir de tünel bulunuyormuş. Bir zamanlar burada toplanan Hristiyanların, olası baskınlarda kaçmak için kullandıkları söyleniyor.

Antakya’da ikinci günümüzde, bugün Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’ya doğru yola çıkıyoruz. Ermenilerin yaşadığı bu köyde büyük bir misafirperverlikle karşılanıyoruz. Köyün düzeni ve temizliği bizi kendine hayran bırakıyor. Yolunuzu birgün mutlaka buraya düşürün. Hele bir de sabah kahvaltısına denk gelirseniz büyük bir sürprize hazır olun. Reçelleri, zeytinleri ve organik ürünleri ve tabi güler yüzleri ile kendinizi başka bir dünyada hissedebilirsiniz.

Biz köyün sakinleri ile sohbet ederken, köyün en yaşlı insanı olduğunu söyledikleri biri ağır ağır adımlarla yokuşu tırmanarak yanımıza yaklaştı. Yaşlı dedikleri bu ihtiyar delikanlı, yakınındaki ağaçtan topladığı mandalinaları bize ikram ederek sohbetimize dahil oldu.


Titus Tünelleri

Köyden ayrıldıktan sonra Samandağ ilçesinde bulunan Titus Tünelleri’ne doğru yola çıkıyoruz. Bu tüneller Roma İmparatoru Vespasian tarafından, sel ve taşkınlardan korunmak için yaptırılmış. Tamamen dağın içine oyulan tüneller, Vespasian’ın oğlu Titus tarafından bitirilmiş. Tünellerin inşasında köleler ve lejyonerler çalıştırılmış. Tünellerin yakınlarında “Seleukeia” adında bir de antik kent bulunuyor. Yine tünellerin hemen yakınında bulunan ve yine Roma eserlerinden olan “Beşikli Mağara”, kaya içine oyularak yapılan tarihî bir mezarlık. Taş sütunları, kemerler ve merdivenleri ile dikkat çeken Beşikli Mağara’da 12 adet mezar bulunuyor.

Efsaneye göre Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştukları yer olarak kabul edilen Hızır Türbesi Samandağ’da yer alıyor. Musa ve Hızır’ın buluştuğu yerin, yani “Mecma-ül Bahreyn”in “Samandağ” olduğuna inanılmaktadır. Türbenin bir tarafı uzun kumsallar ile çevrili. Bu kumsallar 14 kilometreyi bulan uzunluğu ile dünyanın en uzun sahili olarak adlandırılıyor. Samandağ’a 6 kilometre uzaklıktaki Hıdırbey Köyü’nde bir dere kenarında “Musa Ağacı” bulunuyor. Efsaneye göre, Hz. Musa, Hz. Hızır ile konuşmak için durduğunda elindeki asayı oradan fışkıran suyun yanındaki yumuşak toprağa diker. Eğilip iki avuç su içer. Tekrar dönüp baktığında asanın yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Asa, o suyla hayat bulmuş ve bir ağaca dönüşmüştür. İşte bu ağaç halen yaşıyor! Günümüzde türbeye dilek dilemek için gelenler, çeşitli ritüeller uyguluyor. Kimisi bez bağlıyor, kimisi boncuk veya para bırakıyor. Kimisi de duvarları öperek saygısını sunuyor. Bazı araçlar etrafında üç defa tur atıyor ve dilekler tutuluyor. Grubumuzda bulunan bazı arkadaşlar da türbe etrafında üç tur dönerek dileklerini dilediler.

Yine deprem…
Roma İmparatorluğu’nun üç büyük kentinden biri olan Antakya, Kudüs gibi üç dini bir arada bulunduruyor ve bir o kadar eski ve kadim bir kent. M.S 115 ve 524 yıllarında yaşanan büyük depremler sonucunda Antakya iki defa yeryüzünden silinmiş. İşte bugün yeniden o fay hattı harekete geçti ve yaşadığımız bu büyük deprem nedeniyle Antakya ile beraber pek çok şehrimiz büyük yaralar aldı. Ülke olarak hepimizi derin bir yasa boğan bu büyük acının ardından eminim, Antakya ve diğer tüm şehirlerimiz küllerinden yeniden doğacak. Güzel ülkemin güzel insanları olarak yaralarımızı hep birlikte saracağız ve yeniden güzel günlere ulaşacağız. Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın buluştuğuna inanılan bu güzel kent için en büyük dileğim en kısa zamanda eski güzel günlerine kavuşması...