Haber fotoğrafı: Okul (Foto: Şahin Önder)


Ukrayna seyahatimizi planladığımız günlerde; dünyanın en büyük nükleer felaketinin yaşandığı yer olan Çernobil, “Chernobyl” dizisi ile kısa sürede gündem olmuştu. 26 Nisan 1986 tarihinde Pripyat şehri yakınlarında bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nin 4 numaralı reaktöründe bir patlama gerçekleşti ve geride silinmesi çok zor hasarlar bıraktı. Patlama anında ölen insan sayısı, patlama sonrası oluşan etkiler yüzünden hayatını kaybeden insan sayısına oranla çok daha azdı. Kurtarma çalışmalarına katılan yüzbinlerce insan orada, ya da devam eden yıllarda hayatını kaybetti. Bazı kaynaklarda sayıları 500 bin ile 1 milyon arasında değişen asker ve gönüllü siviller, reaktörün kalbinde oluşan yangını söndürmeye çalışmışlar ve imkânsız gibi görünen yangın ancak 9. günün sonunda söndürülmüş. Patlayan reaktörden yayılan radyoaktif maddelerin havaya salınmaması için helikopterden üzerine tonlarca kum, kurşun ve bor atılmış. Radyasyona dayanmak için 20 saniyesi bulunan helikopterlerde, bu görevi başarıyla tamamlayıp kumu boşaltan kişilerin, bu 20 saniye içinde aldıkları radyasyon 550 yılda alacakları radyasyona eşitmiş. Kaybedilen bunca canın yanı sıra, bölgede yaşayan halkın hayatı alt üst oldu, doğa ve tüm canlılar zarar gördü.


Foto: Nazmiye Önder

Çernobil’i ziyaret için izin almak gerekiyor

Bu terk edilmiş şehir, 2011 yılında otoritelerin burayı ziyaret etmenin güvenli olduğunu duyurmasından bu yana turistik ziyaretlere açıldı. Tur rehberlerinin söylemine göre; bu turda alınacak radyasyon miktarı iki saatlik bir uçak yolculuğu sırasında alınacak radyasyon miktarından daha fazla değil. Doğruluğu bilinmeyen bu söylemden bağımsız olarak biz de riski göze alarak, felaketin izlerini kendi gözlerimizle görmek ve tarihe tanıklık etmek adına önlemlerimizi alarak bu geziye katılmaya karar verdik.

Tabi her isteyen Çernobil’i gezemiyor. Öncesinde izinlerin alınması gerekiyor. 18 yaş altı ve hamile kişilerin bölgeye girişi yasak. Ziyaretçiler ilk önce radyasyon ölçümü için bir kontrol noktasından geçiyor ve tur aynı noktada sona eriyor ve tekrar kontrol yapılıyor. Ziyaretçiler yapılara ve bitkilere dokunulmaması konusunda uyarılıyor. Tripotla çekim yapmak, yere bir şey koymak yasak. Ziyaret öncesinde, radyasyona maruz kalmamak adına uzun pantolon, uzun kollu gömlekler ve ayakları tamamen kapatan ayakkabılarla gezmeniz öneriliyor. Tur rehberi dönüşte tüm kıyafetleri yıkamamızı öneriyor ancak biz tedbirimizi daha sert aldık. Dönüşte tüm giyeceklerimizi atabileceğimiz kıyafetlerden seçtik. Otelimize döndüğümüzde ayakkabılarımız dahil tüm kıyafetlerimizi bir poşete doldurup çöpe atıp uzun uzun duş aldık.


Çernobil’e vardığımızda…
İlk kontrol noktasında aracımızdan inip gerekli kontrollerimizi yaptırıp kayıt işlemlerimizi tamamladık.  Burada, tur boyunca elimizde bulundurmamız gereken, maruz kaldığımız radyasyonu gösteren dozimetrelerimiz dağıtıldı. Bu, biraz içimizin ürpermesine neden olsa da bu düşünceleri kafamızdan uzaklaştırıp, terk edilmiş köy olan Zalissya’ya doğru ilerliyoruz. Zamanında köyün en işlek caddesi bile sık ormanlarla kaplanmış. Beni en çok etkileyenlerden biri de, doğanın insanların terk ettiği alanda tekrar hüküm sürmeye başlamış olması. Yüksek radyasyon nedeniyle büyük zarar gören doğanın bu kadar kısa sürede bitki ve hayvan çeşitliliğini artırarak canlanması benim gibi, bilim adamlarını da şaşırtmış.

Patlamadan sonra, yaklaşık 30 kilometre mesafede bulunan tüm yerleşim yerleri boşaltılmış ve buralarda yaşayanlara Kiev’de evler verilmiş. İlerleyen yıllarda çoğu, kanser nedeniyle hayatını kaybetmiş. Bazıları, yasaklar kalkınca doğup büyüdükleri bu köylere geri gelmiş.


Anaokulu (Foto: Nazmiye Önder) 

Şimdi Kopachi Kasabası’nda bulunan bir anaokulunu ziyaret ediyoruz. Okulun içinde dağılmış sınıflar ve yatakhaneler durumun vahametini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Her yere saçılmış oyuncaklar, kolları kopmuş bebeklerin gözleri adeta bizi izliyor. Radyasyondan yanıp kavrulmuş oyuncaklar, çocukların okul ayakkabıları her biri bir tarafa savrulmuş. Anaokulun bahçesinde terk edilen bisikletler çocukları beklerken çürümüş gibiler.

Anaokulundan ayrılıp Çernobil 4. Nükleer Reaktörü’nü görmeye gidiyoruz. Yani yaşanan tüm bu felaketin sebebi olan reaktör. 1995’te Avrupa Birliği, kendi ülkelerini de ilgilendiren bu olumsuz etkileri engelleyebilmek adına bir fon oluşturarak 4. Reaktörü tamamen içine alacak çelik bir kafes inşa etme kararı almış. Yapımı dört sene süren yapı, yüz sene bozulmayacak şekilde tasarlanmış. 2016 yılında tamamlanan 108m. yükseklikteki dev çatı için 45 ülke maddi destek sağlamış. Ayrıca, tarihin en büyük felaketini unutmamak ve hayatını kaybedenleri anmak adına bir anıt inşa edilmiş. Anıtın önünde dozimetre oldukça yüksek bir değer gösteriyor.


Ölenler adına yapılan anıt (Foto: Şahin Önder)


Zaman zaman bulunduğumuz her noktada radyasyonu ölçmeyi bir oyun haline getirerek ama özellikle toprak alana basmamaya gayret ederek gezimize devam ediyoruz. Yol üzerinde karşılaştığımız bembeyaz Lenin heykeli büyük azameti ile etrafı seyrediyor gibi. Öğlen yemeği turun organize ettiği kapalı bir alanda yenilecek. Açık alanda yemek yemek yasak! Yemek yiyeceğimiz yere gittiğimizde, biz yine tedbirimizi en uç noktada tutarak turun verdiği yemekleri yemek yerine, yanımızda getirmiş olduğumuz paketli bisküvileri atıştırıp kapalı suyumuzu içerek öğlen yemeğini geçiştirdik.


Pripyat eski yeni görüntüsü bir arada (Foto: Şahin Önder)

Hayalet şehir Pripyat
Patlamanın ardından çevreye yayılan yüksek radyasyonun etkisiyle etrafta bulunan çam ormanları kahve-kızıl bir renge bürünmüş ve buraya “Kızıl Orman” ismi verilmiş. Çernobil Nükleer Santralinin ardından kızıl ormanın küçük bir bölümünün yanından geçerek hayalet şehir Pripyat’a doğru ilerliyoruz. Burası, Çernobil Nükleer Santrali çalışanları ve aileleri için inşa edilmiş. Çernobil’i anlatan tüm fotoğraflarda gördüğümüz bu hayalet şehir, nükleer santrali ziyaret edecek Batılı bilim adamlarını etkilemek ve farklı bir Sovyet Rusya imajı çizmek için sinema salonu, spor salonu, yüzme havuzu, anaokulu, süpermarket gibi pek çok etkinlik alanı ile donatılmış. Faciaya kadar şehrin sakinleri refah içinde mutlu bir hayat sürmüşler. Zaten orada sergilenen geçmiş zaman ile günümüzü karşılaştıran fotoğraflar bunu tüm çıplaklığı ile gösteriyor. Patlamadan sonra insanlara birkaç gün içinde geri dönecekleri söylendiği için yanlarına küçük birer valiz almaları söylenmiş. Ancak bu yalan hiçbir zaman gerçek olmamış.


4 numaraları Reaktör (Foto: Şahin Önder)


Pripyat Şehir Hastanesi, diş kliniği, doğumevi, bulaşıcı hastalık kliniği ve morg gibi bölümlerden oluşan 410 yatak kapasiteli, herhangi bir acil durum için hazırlanmış olsa da, 26 Nisan’da yaşanan nükleer patlamayı kimse hayal edemezdi. Çernobil’in 4 Numaralı Reaktörünün havaya uçmasıyla birlikte 237 fabrika işçisi, itfaiye çalışanları ve askerler, ciddi radyasyon zehirlenmesi nedeniyle bu hastanede tedavi gördü, ancak hiçbiri buradan sağ çıkamadı. Patlamadan birkaç gün sonra, hızla yükselen radyasyon nedeniyle hastane tamamen terk edilmek zorunda kaldı.


Açılamayan Lunapark (Foto: Şahin Önder) 

Daha sonra, 1 Mayıs 1986’da açılacak olan ancak patlamadan dolayı açılamayan lunaparkı görmeye gidiyoruz. Eğlence parkı, felaketin bir simgesi gibi terk edilmiş olarak bugün halen orada ve hiç açılmamış olarak duruyor. Parkın simgesi 26 metrelik dönme dolap, çarpışan arabalar, tekne salıncakları gibi dönemin en sevilen tüm oyunları mevcut, ancak resmî olarak hiçbir zaman açılışı gerçekleşememiş.

Boşaltılmış evlerin, otellerin, yanından geçerek bir okul binasını ziyaret ediyoruz. Okul binası da diğerleri gibi aynı kaderi paylaşmış, dev bitkilerle kaplanmış. Yerlerde yüzlerce gaz maskesi karşılıyor bizi. Kapılar çerçeveler yıkılmış, zamanı göstermeyi çoktan bırakmış kırık bir saat, artık neredeyse okunamaz hale yırtılmış kitaplar… Duvarlardaki çerçevelenmiş resimler yerde, bazı öğrencilerin unutulmuş kıyafetleri, tarihin son kısmı okunamaz olmuş kısa bir not... Oldukça sarsıcı bir görüntü… Okulu gezmek yaklaşık 15-20 dakika sürüyor. Basket salonları, yüzme havuzları ile her şeyi düşünülmüş. Ancak dikkat edin, kendinizi kaybedip her an içeride kaybolabilirsiniz. Hem binanın büyüklüğü hem de ortamın etkisiyle gruptan ayrılarak zamanda yolculuk yapmaya başlayabilirsiniz. Neyse ki, turun sonunda çıkmadan önce güvenlik tekrar sayım yapıyor ve giren her kişinin çıktığından emin oluyor.


Duga Radaraı (Foto: Şahin Önder)

Erken uyarı sistemi “Duga Radarı”
Son durağımız ise soğuk savaş döneminde olası füze saldırılarına karşı erken uyarı sistemi olarak kurulan “Duga Radarı”. Çalışırken çıkardığı ritmik sesler sebebiyle “Rus Ağaçkakanı” ismi verilen radar devasa boyutlarda. Sistem 1989 yılına kadar çalışmış. Rehberin söylediğine göre; burası askeri bir bölge olduğu için navigasyonlarda görünmüyormuş ve halk burada böyle bir sistemin olduğundan habersizmiş. Ancak bu kadar büyük bir yapı her yerden görülebilecek durumda, bu nedenle insanlara bunun dev bir radyo alıcısı olduğu söylenmiş. Büyüklüğü gerçekten etkileyici. Sıradan bir radar bölgesi değil; ormanın derinliklerine gömülmüş, meraklı gözlerden uzak, devasa boyutta. Bu sayede Ruslar pek çok bilgiyi gizli tutabilmişler. Dev bir kulak gibi! Yüzlerce milyara mal olsa da şu anda tam bir çöp. Sökme maliyeti hurda değerinden yüksek olduğu için inşa edildiği alanda duruyor ve kendini görmeye gelen turistlere hizmet ediyor.

Gezimizin sonunda tekrar bir radyasyon kontrolünden geçiyoruz, girişte teslim aldığımız radyasyon ölçme cihazlarımızı teslim ediyoruz ve Kiev’e dönmek üzere yola çıkıyoruz.