İstanbul’da doğan Rita Ender bugün 37 yaşında. Saint Joseph Fransız Lisesi, ardından 2008’de Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 2010’da avukatlığa başladı. Galatasaray Üniversitesi ve Panthéon-Assas Üniversitesi’nde Paris II yüksek lisans yaptı ve azınlık hakları üzerine çalıştı. 17 yaşından beri farklı gazete ve dergilerde yazıları var. İlk kitap çalışması 2007’de Batya Kebudi ile birlikte yazdığı biyografi türündeki “Mümkündür Mucizeler - Rafael Torel” oldu. İletişim Yayınlarından bu yıl çıkan “Bir Avazda” adlı kitabından önce “Kolay Gelsin” (2015), “İsmiyle Yaşamak” (2016) “Aile Yadigârları” (2018) adlı üç kitabı daha var. 2019 yılında da “Madam Amati” adlı bir biyografi kitabı daha yazdı. Ayrıca, “Objets Portraits” (Lior Éditions - Fransa) isimli kitapları ve “Las Ultimas Palavras” başlıklı bir belgesel çalışması da mevcut.

Hamilelik, toplum tarafından hamile kadının algılanışı, anne adaylarının hamilelik esnasında yaşadığı duygu ve düşünceler dünyası… Her kadının hamileliğinin gerek ait olduğu din, dil ve toplum gelenekleri gerek kendi hayat felsefesiyle beraber biricik ve kendine özgü oluşu... Doğum öncesinden başlayan ve sonrasında da devam eden ritüeller… Bunları hiç bu kadar detaylı düşünmemiş olabiliriz; ta ki Rita Ender’in hamilelik üzerine birbirinden farklı şehir, din ve meslek gruplarından 26 Türkiyeli kadın ile yaptığı söyleşileri okuyana dek. Akıcı kalemiyle bizlere aktardığı satırlarda pek çok hamile kadının sesi olmuş. Ve demiş ki: “Ses kişiseldir. Kişisel olan da içeride başlar. İçerideki ile paylaşılır. Belki de bu yüzden haftalar boyunca içinde taşıdığın canlı, önce sesini tanır.”

Bu kitabını pandemi sebebiyle evde kapanma günlerine denk gelen ilk hamileliği esnasında, online söyleşilerle hazırlayan Ender ile siz Şalom Dergi okurları için sohbet ettik.


Miryam Şulam ve Rita Ender

“Bir Avazda”, avukat, tur rehberi, restoratör, akademisyen, iç mimar, ev hanımı, finans sorumlusu, tarla hanımı, astrolog, arkeolog, sinema eleştirmeni, hemşire, kadın doğum uzmanı gibi pek çok farklı meslekten kadınla bir araya getirdi sizi. Kitabınızda sözlerine yer verdiğiniz bu kadınları nasıl belirlediniz?
lışmalarımda da bu kitapta da aslında iki ayrı konuyu birlikte ele almaya çalıştım. Burada birincisi kadınların hamilelik deneyimleriydi yani hamilelik döneminde ne yaşadıkları, bu süreci nasıl geçirdikleri, gebeliklerini öğrenme anları, hazırlıkları, kaygıları, merakları, toplumun onlardan beklentileri vs. İkincisi ise ritüellerdi. Konuştuğum kadınlara hamilelik dönemlerinde hayatlarında yer alan dine, geleneğe bağlı uygulamaları, inançları, hamilelik ve doğuma ilişkin ritüelleri sordum. Bu nedenle farklı coğrafya, kültür ve dinden olan, farklı yaş ve özellikle mesleklerden kişileri seçmeye çalıştım. Sohbetini sevdiğim, seveceğimi düşündüğüm insanlara gittim, kitaptaki 26 kadından 13 kadını zaten daha önceden de tanıyordum.


Kitabınızdaki söyleşilerde sorduğunuz şu soruyu siz nasıl yanıtlarsınız: “Çocuk sahibi olacağınızı, o sırada vücudunuzda bir canlı olduğunu anlamak nasıl bir histi?”
Bu soruyu aynı kişiye aynı söyleşide bir kaç farklı şekilde yönelttiğim de oldu çünkü benim için, bilmekle anlamak çok farklıydı! Kan testi sonucunda hamile olduğumu öğrendiğimde çok sevindim ama aslında pek bir şey anlamadım. Bebek vücudumun içinde şekillendikçe, büyüdükçe idrak ettim. Kalp atışının sesini duymak da çok etkileyiciydi. İçinde bir insan olduğunu o zaman iyice duyumsuyorsun. Artık senin vücudunda iki kalp var. Üstelik umulduğu gibi önünde sağlıklı bir süreç varsa eğer, yıllardır sahip olduğun vücudunda yalnızca kalp değil tüm organlardan fazla sayıda olacak!
Bu çok acayip bir his. Birini bedeninde yaratıyorsun, içinde bir insan taşıyorsun! Bunu bilmek beni güçlü ve mutlu hissettirdi.


(Foto: Teri Erbeş)

Sorularınıza yanıt olarak hamile kadınlar için aldığınız tavsiyelerin bazılarını siz de uyguladınız mı?
Hamilelik sırasında hareketli olmayı, yürüyüş veya yoga yapmayı önerenler olmuştu. Hamileliğimin çoğu pandemide geçtiği için hayatımın en hareketsiz zamanına denk geldi.
Kadınlardan dinlediklerim ve okuduklarım nedeniyle normal doğum yapabilmenin, ona kendini hazırlamış olmanın önemli olduğunu düşünüyordum. Fakat normal doğuma hazırlık için bugün yapılanlar, özel ebe ile doğuma gitme filan bana fikren çok uzaktı. Zaten sonunda sezaryen ile doğum yapmak durumunda kaldım.
Doğumdan sonrası için de Sevin Okyay’ın bir tavsiyesini ya da zamanında yaptığını içgüdüsel olarak uyguluyorum. Şöyle demişti: “Çocukların yükünü alan bir kayınvalidem vardı. Zaten ikisine de o bakmış, büyütmüştür. Çocuklara o baktığı için de annem hiç müdahale etmedi. Demişti ki, ‘İtirazın varsa alır kendin bakarsın. Alıp bakmıyorsan o zaman nasıl biliyorsa öyle bakması için bakana bırakacaksın.’ Bu da makul bir şeydi, öyle yaptım.” Ben çalışırken ya da yorgunken, eşim de aynı durumda ise -sağ olsun- annem oğluma bakıyor. Nasıl biliyorsa öyle bakıyor olmasına da çok minnettarım.

Sizce, mesleği, dini ne olursa olsun, tüm anne adaylarının ortak diyebileceğiniz duygu, endişe ve düşünceleri arasında neleri sayabilirsiniz?
Bebeği kaybetme endişesi en belirgin endişelerden biriydi. Özellikle ilk üç ayda bu riskin var olduğu zaten herkes tarafından biliniyor. Üçüncü ayın sonrasında ise kimi kadınlarda bu endişenin yerini, bebeğin sağlıklı doğmaması - olmaması endişesi almıştı. Bunlar dışında, benim konuştuğum kadınların bazılarında iyi bir anne olmama endişesi vardı, yani “Bebeğe bakabilecek miyim?”, “Ona yetebilecek miyim?” gibi tedirginlikleri olmuştu.
Kimisinde ise tedirginlik yoktu, aksine; hamilelik ve özellikle doğumu yaşamak ile kendi gücünün farkına varmış, sanki özgüvenini pekiştirmişti. Bazı kadınlar, Sevgili Arus Yumul’un kitabın giriş yazısında belirttiği gibi; “Aynı zamanda erkeklere karşı bir üstünlük duygusu geliştiriyorlar. Doğurabilmenin ‘muazzamlığının erkeklerde bir tür kıskançlığa’ -Karen Horney’in (1926) Freud’un erkek merkezli ‘penis kıskançlığı’ kavramına karşı feminist perspektiften geliştirdiği bir kavram olan ‘rahim kıskançlığına’- yol açtığını söylüyorlar.” Mesela Nilüfer Taşkın kendisi ile yaptığım söyleşide şöyle söylemişti: “Şunu duymuştum, patriarka, doğurma kıskançlığının bastırılması üzerine kurulu. Doğru galiba çünkü bunu yaptıktan sonra insana, her şeyi yapabilirim diye bir güç geliyor.”
Konuştuğum bazı kadınlarınsa, bu dönemde duygularını dinleyecek vakti veya lüksü olmamıştı. Fakat yine de çoğu kadın geriye dönüp baktığında hamilelik deneyimini “özel”, “güzel” olarak nitelendirdi.


Söyeşisi yapılan Gülsüm Karamustafa'nın "Doğum" isimli resmi de Rita Ender'in kitabında yer alıyor


Bir bebeğin dünyaya gelişiyle birlikte yapılan farklı ritüeller arasında, sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Ritüeller bana suyun ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Anne karnında su içinde yaşayan bebek farklı kültürlerde suyla karşılanıyor, su ile kutsanıyor, su ile kutlanıyor. Kitapta da örnekleri var. Mesela Rosana Şapka, Ortodoks adetlerine göre vaftizden sonra yapılan bebeğin ilk yıkamasını anlattı. Yeşim Pündük ise Roman adetlerine göre bebek 20 günlükken saz heyeti ile birlikte nasıl hamama gittiklerini ve eğlendiklerini anlattı. Su önemli…

Memleketi Diyarbakır olan, 30 yaşında doğum yapmayı seçmiş Jinda Zekioğlu, yaşamla ölüm arasında doğum yapan Şırnaklı kadınların hayatta kalış hikâyelerini dinlemiş ve kaleme almış bir gazeteci. “Onlar, ‘Acaba bu çocuğu yapmaya hazır mıyım?’ diye düşünmüyorlar” demiş. Siz ne dersiniz, anne olmaya hazır olunabilir mi?
Jinda’nın sözünü ettiği kadınlar savaşın tam ortasında yaşayan ve doğuran kadınlar. Kimisi bir kez bile doktor kontrolünden geçmiyor. Benzer şekilde, söyleşi yaptığım kadınlardan biri olan Elmas Arus da hamileliği sırasında tanıştığı kadınlardan birini şöyle anlatmıştı. “Mardin’de belgesel çekerken tanıştığım yirmi üç-yirmi dört yaşındaki bir kadından çok etkilenmiştim. ‘Kaç yaşındasın?’ diyorsun, ‘Bilmiyorum,’ diyor. ‘Kaçıncı çocuğun?’ diyorsun, çocuklara gözünü gezdiriyor, sayıyor, kaçıncı olduğunu söylüyor. ‘Doktora gittin mi?’, ‘Yok, burada bilmem kim var, o doğurttu.’ ‘Kaç yaşında evlendin?’ Bilmiyor. Ne kadınlığını, ne hamileliğini biliyor ne de ne yaşadığını farkında. Ona, ‘Sen gelinsin çalışacaksın, kadınsın cinsel olarak kocanın ihtiyaçlarını karşılayacaksın, annesin çocuklarına bakacaksın,’ denmiş ve kendi kimliği yok edilmiş. Tüm kimlikler bundan oluşmuş.” Bu kimliksizleştirilmiş halin dışında, bir de istenmeyen gebelikler var. Aslında kitapta öyle bir söyleşi de yer alsın istedim ama o dönemde psikolojik olarak yapabilecek gücü kendimde bulamadım. Diğer yandan da, takvimine göre hamile kalan, çocuğu doğurmadan bakıcılarla görüşmelere başlayan, elinde boy boy ultrason fotoğrafları ile gezen kadınların hikâyeleri var. Onlar daha mı çok hazırlar? Bilmiyorum. Sanmıyorum. Pek hazırlanılamıyor galiba çünkü bence doğurduğun ana dek neye hazırlandığını bilmiyorsun; ne istemiş, ne beklemiş olduğunu bile tam olarak bilmiyorsun.

Akademisyen Funda Şenol Cantek ile yaptığınız söyleşide “Anne Faşizmi” diye bir kavram var. Nedir, nasıldır bu faşizm? Sizin hamilelik sürecinizde de çevrenizde faşist anneler var mıydı?
Funda’nın o tanımlaması çok kadının hislerine tercüman oldu! Temelde kendisini ideal anne olarak gören birtakım insanların hamile bir kadının veya bir annenin yaptığı her şeyi sorgulamasına dayanıyor. “Şunu ye sütün artsın”, “Zıplama çocuk düşmesin”, “Bunu giydir üşümesin”, “Öyle yapma şımarmasın” vs. Bir de, bu dönemde sanırım internet anneleri ve sosyal medya gösterileri nedeniyle “modern annelik” dayatmaları da var. Bilmem kaç yaşına kadar paketli gıda yedirmemek, yoğurdunu evde mayalamak, bebeğine zamanında uyku eğitimi vermek… Montessori metodunu kullanmayanı dövüyorlar! Bence rahatsız edici ama aynı zamanda üzücü çünkü Funda’nın da söylediği gibi; “Kadınların da otorite kurabilecekleri alan sınırlı ya, özellikle ev eksenli yaşayan kadınların. Sana mesela şöyle diyecekler: ‘Sen avukatsın, o kadar kitap yazıyorsun ama annelik bunlara benzemez. Sen gel anneliği bana sor!’ Kızamıyorum da, zaman geçtikçe anlamaya çalıştım. Onların da domine edebildikleri alan o, başarılı hissettikleri alan o.”
Bu noktadan bakınca sahiden üzücü ama o söylemlerin muhatabı olmak sıkıcı. Benim etrafımda pandemi nedeniyle pek kimse yoktu ama yine de bir şekilde kendilerine göre az kilo almış olmamı uygunsuz bulup densiz yorumlar yapanlar oldu. Doğumdan sonra yorumların konusu çeşitlendi!


(Foto: Teri Erbeş)

Leyla Onar ve Manuela Ergin, Midyat, Mardinli iki kadın. İkisi farklı yaşlarda; biri 5 çocuklu bir ev hanımı, diğeri ise genç nesli temsil ediyor, kuyumcu ve tek çocuğu var. Bu söyleşinizden esinlenerek, yeni neslin hamilelik sürecini eski nesil kadınlarına göre farklı yaşadığını söyleyebilir miyiz?
Tabii. Türkiye’de öncelikle teknolojik olarak farklı bir yerdeyiz. Bugün doğuma kadar bebek defalarca kontrol ediliyor, dinleniyor, hatta izleniyor; bir ya da iki önceki kuşakta bu yapılamıyordu. Sonra, ekonomik olarak da farklı bir yerdeyiz. Bir çocuk dünyaya getirme, büyütme, okutma masrafları, insanlara eskisinden daha ağır geliyor. Bir de, kadınlar daha çok çalışma hayatında yer alıyor ve önceki kuşağa göre daha geç bir yaşta doğum yapıyorlar. Tüm bunlar elbette yaşanan hamilelik süreçlerini doğrudan etkiliyor, değiştiriyor.

Hamilelik ve doğum üzerine yazdığınız bu kitapta, özellikle hiç çocuk sahibi olamayan veya olmayı seçmeyen kadınların varlığına haksızlık ve saygısızlık etmemeye, doğuma abartılı güzelleme yapmamaya özen gösterdiğinizi de belirtmişsiniz. Sizce bir kadını olduğu gibi kabul eden ve en iyi tanımlayan cümle nedir?
O cümle nedir bilemem ama orada ifade etmek istediğim duygularımın karışıklığı idi. Bir yanımla bir mucize yaşıyor gibi çok yoğun duygular hissediyordum, diğer yanımla kadının evlilikle ve doğumla tamamlandığı düşünülen, buna ilişkin on binlerce anlamsız yorumun fütursuzca yapıldığı bir toplumda, doğuma güzelleme yapıyor olmaktan gerçekten çekiniyordum. Kadınların hangi durumlarda, kaç sayıda ve nasıl doğurmaları gerektiği üzerine fetva veren politikacıların, varlıkları ile siyasetlerini yüzyıllardır bunun üzerine kurmuş olan din adamlarının arasında yaşıyoruz biz! Yani “geleneksel kadınlık” kavramından yeterince çektik, çekiyoruz. Bu anlamda üzerine bir de benim katkım olsun istemedim. Hormonların da etkisiyle son derece heyecanla yaşadığım bir dönemde, biricik olan kadın hikâyelerini olduğu gibi aktarabilmek istedim.

Bugün bir yaşında olan bebeğinize hamileliğiniz, “Bir avazda” adlı kitabınızın konusuna ilham kaynağı olmuş. Son olarak, bir sonraki kitabınızda hangi konuyla karşılaşacağımızı sorsak?
Vallahi hiç bilmiyorum.

Rita Ender’in hamilelik ve doğum üzerine söyleştiği 26 kadın:
Esin Alpan, Elmas Arus, Anna Maria Beylunioğlu Atlı, Güler Baban, Funda Şenol Cantek, Elena Cedolini, Seta Estukyan, Nüket Franco, Gönül (Birgül) Gülay, Tina İlyadu, Filiz Kerestecioğlu, Irmak Bircan, Gülsün Karamustafa, Nezihe Kayaoğlu, Nardane Kuşçu, Sevin Okyay, Leyla Onar, Manuela Ergin, Yeşim Pündük, Rosana Şapka, Duygu Tokay, Gamze Gül Özşahin, Nilüfer Taşkın, Dilan Epik Topuz, Merve Ünlü ve Jinda Zekioğlu