KİTAP - Çiler İlhan

Giriş resmi: David Diop


David Diop
’un 2021 Uluslararası Booker Ödüllü romanı “Gece Tüm Kanlar Karadır”, gençlik, fedakârlık, sömürgecilik gibi her biri ayrı kitaba ev sahipliği yapabilecek çetrefilli konuları 120 sayfaya hakkıyla sığdırmış.

 

Coğrafya savaşlarının artık biteceğini düşündüğümüz, Rusya’nın naklen Ukrayna’ya girdiği günlerde okudum David Diop’un ikinci romanı ‘Gece Tüm Kanlar Karadır’ı. Kitap yıllar öncesinde, I. Dünya Savaşı’nın bir cephesinde geçse de, öznesi insan, belli ki 100 yıldır pek değişmemiş: “Katil de benim, hâkim de. Ekim de benim hasat da… Gece ve gündüzüm. Ateş de benim, onun yakıp tükettiği odun da… Yaratan da yok eden de benim. Ben çiftim.”

Goncourt des Lycéens dahil önemli başka ödüller de almış kitap, savaşın absürtlüğünü, acımasızlığını “kardeşten de öte” iki Senegalli genç, Mademba Diop ve Alfa Ndiaye’nin üstünden, sömürülen taraftaki askerlerin gözünden anlatıyor. Fransa’nın, Afrika’nın çeşitli ülkelerinden Avrupa cephelerinde savaşmak üzere topladığı erlerden biri olan Mademba bir gün ağır yaralanıyor. Alfa, çok acı çeken arkadaşı ne kadar yalvarsa da kıyıp öldüremiyor onu ama vefatından sonra o vicdan azabıyla askerden ziyade bir nevi seri katil gibi davranmaya başlıyor. Düşmanları öldürüp ellerini kesiyor. Üçüncü ele kadar kahraman muamelesi gören Alfa, dördüncü elle birliğinin gözünde kan döken bir vahşiye dönüşüyor; o güne dek Almanları korkutmaya yarayan “ilkelliği” daha fazla hoş karşılanmıyor çünkü “…Yüzbaşının çaldığı geri çekilme düdüğü sonrasındaki delilik, tabudur.”

Kahramanların savaştan önceki hikâyelerini, geri dönüşlerle öğreniyoruz: Alfa dokuz yaşındayken annesi evi terk etmiştir; babası, köyünü özleyen annesinin mutsuzluğuna dayanamayarak gitmesine izin vermiş ama yokluğunda birden yaşlanmıştır; Mademba, öksüz kalan arkadaşına kendi yuvasını açmıştır; güçlü kuvvetli Alfa için sıska Mademba’yı korumak doğal bir görev olagelmiştir.

Diop, Uluslararası Booker Ödülü alan ilk Fransız ve ilk Afrika kökenli yazar. Paris’te doğup Senegal’de büyümüş, üniversite için Fransa’ya dönmüş yazar-akademisyen aslına bakılırsa önyargı ve “ötekilik” üzerine akademik ve edebi eserleriyle yıllardır ürün veriyor, sadece bu romanda edindiği bir mesele değil bu. Cümle ve betimleme tekrarlarıyla şiirsel bir yapı kazanan -unutmadan kitabı Fransızca aslından çeviren Aycan Başoğlu’na şapka çıkaralım- böylesine can yakıcı bir konuyu bunca zarafetle okutan kitabın bir tek sonuna hayıflandım: Büyücü-aslan-prens hikâyesi veya anlatıcı değişikliği gibi numaralara bence gerek yokmuş. Olduğu gibi zaten müthiş, büyülü ve bilge, bu roman: “İnsan ne isterse düşünme özgürlüğüne sahip olduğunu zannettiğinde, diğerlerinin kılık değiştirmiş düşüncelerini, anne babasının yanlış düşüncelerini… arkadaşlarının, hatta düşmanlarının bile gizli saklı düşüncelerini sinsice sahiplenme tehlikesine karşı dikkatli olmalı.” Belki de bu cesarettir, bir yazarı büyük yapan.