1822 yılında bir sonbahar günü 52 yaşındaki Beethoven ev kıyafetlerinin üzerine eski paltosunu geçirdi ve yürüyüş yapmak için evinden çıktı. Son günlerde kulakları giderek daha az duyuyordu ve yoğun seslerin, melodilerin dünyasında yaşarken yavaş yavaş sessiz bir mezarın içine girdiğini hissediyordu.

Düşünceler içerisinde yürümeye başladı. Komşuları onun sabahları yaptığı dalgın kısa yürüyüşlerine alışkınlardı ama Beethoven o gün her zaman yürüdüğü parkuru, kafasının içindeki müziğe dalmış bir halde aştı yürüdü, yürüdü durdu.

Saatler saatleri kovaladı ve güneş batarken, şehrin dışında besteciyi tanımayan insanlar, fark etmediği yorgunluğundan patikalarda amaçsız sallana sallana yürüyen kılıksız bir adamı bölgenin polisine şikâyet ettiler. Polisler besteciyi durdurdular, hüviyetini sordular ve hiçbir şey duymayan Beethoven boş gözlerle onlara bakınca da onu serserilikten gözaltına aldılar.

Öte yandan her zamanki saatinde evine dönmeyince hizmetçisi korku ile Beethoven’in muhtemelen kaçırıldığını ihbar etmişti. Şehir polisi de Beethoven’i aramaktaydı. Beethoven o dönemde bir milli kahraman idi ve kaybı ülke çapında üzüntü yaratabilecek bir felaket olurdu.

Bırakın cep telefonunu, ne telefonun ne de telgrafın olmadığı bir dönemde Beethoven’in bir kasaba karakolunda zindanda olduğu anlaşıldığında vakit gece yarısını geçmişti. Bin bir özürle polisler Beethoven’i kasabanın en iyi evine yatmaya götürdüler. Viyana belediye başkanı sabah erken saatlerde makam arabasıyla Beethoven’i kaldığı evden bizzat alıp şehre, evine geri getirmek için kasabaya gitti. Onu gördüğünde defalarca polisler adına özür diledi ve bu garip olay kısa zamanda unutuldu gitti.

“An die Freude” - Neşeye Övgü
Tarih bize anlatıyor ki, o yürüyüş günü, kulakları duymayan Beethoven kafasının içerisinde klasik müzik tarihinin en büyük bestelerinden birini yapmaya başlamıştı. Çünkü yaklaşık bir buçuk yıl sonra, 7 Mayıs 1824 gecesi Viyana halkı Beethoven’in yeni eserini dinlemek için opera binasında toplandı. Şehrin aristokratları, İmparator ve ailesi ile birlikte yazlıklarına gitmek için Viyana’yı çoktan terk etmişlerdi. Bu yüzden konser salonunun yöneticileri o gece, genellikle bu tip konserler için parası olmayan halka ucuz biletler sattılar. Beethoven’in artık hiçbir şey işitmediği biliniyordu, halkın konser dinlemekten çok, küp gibi sağır besteciyi bu haliyle orkestra yönetirken görmek için gelmiş olduğu bir sır değildi.


O gece, büyük Alman ozanı Schiller’in 1785 yılında yazmış olduğu “An die Freude” (Neşeye Övgü) isimli meşhur dizelerinin Beethoven tarafından bestelenmiş halinin ilk kez sunulacağı ilan edilmişti. Şiir, savaşa ve çatışmaya karşı barışın çığlığı niteliğinde idi ve bestelenmiş halinin de o duyguları çiçeklendirmesi beklenmekteydi. Ve bugün bütün dünya tarafından 9. Senfoni adı ile bilinen o eserin ilk kez duyulacağı o gece, müzik otoritelerinin Beethoven’in doğru dürüst bir eser ortaya çıkarıp bir de üstüne orkestrayı yönetmeyi becerebileceğine olan güvenleri yoktu. Ne kadar dâhi olsa da sağır bir bestecinin bestelediği bir senfoniden bahsediyoruz. Üstelik Beethoven eserini yalnız kendisinin yönetebileceğini ısrarla söylemiş, aksi takdirde çalınmasına izin vermeyeceğini kesin bir dille belirtmişti. Müzisyenler ve salon yöneticileri üstada olanaksızlığı kimin anlatabileceğini günlerce düşündüler ve sonra da müzik tarihinin en büyük dalaverelerinden birini yaparak ikinci bir orkestra şefine daha görev verdiler.

Beethoven sahneye çıktı, seyircilere eğilip selam verdi, orkestraya döndü, elindeki bageti kaldırdı ve ...

Ve orkestra üyeleri Beethoven’in arkasında balkonda köşede bulunan şef Michael Umlauf’a gözlerini diktiler. Umlauf’u ne Beethoven ne de izleyiciler görmediler ve Beethoven ölene kadar da orkestrayı o gece ve öncesindeki provalarda bir başkasının yönettiğini bilmedi.

Konser olağanüstüydü. Seyirciler büyülenmiş gibiydiler. Senfoninin son notaları da çaldıktan sonra salonu çok büyük bir sessizlik kapladı. Tıpkı Beethoven’in kafasının içerisindeki sessizlikti bu. Beethoven müziğin sona erdiğinin farkında değildi yönetmeye devam ediyordu. Halk sessizce ve saygıyla onun hareketlerinin sona ermesini bekledi ve durduğu anda salonda bulunan herkes ayağa kalktı çılgınca alkışlamaya başladı. Halk sevgiyle “Beethoven Beethoven” diye bağırmaktaydı ama besteci hiçbir şey duymuyor, halka arkası dönük, sessizliğinin içinde duruyordu. Sonunda koroda bulunan meşhur kontralto Karoline Unger kalktı, bestecinin yanına geldi, şefkatle elinden tutup onu halka doğru çevirdi. Beethoven önündeki büyük coşkuyu gördü, sessizliğinin içinde izledi, ağlamaya başladı.

Beethoven ne kendi hıçkırıklarını ne de 9. Senfoniyi hiçbir zaman kulakları ile duymadı. Akademik çevrelerde Beethoven’in Schiller’in şiirini “Özgürlüğe Övgü” olarak nitelendirmiş olduğu söylenir. Ve bence de ancak “Özgürlük” bir besteciyi bu denli coşturabilirdi. Ne yazık ki o tarihten sonra hiçbir senfoniyi bitirememiştir.

Şimdi arkamıza yaslanalım ve vakit ayırıp 9. Senfoniyi bu öyküyü düşünerek bir daha dinleyelim. Bu olağanüstü senfoniyi tek bir fısıltı bile duyamayan bir dâhinin, derin ve sessiz yalnızlığının içerisinde bulduğu özgürlüğünde nasıl yarattığını anlamaya çalışalım.

Beethoven’i, durmadan dinlenmeden çalışmasını ve konserdeki göz yaşlarını anlamak için, ölmeden önce her ortamda böbürlenen bir sopranoya yazmış olduğu şu cümleleri okumak gerekiyor.

Şunları yazmıştı; “Gerçek sanatçı yaptığından gurur duymaz… Başkaları ona hayranlık duymasına rağmen o hüzün içindedir. Dehasının uzaktaki, yol gösterici pırıltıya ulaşamayacağını bilir. Çaresizdir.”

------------

Notlar
9. Senfoni 1972 yılında Avrupa Konseyi’nin, 1985 yılında da Avrupa Birliği’nin marşı olarak kabul edilmiştir. Berlin duvarına karşı gösterilerde, Şili’de askeri cuntaya karşı direnişte, Çin’de Tiananmen Meydanı ayaklanmasında simge olarak kabul edilmişti.