Haber Fotoğrafı: Chicago Dünya Fuarı alanı

1893’te Chicago, insanlık tarihinin en büyük teknolojik gösterisine sahne oluyordu: Chicago Dünya Fuarı… Bu öylesine destansı bir olay olmuştu ki, Buffalo Bill, Thomas Edison, Nikola Tesla, Clarence Darrow, Susan B. Anthony, Jane Addams ve Arşidük Francis Ferdinand dahil ABD nüfusunun yaklaşık %42’si fuara katılmaya gelmişti. Devasa alanda parlak beyaza boyanmış on dört binadan en büyüğü, muhayyilenize (hayal etme gücünüze) yardımcı olayım, Madison Square Garden, St. Paul Katedrali, ABD Başkenti ve Büyük Giza Piramidi’ni aynı anda içinde barındıracak kadar büyüktü.


Fuarın en ilgi çekici icatlarından biri elektrik idi ve insanlar ilk kez elektrik denen olgu ile karşılaşacaktı. Ancak sergilenen sayısız ünlü ilkler bile 2.000’den fazla insanı fuar alanının üzerinde yaklaşık 300 fit (yaklaşık 91m.) yüksekliğinde uçuran devasa tekerleğin yanında sönük kalmıştı. Bugün en basit ifadesi ile dönme dolap dediğimiz bu tekerlek, genç bir mühendis tarafından Fuar için icat edilmiş, türünün ilk örneğiydi.

Chicago Dünya Fuarı’nın ezici harikaları, ortaya çıktıkları çağın simgesiydi. 1890’larda başlayan bir icat dalgası tüm Amerikalıların yaşamını değiştirdi ve buna bağlı olarak Amerikan toplumunun dokusunu sarstı. Bazıları için, Fuarın harikaları sonraki yaratıcı çalışmalara ilham verdi, tetikledi ama diğerlerine göre yenilik, korkularının hortlaması, tehlikeli fikirlerin ilerlemesi, bilinçsiz halkın eksik, deneysel teknolojiyi test etmek için gönüllü olması, hasılı sonun başlangıcıydı.

Teknoloji değişir, insanlar hep aynı kalır
Yenilik değişimdir, bilinmeyendir ve ‘bilinmeyen’ insan için her zaman ürkütücü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu gibi dinin hakimiyetindeki toplumlarda, her türlü tehlikeli addedilen yenilik, Şeyhülislam’ın filtresinden geçer. Nitekim Abdülmecit’in, Kırım Savaşında ölen askerlerin anısına hibe ettiği arazi üzerine inşa edilen Beyoğlu’ndaki Kırım Anglikan Kilisesine teşekkür olarak Kraliçe Victoria’nın Padişaha hediye olarak gönderdiği Londra’da trafiğe yeni çıkmış otomobil, İstanbul yollarında insanların korkudan kaçışmasına neden olmuştu. Halk tedirgin, Saray tedirgin, Şeyhülislam’dan fetva isteniyor ve Şeyhülislam ne diyor dersiniz? Elbette ki, “şeytan işidir” diyor ve güzelim otomobil Sarayburnu’ndan denize atılıyor.

Gelişmiş batıda ise, bir dolu olumsuzlukları olanların aksine yaşamı hep daha iyiye götürecek yeni teknolojilerin çeşitli biçimlerini filtreleme / uyarma işi, gerek insanlar gerekse bilim, basın, toplumun ileri gelenlerinin başlangıçtaki olumsuz yorumları ile olmuş, hatta bu odaklar, bazılarını bir süre geciktirmeyi, hatta daha da ileri giderek satılma ve kullanılma şeklini değiştirmeyi dahi başarmışlardır.

Technophobia, ileri teknolojiye duyulan yoğun korku, şüphe, tedirginlik, şaşırtıcı derecede yaygındır.
Bazı uzmanlar, yeni teknolojiyle karşı karşıya kaldığımızda hepimizin az miktarda da olsa tedirginlik yaşadığımıza inanıyor. Teknoloji taraftarları, genelde technophobic olanları suçlar: “Sizin gibi şüpheciler yüzünden gecikmede kalıyor atabileceğimiz ilerici adımlar.” Nitekim Robert Fulton buharlı gemisini ilk kez halka tanıtırken limanda toplanan kalabalıktaki karamsarlar aralarında hep, Çalıştıramayacak, çalıştıramayacak” diye fısıldaşmışlar. Derken, bir buhar bulutu içinde gemi birden hareket edince aynı topluluk, bir anlık toparlanmanın ardından yine o minvalde ama bu kez Durduramayacak, durduramayacak...” diye devam etmişler.

Yeniliklerin çukurunu kazanlar
Eski keşif ve icatlar nispeten daha mantığa yakın, daha masum oldukları için insanları o kadar da şaşırtmıyordu. Eski Yunan’da mesela ünlü filozof Sokrates, yazıya karşı çıkmıştı. “Yazı” demişti, “insanların bilgiye hazır ulaşmalarını sağladığından onların hafızalarını kullanmalarına engeldir.”


Sokrates

Zamanla, hele ki Orta Çağın bağnazlığından uzaklaştıkça, beyinler gittikçe daha karmaşık buluşlar yaratmaya başladı. O zaman da sıradan halk, havsalasının alamadığı gelişmelere bir tedirginlikten öte, bariz bir korku ile yaklaşmaya başladı. Nitekim, yalnız halk değil, aldığı tepkilerin ardından “radyo”nun mucidi Marconi’nin kendisi bile kimyacı Sir James Irvin ile mülakatında ona, “Bilmiyorum, gerçekten insanlığa bir yararım oldu mu, yoksa yeni bir tehdit mi yarattım?” diyecekti.

1878’de, New York Times bir yeniliğin, Thomas Edison’un fonografının peşine düşüyordu. Fonograf, ileride plakçalar olarak yaygınlaşacak olanın ilk versiyonuydu ve insanların güvenemeyecekleri biri tarafından kaydedilmekten korkacağını iddia ederek Edison’un Fonografının “Toplumu Yok Edeceğini” ileri sürerek, piyasaya çıkışını bir yıl kadar geciktirdi. Neredeyse 140 yıl geçti aradan, toplum hala yok olmadığı gibi, yerine gelen onlarca farklı müzik kaynakları da toplumu yok edemedi. Zavallı Edison’un sadece gramofonla değil, elektrik adlı buluşu ile de başı beladaydı; yetmedi, Henry Ford adlı ünlü girişimci bile, “Dünyanın en büyük mucidi ama en berbat iş adamı” diyerek onu yerin dibine batırmıştı. Yeni icadı elektrik enerjisi, ülkenin dört bir yanında kullanılmaya başlanınca, münafıklar hemen geceleri aydınlıkta kalacak olan kadın ve çocukların gerek yaban hayvanları gerekse de kötü niyetli kişilerin saldırısına açık bir duruma gelebileceklerini iddia ederken, gün ışığının sağladığı aydınlığın da aynı sonuçlara yol açabileceğini atlıyordu. N.Y Times’in ukalalığı bu kadarla da kalmıyordu. Dergi, otomobillerin hiçbir zaman bisikletler kadar yaygınlaşamayacağını da iddia etmişti. Bu, her yeniliğe burnunu sokup müdahale eden basın kuruluşu, bir tek telefonun “insanları birbirine yabancılaştıracağı” iddiasında haklı çıkacaktı, o da ancak yıllar sonra, günümüzdeki cep telefonlarının yaygın kullanımı ile.


Edison New York'u aydınlatıyor

Bazı durumlarda insanlar bir yeniliğe, sadece başka bir alana veya kendi sektörlerine zarar vermeye başladığı için karşı çıkmışlardır. 1900’lerin başında nispeten yeni olan sinema, tiyatrodan seyirci çalmaya başlamıştı. Charlie Chaplin 1916’da sinemanın “Sadece bir moda”, bir heves olduğunu ileri sürerken, günün birinde sinema sayesinde ulusal bir ün kazanacağını aklına bile getiremezdi!

Günümüzde yaşadığımız çoğu yenilikler ise hem insanın havsalasının alamayacağı cinsten hem de ciddi derecede ürkütücü.
Yıllar önce Köln’de ziyaret etmekte olduğum fuarda ilk kez Honda’nın o yıllarda çok ses getirmiş yepyeni icadı, insansı robot Asimo karşılamıştı beni. Girişten itibaren peşime takılan Asimo, sürekli kulağıma “Kimsin, adın ne, nereden geliyorsun” gibi sorular sorarken, robot olduğunu bile bile nasıl tedirgin olmuştum! Ben kaçtım o kovaladı, ben kaçtım o kovaladı…


Asimo

King’s College & London University tarafından 2005 yılında e-postalar üzerinde yürütülen bir araştırma, e-postaların, metinlerin ve telefon mesajlarının IQ ve konsantrasyon için esrar kullanmaktan daha büyük bir risk oluşturduğunu iddia ediyordu. Öte yandan artık yaşantımızın bir parçası olan bir sanal gerçeklik olgusu var. Önceleri oyun salonları ile sınırlı yerlerde karşılaştığımız sanal gerçeklik artık her alanda var! “İyi de,” diyor yazar Howard Rheingold, “bu sanal ortamdaki eylemlerin aslında insanların ruhundaki hayvani duyguları uyandırabileceğinin farkında mıdırlar?”

“Düşünün,” diyor, “ofisinizin sanal bir modelinde, sanal bir pompalı tüfek alıp patronunuzu havaya uçuruyorsunuz. Bu o an size eğlenceli gelebilir ama, fantezide yaptıklarınız gerçek hayatta yapacaklarınızı tetikleyebilir mi???”

Bazı korkular, bilimsel olarak doğrulansalar dahi, yaygın kullanımlı birtakım yeniliklerin ekonomi mekanizmasındaki önemi nedeniyle bilinçli olarak yalanlanabilir düşüncesiyle, yüksek gerilim hatları, cep telefonu baz istasyonları, hatta akıllı telefonların kendilerinden bile ortamda maruz kalınan elektromanyetik dalgalarının kanserojen etkileri de uzun süredir tartışma konusu.

Korkular vardır, temelinde korku kadar, dinî sakıncalar da yatmakta. Mesela klonlama söz konusu olduğunda, yaradılışa bir karşı çıkış, bir günah olgusu devreye girmekte. Klonlama sadece canlı organ yaratıp organ bağışına çözüm bulmak kapsamında gerçekleştiği sürece sorun olmasa da ortada bir Dolly gerçeği var!


Dolly
Hatırladınız mı? Roslin Enstitüsü’nden Ian Wilmut ve Keith Campbell’ın önderliğinde yürütülen projenin sonucu olarak dünyaya gelen ve Dolly adı verilen kuzu, kendinden altı yaş büyük olan bir koyunun genetik kopyası yani klonuydu ve Dolly’nin vücudundaki hücrelerin genetik malzemesi olan DNA, kendisinden büyük olan koyunun meme bezinden alınmıştı. Buradan hareketle, bilim insanlarının beyinlerini dinlendirmek adına, mizaha ne kadar ihtiyaç duydukları ortaya çıkıyor. Çünkü Dolly, ismini, kısa boyuna rağmen büyük memeleri olan Amerikalı country şarkıcısı Dolly Parton’dan almıştı.

Son yılların en büyük korkularından biri de henüz bir sonuç alınamamış olsa da GDO’lar, ardından da küresel ısınma.

“Pan Metron Ariston”
Bazıları teknolojiyi tamamen terk etmemiz ve daha basit bir yaşam tarzına dönmemiz gerektiğini iddia edebilir ama teknoloji artık yaşamımızın, dünyamızın bir parçası ve gayrı kaptırmışız kendimizi çarklarına, hiçbir şeyin geri dönüşü yok. Faydaları çok büyük ama karşılığında ödenecek bedeller de büyük.

Sigara bağımlısı olduğum geçmişte, aile dostumuz bir doktorun uyarılarına maruz kalınca, “Allah aşkına doktor, havamız, sularımız kirli, bitkilerimizin bünyesinde sistemik ilaçlar, her taraftan radyasyon mağduruyuz, topraklarımız yorgun, GDO tüketiyoruz da bütün kabahat şimdi şu içtiğim sigarada mı?” demiştim. O halde nereye elimizi atsak çocuk ağzı ile “cıss” olan bu yaşamda tek çıkar yolumuz eski Yunan filozofu Kleovulos o Lindios’un bir deyişi olan ve “Her şey bir karar ölçüsü dahilinde” (olmalı) anlamındaki şu söz: Pan Metron Ariston. Sonuçta Elon Musk’ın deyişi ile “Life is too short for long term grudges”ı şöyle yorumlayalım: “Yaşam, olumsuz taraflarına takılmamamızı gerektirecek kadar kısa.”