İstanbul doğumlu bir sanatçıdan söz ediyorum... Ody Saban, orta okul eğitimini tamamladıktan sonra İsrail’de yaşamaya gitti. Sanat eğitimini İsrail’de tamamladıktan sonra bu kez Paris’e gitti. Musée National d’Art Moderne Georges Pompidou’da çocuklar için atölyelere liderlik etti. Dans, resim, şiir ve performans… çok çeşitli sanatsal çabalarla hem kendini eğitmeye hem de liderlik yapmaya yönelik etkinliklere katıldı. Bir süre New York’ta yaşadıktan sonra tekrar Paris’e döndü. Eserleri kendi iç dünyasını yansıtan sıcak renklerden oluşuyor. Eserlerinde, tutkuları, kişisel inanç ve düşüncelerini konu alıyor.

Bu söyleşimizde sanatçının “Plasenta” adlı eserini konuşacağız. Ody Saban bu eseri ile, sürrealist yaklaşımı şiirsel bir anlatım ile birleştirerek, dünyaya adeta meydan okuyor. Bu eser ABD’de ve Paris sergilerinde yerini aldı. ABD’nin Atlanta eyaletindeki “Polymorph Bodyshop”, sürrealist bir sergi idi. Sergi, aynı zamanda canlı performanslar ile desteklenmekte idi. Bu serginin bir amacı da dünyanın dört bir yanında olan “Biz hem fil yem de balığız” diyen sürrealistleri bir çatı altında toplamaktı. Harika olan ile “yüzleşmek” ana tema idi. 2001 yılında kurulan Galerie Les Yeux Fertiles ise, uluslararası sürrealist akımdan etkilenen veya kariyerlerinde sürrealist bir dönem geçirmiş olan sanatçıları ağırlıyor. 2022 yılında Ody Saban’ın bir sergisine de ev sahipliği yaptı. Sanatçı bu sergi sırasında kendisine yöneltilen sorularda eserlerinde tüm ögelerin özenle seçildiğini ve birbirleri ile içiçe olduklarını vurguluyor. Kadının üretime ve eğitime olan katkısını da anlatan eserlerinde yangınlar dikkati çekiyor. Ody Saban bu yangınların kadının iç dünyasını da yansıttığını ifade ediyor. Ody Saban Colin Rhodes’un Outsider Art (Aykırı Sanat) kitabında da yer aldığını belirtti. Bu kitap kendi kendini yetiştirmiş, halk sanatçıları, sanat piyasasının dayattığı marjinal ötesinde üretilen eserleri kendine konu edindi. Bu kapsamlı rehberde Colin Rhodes “Aykırı Sanat’ın” tarihini ve önemli figürlerini de inceledi.

“Plasenta” adlı kitabın ardından eserin serüvenini, anlattıklarını bizimle paylaşır mısınız?
Bu kitap torunum Victoire’a hediye etmeyi düşündüğüm bir çalışma idi. 2012’de başlayan bu çalışma, ilk önce torunumun sevimli oyuncaklarını, içinde pirinç tohumları olan kumaş çıngıraklarını içeriyordu. Aynı esere, sık sık seyahat eden bir arkadaşımın hediye ettiği Kızılderili ormanında sırtında bebeği ile bir anneyi temsil eden kumaştan oyuncak ekledim. Bu dokunsal kitapta amacım torunuma çeşitli zamanlarda kullandığı objeleri ekleyerek bir hatıra yaratmaktı. Torunumun küçük parmakları ile dokunabileceği ilk çıngıraklarını yaratmak istedim. Ve tabii ki, her zamanki mükemmeliyetçi yaklaşımım ile “çocuk ve müzik” eğitimine gittim.

Bu noktada çocuklar için müziği anlatmak ister misiniz?
Tabii ki. Benim müzik eğitimim İstanbul’da piyano ile başlamıştı. Daha sonra flüt, mızıka ve davul hayatıma girdi. Zaman zaman şarkı da söyledim. Bu eğitimden sonra kendi tasarımlarım devreye girdi. Ping pong toplarını, plastik kutuları kapladım. İçerlerine pirinç veya nohut taneleri koydum. Her birinden farklı tınılar elde ettim. Ve torunuma verdim. Daha sonra hazırladığım kitaba ekledim.

Bu naif süreç ilerlerken neler oldu?
Evet olay farklı bir çerçeveye dönüştü. ABD’den bir sergi teklifi aldım. Proje beni çok heyecanlandırdı ve kabul ettim. Sergiye katılan sanatçılar, insanın bir organını temsil edecekti. Sergide temsil edilen organın bir diğer yorumu olmayacaktı. Ben de plasenta organını seçtim.



Neden plasenta?
Plasenta sihirli bir organ. Birden, Françoise Dolto’nun kitabındaki, “Plasentandan çık, dışarı çık, aksi taktirde bu senin ölümün” cümlesi kulaklarımda mırıldandı. Bu sürece bir tesadüf daha eklendi. Psikanalist arkadaşım Tamara Landau, bana yeni yayınlanmış kitabını hediye etti. Kitap doğum, yaşam verme, hamilelik diyalogları ve ayrılmalar konularını işliyordu. Tamara, embriyo, fetüs, plasenta metamorfozundan bahsediyordu. Kuşaklar arası buluşmadan söz ediyordu. Bu hipoteze göre, fetüs büyükannenin anısını anneye, ve anneye plasentadan fetüse kendi hafızasını iletir. Aşk, rüya, şans, tesadüf gibi kavramlar bu kitapta ele alınıyor. Bu hipoteze göre kadın “tersine çevrilmiş ağaç” olarak da nitelendiriliyor. Anne başta fetüs bağlantısı plasenta ile kuruluyor ve bebeğin doğması ile organ kendini yok edip sadece ilettikleri ile var oluyor. Etkileyici. Tıpkı Mordyssabath imzası gibi.

Şimdi de bu imzadan bahsedebilir misiniz? Olaylar o kadar içiçe ki. Her sözünüzden farklı anlar çıkıyor. Sanırım yaratıcı olmak sanatçı olmanın gerekliliği mi?
1990 yılından beri iki sürrealist sanatçı, eserlerimizi 4 elle yapıyoruz. Belçika doğumlu, Paris Belçika arasında mekik dokuyan arkadaşım Thomas Mordant ile iki kişi çalışıyoruz ve tek imza atıyoruz. “Mordyssabath” imzası yukarıda bahsettiği Tamara Landau’nun fikirleri ile de örtüşüyor. İki kişi birbirini tamamlar ve sonuçta bir bebek dünyaya gelir. Tıpkı bizim eserlerimiz gibi. Tam bir metamorfoz örneği.

Tüm bu bilgiler o kadar girift ki, birbirinden ayırmak çok zor. Biri bir diğeri olmaz ise eksik kalır. Tıpkı doğum gibi yaşam gibi. “Plasenta” adlı eserinizde birçok kumaş ve objeler de var. Aile anıları eserde toplanıyor. Şimdi de bundan söz edebilir misiniz?
Bu tesadüfler zinciri evrenimi tam bir sevinç ile doldurdu. Ve hepsi büyülü bir anlam aldı. Eserimdeki kumaşlar ve objeler ailemden ve arkadaşlarımdan anılardır. Annem Kler Penso Saban’ın, kızıma ve bana diktiği elbiselerden parçalar, kuzinim Fifi Sağız’ın elbisesinin gülleri, anneannem Fortüne Sadaka Penso’nun broderi ve dantelleri, torunumun bana getirdiği portakalların kırmızı filesi, plastik ilaç kutuları... Bir hatıra defteri gibi. Geride kalmış bir geçmiş zaman misali ileriye giden yaşantıya dönüştü. Duvara asılır, tavandan sarkabilir, çanta olur, masanın üzerinde durur, hareket eder, ses çıkarır, kokuludur, dokunulabilir. Tıpkı aile gibi...