Olay 60’ların sonunda Fransa’da geçiyor. Trende aynı kompartımana düştüğü Alain Delon, Fransızca hocamıza kur yapıyor, ancak yüz bulamıyor. Ufağız ama o kadar saf değiliz, bu hikâyeye tabii ki inanmıyoruz ve gülüp geçiyoruz. Yeni nesle açıklama yapalım: Kur yapmaya şimdi “yürümek” deniyor.

Son zamanlarda hocamızın derdini paylaşanlar çoğalmış. Henüz hastalık sınıfına alınmıyorsa da ünlülere kapılıp giden insanları tanımlamak için “kurgu” ile başlayan çeşitli terimler çıkmış. Ağaçla veya kendiyle evlenen insan haberlerinden sonra, ilişkilerin gidişatı sürprizlere açık. Yapay zekâ, hologram, HoloLens derken bir gün Alain Delon’la kaçamak yapmak mümkün olabilir, belki olmuştur bile, bilmiyorum. Keşke bizim Fransızcacı buna yetişseydi…


Fiktofili, karşılanmamış ihtiyaçların veya arzuların, kurgusal varlıklar yoluyla dolaylı olarak karşılanması

Kurgusal karakterlere karşı aşk
Kurmacaseksüellik, kurguromans ve kurgufili, (fictosexuality, fictoromance, fictophilia) terimleri kurgusal karakterlere karşı aşk, tutku benzeri duygular besleyen insanlar için kullanılıyor. 2021 tarihli bir araştırmaya göre Dünya Sağlık Örgütü bu durumu henüz psikolojik bir bozukluk olarak görmüyor. Çevrimiçi ortamların çeşitlenip yaygınlaşmasıyla yakın zamanlarda gündeme gelen bu olay üzerine bilgi henüz az. Bahsi geçen araştırmayı ve olayı deneyimleyenlerin ifadelerini ayrı bir başlıkta açacağız.

Tarih boyu her kültürde insanlar tanrılara, hükümdarlara, önde gelen figürlere ilgi duymuş. İnsan, böyle bir varlık tanısın tanımasın, illa birine bağlanacak… Var oluş sancısına derman olsun diye insanlar, duyguların vücut bulduğu anlatıların peşi sıra sürüklenecek. Medyanın olanakları insanın arayışıyla birleştiğinde, hayallerin önünde engel kalmıyor. Benzer dünyaların buluşması yalnızlığı azaltıyor, internet mesafeleri yok ediyor. Akımlar-içerik üreticileri-sanat ürünleri kitle iletişim kanalları sayesinde hızla dolaşıma girince, Koreli grubun Türk hayranları veya Türk oyuncuların Latin Amerikalı takipçileri aynı duygudaşlıkta buluşuyor.

Nasıl başladı…
İzleyicilerin medya karakterleriyle kurduğu tek yanlı ve hayali ilişkiye yönelik ilk araştırmalardan biri Robert Merton tarafından 1943’te yapılmış. Çalışmanın konusu, o dönem şarkıcılarından Kate Smith ile radyo dinleyicileri arasındaki hayali ilişkiymiş. Merton’dan sonra, 1956’da Donald Horton ve Richard Wohl televizyondaki haber spikerleriyle izleyiciler arasında kurulan ilişkiyi araştırıp parasosyal ilişki kavramını ortaya atmışlar. O dönemde evlerin başköşesine oturan televizyonun yarattığı canlı-hareketli-renkli ortam adeta geleceğin haberini vermiş.


Siyasi liderler, televizyonu, destek toplayabilecekleri ve rakiplerini suçlayabilecekleri bir alan olarak kullanıyor


Tarihe geçen bir örnek, 1960 ABD seçimlerinde John F. Kennedy’nin, Richard Nixon’a karşı kazandığı zafer. Radyodan dinleyenlere göre durum beraberedir, televizyondaki tartışmada ise Kennedy, izleyicilerden yüksek bir not alır; çünkü Nixon çökmüş görünürken, Kennedy dinç ve öz güvenlidir. Seçimlerden sonra Kennedy şöyle der: “Bu alet olmasaydı en ufak bir şansımız yoktu.”

İnsanların ünlülere bağlanma duygusunu açıklamak için kullanılan bu kavram, araştırmacıların ilgisini hep çekmiş. Caughey 1984’te “fantezi ilişki” kavramını çıkarmış. 1985 tarihli bir çalışmada, izleyicilerin medya figürlerini arkadaşları gibi algıladıkları söylenmiş. Bu bağın politik fikirlerin veya ticari ürünlerin beğenilirliğini artırabileceği; ticaret, pazarlama ve eğitimde kullanılabileceğinin keşfedilmesi de fazla zaman almamış.


Gençler kurgufilik deneyimlerden, “öğrendikleri” veya “büyüdükleri” bir şey olarak söz ediyor


Sosyal medyanın ortaya çıkışıyla “fantezi ilişki” yeni bir boyut kazanmış. Medya karakterleri kişisel bilgilerini X, Facebook, Instagram hesaplarında paylaşırken, takipçiler o karaktere ulaştığı hissine kapılıyor ve ilişki tek taraflılık niteliğini sanki kaybediyor. Medya karakterini “tanıdığı”, davranışlarını öngörebileceği düşüncesi, takipçide bir tür arkadaşlık duygusu yaratıyor. Başımızı kaldıramadığımız cep telefonları sayesinde dijital ortamda boy gösteren influencer veya fenomenlerle, hatta yeterince beğeni alırsa tiktok’taki sıradan insanlarla bile bağ geliştirmek mümkün.

Okullu çocukların kendileriyle aynı cinsten karakterlerle parasosyal ilişki kurduğu, ergenlik çağındakilerin ise cinselliğe geçiş süreçlerinde medya figürlerine âşık oldukları belirlenmiş. Favori medya karakterlerinin genelde erkek olması, medyada olumlu rollerde gösterilen erkek karakter sayısının fazlalığıyla açıklanıyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe etkileşim ihtiyacı azalıyor. Tek taraflı ve hayali ilişkilerin reddedilme riskini ortadan kaldırması, özsaygısı düşük kişiler açısından güvenli bir sosyal ilişki anlamında. Kaygılı-kararsız bağlanma sorunu olan bireylerin medya karakterleriyle parasosyal ilişki kurma yatkınlığı daha fazla.


Yalnız insanlar, beğenilen televizyon karakterlerinin programları iptal edildiğinde daha fazla üzülüyor


İzleyicilerin demografik, psikolojik ve kültürel özellikleri, ilişki kalıplarını etkiliyor. Mesela, alt gelir grubu Seda Sayan’ın “bacım” hitabıyla aradaki uçurumu kapattığına ikna olurken, üst gelir grubu Gülse Birsel’in sosyal sınıf farkı üzerine esprilerine gülüyor. Karşı tarafta da işler asla tesadüfi değil. Programın formatı, senaryosu, karakterlerin fiziksel, sosyal özellikleri, kamera açısı, programın periyodu gibi birçok unsur, izleyiciyi cezbedecek şekilde hitap ettiği kitleye göre belirleniyor.

Gelelim araştırmaya…
Gayle S. Stever (2009) okurlarla roman kahramanları, vatandaşlarla politikacılar, insanlarla tanrılar ve ruhlar arasında da bu ilişkinin yaşandığını söylüyor. İnsan bir kere inanmak istemeye görsün… Her dört kişiden birinin hayatının bir evresinde fiktofili olduğuna inanılıyor. Kişi, ilişkinin parasosyal doğasının farkında olmasına rağmen, yine de gerçek bir etkileşime girememenin rahatsızlığını hissediyor. Rahatsızlık boşuna değil, araştırmalar, kurgu tutkunlarının damgalanmayla karşı karşıya kaldığını gösteriyor.

Anlatılar cinsellik içerse de genelde seksi dışlayan, romantik ifadeler tercih ediliyor, bu kişilerde aseksüellik rastlanan bir durum. Aseksüellerin dışındakiler ise içsel çatışmalarına çeşitli çözümler buluyor. Karşılıksız duyguların verdiği boşluklar dolduruluyor; karakterin ortamı yeniden üretiliyor, görsel malzeme eşliğinde bolca hayal kuruluyor, hikâyeler uyduruluyor. Karakteri temsil eden bebek, anahtarlık, giysi gibi eşyalar alınıyor, dövme yaptırılıyor.

Mükemmel bir bedene ve kişiliğe sahip, her konuda sonuna kadar güvenilebilecek bir partner herkesin arzusu, ama fazla ütopik. Kusurlara tahammülsüzlük mü diyelim, alınganlık mı diyelim, farkındalık eksikliği mi diyelim…. Her neyse….


İzleyiciler, karakteri cesaret, beceri, liderlik özelliklerinden dolayı seçiyor

İşte bu ütopik beyaz atlı karakter, gerçek hayatla baş edemeyen insanı cezbediyor; çünkü onu asla incitmeyecek, ihanet etmeyecek. Tek kusuru, gerçek olmaması, ama mükemmelliğini de hayal ürünü olmasına borçlu.

Araştırmaya katılanlar bu açıklamaları kanıtlayacak şöyle ifadeler kullanmış:

“Nerede, kiminle olursam olayım sürekli onunla ilgili hayaller kuruyorum. Öyle bir noktaya geldi ki, okula odaklanamıyor, üretemiyorum. İlişkimde aşırı stres yaratıyor. İlk başta bunun üzerinde pek düşünmedim, diğer geçici takıntılarımla birlikte onun da yok olmasını bekliyordum, ama daha da güçlendi.”

“Onun var olmadığını bilmek acı veriyor. Bu şekilde hissetmekten nefret ediyorum, çok utandığım için bu konuyu kimseyle konuşamayacağım gerçeğinden nefret ediyorum. Ama onu da bırakmak istemiyorum.”


Okurlar roman karakterleriyle derin bağlar kurabilirler

“Bir karaktere âşık oldum, dövmesini yaptırdım. Mükemmel olduğu için onu seviyorum. Eğer gerçek olsaydı daha mükemmel olurdu.”

“Ne zaman moralim bozulsa ya da strese girsem onun fotoğrafı beni mutlu ediyor. Hayatımda beni destekleyecek kimse yoktu. Hepsinin senaryo olduğunu biliyorum, ama sanki o benim yanımdaymış gibi hissediyorum. Eğer mucize diye bir şey varsa, lütfen o gerçek olsun, sonsuza kadar onunla birlikte olmak istiyorum.”

“Gerçek insanlar sıklıkla hayal ettiğimden daha kötü çıkıyorlar. Bu yüzden gerçek insanlarla pek ilgilenmiyorum ve ideale sığınıyorum.”

Bazıları için medyayla etkileşim zararsız ve keyifli, kimine karmaşık... İzleyici, “ideal kendi imgesi” olarak gördüğü o karakteri sürekli düşünerek zamanını ve onunla ilgili nesneleri alarak parasını harcıyor; bu duygusal ve maddi yatırım, izleyicide onunla özel bir bağ veya yakınlığı olduğu algısı yaratıyor; yatırımlar devam ettikçe algı güçleniyor.

Bu acımasız dünyada, gerçek ilişkilerin dertlerinden kaçan insanlar, kendilerini korumak için hayaller âlemine kapanacak. Teknoloji ilerledikçe bugünden öngöremediğimiz yeni durumlar ortaya çıkacak, birileri bunları araştıracak. Elli yıl sonra belki biri bu yazıyı iç çekerek okuyup “iyi zamanlarmış” diyecek. Arkadaşlarına gülerek anlatıp hep beraber “ne kötümser kadınmış” demelerini tercih ederim tabii…

Kaynak:
https://wol.jw.org/tr/wol/d/r22/lp-tk/101991361
https://welevelupfl.com/behavioral
health/fictophiliamentalhealth/#:~:text=A%20condition%20known%20as%20fictophilia,resembles%20real%2Dworld%20infatuation%20more.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1956402
https://www.allaboutpsychology.com/fictophilia.html#:~:text=Fictophilia%20is%20a%20term%20that,of%20psychology%20and%20fandom%20ulture.
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7835123/