Dünyanın neresine gidersek gidelim, bir topluluk içinde insanlarla bir arada olduğumuz sürece birileri için biz de yabancıyız. Şehrin yerlisi olsak bile.”

Venedik Bienali bu sene her zamanki ana mekânlarında, Jardini ve Arsenale’de 20 Nisan’da kapılarını ziyaretçilere açtı. 2014 yılından beri Sao Paulo Sanat Müzesi’nin sanat direktörlüğünü yapan Adriano Pedrosa, Bienal’in ilk Latin Amerikalı ve açık eşcinsel küratörü. Bienal’in konusu “Yabancılar Her Yerde - Foreigners every where” ifadesinin iki anlamı olduğunu açıklıyor. İlk olarak, nereye giderseniz gidin ve nerede olursanız olun her zaman yabancılarla karşılaşacaksınız -yabancılar her yerde bulunurlar. İkinci, kendinizi nerede bulursanız bulun, her zaman bir yabancısınızdır. Yani, göç, sürgün, mültecilik, ötekileştirme kavramlarının yanı sıra insanın kendi kendine ve bulunduğu ortama yabancılaşması, Bienal’in ana konularını oluşturuyor. Genellikle kendi topraklarında yabancı muamelesi gören sanatçıların öne çıktığı Venedik Bienali, her kıtadan ve neredeyse her ülkeden 300’ü aşkın sanatçıya yer veriyor. 2024 Venedik Bienali’nde, 86 ülkenin pavyonunun dışında, Venedik’in her yerine yayılmış çok sayıda sergi de eşlik ediyor.


Ester Almelek

Türkiye Pavyonu, Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hali
Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, sanatçı Gülsün Karamustafa’nın mekâna özel yeni yerleştirmesi Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hali’ne ev sahipliği yapıyor. Sanatçının bu yerleşmesinde heykelleri andıran çalışmalara, bir film ve bir ses kompozisyonu eşlik ediyor. Mekâna girdiğinizde sizi, Venedik’in ünlü Murano camlarından yapılmış, tavandan asılı duran üç etkileyici avize karşılıyor. Avizelerin her biri Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam olmak üzere birer tek Tanrılı inancı temsil ediyor. Dikenli telle sarılan bu ışıklı sembolik objeler, dinler arasındaki tarihî gerilimleri ve çekişmeleri simgeliyor. Mekânda ayrıca, atık Murano camı parçalarıyla yüklü vagonlar ve farklı yüksekliklerde içi boş, plastik sütun kalıpları yer alıyor.

Fahrelnissa Zeid, Semiha Berksoy, Güneş Terkol ve Nil Yalter, Venedik Bienali 60. Uluslararası Sanat Sergisi’nde bulunan diğer Türk sanatçılar… Güneş Terkol, kumaş üzerine nakış tekniğiyle ürettiği Dünyaya Bir Şarkı isimli iki pankart çalışmasıyla Bienali’n ana sergisinde yer alıyor. Nil Yalter ise Şu Gurbetlik Zor Zanaat Zor işi ile Bienal’de Altın Aslan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü aldı. Brezilyalı sanatçı Anna Maria Maiolino da 60. Venedik Bienali’nin Altın Aslan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi oldu.

Nil Yalter


Fransa Pavyonu
Sanatçı Julien Creuzet, Fransa’nın pavyonunu yönetecek ilk siyahi şahsiyet olarak seçildi. Paris’te yaşayan Creuzet, (büyüdüğü yer) Martinik’i, “hayal gücünün kalbi” olarak gösteriyor. Kırılmış zincirler ve yağmalanmış hazinelerden oluşan bu soyut denizde, yüzen küçük heykeller aracılığıyla Creuzet, Fransa’nın binlerce Afrikalı köleyi, o zamanlar altından daha değerli olan şeker üretmeye zorladığı ada olan Martinik’teki kölelik tarihini yansıtıyor. Küratörler Céline Kopp ve Cindy Sissokho sergiyi şu cümlelerle ifade ediyor: “Biçimlerin ve seslerin, hareket halindeki seslerin ve dizelerin, yeni bir dil oluşturan renkli karşılaşmaların şiirselliğine dalıp gitmeyi anlatıyor: derinlemesine yaşanacak bir deneyim.”

Büyük Britanya
Gana doğumlu, Britanya’da büyümüş sanatçı Sir John Akomfrah hafıza, ırksal adaletsizlik, göçmen diasporaları ve iklim değişikliğini anlatan hareketli filmler üretiyor.

Sanatçının Listening All Night To The Rain (Tüm Gece Yağmuru Dinlemek) adlı eseri saatlerce süren görüntüler, bunlardan bağımsız olarak çalan bir ses ve kültürel sembollerin bir karışımından meydana geliyor. Akomfrah, 1982 yılında İngiliz medyasında Siyahların kültürel varlığını gündeme getirmeyi amaçlayan Black Audio Film Collective’in öncülerinden biri olarak, Büyük Britanya pavyonunu post-kolonyal söylemleri, küçük LED ekranlar, duvarlara yansıtılan projeksiyon görüntüleri, yağmurdan sellere kadar çeşitli su kütlelerinin sesi sergi boyunca ziyaretçilere rehberlik ediyor. Görüntülerde Güney Amerika’daki iklim değişikliğinin etkilerine ve Batı Afrika’daki özgürleşme çığlıkları gibi dünyanın dört bir yanından farklı toplumsal meselelerine ve İngiltere’deki göçmenlerin deneyimlerine şahit oluyorsunuz. Arada geçen bu çarpıcı görüntüler bayağı sarsıcı ve etkileyici bir deneyimdi benim için.




Amerika Birleşik Devletleri
Choctaw-Cherokee kökenli Amerikalı sanatçı Jeffrey Gibson’ın bu yılki Venedik Bienali’nde ABD pavyonuna liderlik edeceği açıklandığında Gibson, The New York Times’a verdiği demeçte, Bienal tarihinde ABD’yi temsil eden ilk Amerikan yerlisi olarak kendisini bir yol ayrımında hissettiğini anlattı. Gibson’ın, evi olması gereken bir ülkeyle olan “karmaşık ilişkisi” hiç de şaşırtıcı değil. Büyükannesi ve büyükbabası, ABD tarafından zorla yerlerinden edilen birçok Amerikan yerlisinden sadece birkaçı. Serginin ismi de Gibson’ın kişisel tarihiyle birlikte anlamlı hale geliyor: Beni yerleştireceğiniz yer (The space in which to place me). Kathleen Ash-Milby ve Abigail Winograd’ın küratörlüğünde Gibson ve 20 kişilik ekibi, kabileler arası estetiği Avrupa modernitesiyle titizlikle dokuyarak, ABD’deki yerli toplulukların geçmiş ve güncel deneyimlerini yansıtan canlı totemik heykeller ve büyük boyutlu geometrik resimler meydana getirdi.

Almanya Pavyonu
Bu yılki Venedik Bienali’nin en ilgi çekici pavyonlarından biri Almanya Pavyonu oldu. Açılış haftasında en uzun kuyruklar Almanya pavyonunun önünde oluştu. Pavyonun küratörü, Kunsthalle Baden-Baden’in direktörü ve Bienal’in Altın Aslan ödülünü altı kez kazananı ise Türk-Alman mimar Çağla İlk. İlk’in sergisine eşlik eden metinde, serginin başlığı olan Eşikler’in, Venedik kanallarında gezinen gondollar ile La Certosa’yı birbirine bağlayan metal iskele boyunca yaptığı bir gezinti sırasında aklına geldiğini açıklıyor. Genellikle gözden kaçan bu rıhtım, bir geçiş mekânı olarak hizmet veriyor. Gondollardan inen çoğu kişi, iskeleye çıkan patikadan ziyade ormanlık alanın bağlantı yoluna odaklanır. Sanatçı İlk, bu ara alanların önemini vurguluyor.




Mısır Pavyonu
İskenderiye’de doğan sanatçı Wael Shawky’nin, Drama 1882 başlıklı eseri, Mısır’ın 1882’de İngilizler tarafından bastırılan ve sonra 1956’ya kadar Mısır’ı işgal eden milliyetçi Urabi devrimini konu ediyor. 45 dakikalık müzikal bir film olan eser çok ilginç, tarihi gelenek ve olayları, gerçek ve kurguyu iç içe işliyor sanatçı.

Avustralya Pavyonu
Avustralya yerlisi sanatçı Archie Moore’un sunduğu kith and kin, Avustralya’nın ilk halklarına bir ağıt, sömürgeciliğin kalıcılığına ve olumsuz sonuçlarına dair bu çarpıcı çalışmasıyla Bienal’in en büyük ödülü olan “Altın Aslan”ı aldı. Moore, kith and kin” adlı enstalasyonu için Avustralya Pavyonu’nun duvarlarına ve tavanına tebeşirle kendi ailesinin dev bir soyağacını çizdi.

Tek tek isimlerin olduğu soyağacı 3.484 kişiyi kapsıyor ve Moore, soyağacının 65.000 yıl öncesine uzandığını söylüyor. Pavyonun ortasındaki masada da, gözaltına alınıp öldürülen yerli Avustralyalıların ölümleriyle ilgili hükümet belgeleri yer alıyor. 60. Venedik Bienali’nin bu yılki jüri başkanı ve Columbia Üniversitesi çağdaş sanat profesörü Julia Bryan-Wilson, Moore’un işinin “kederli bir arşiv” olduğunu söylüyor.

Bienal’deki sergilerin çoğunda mültecilik, göç, yabancılık gibi temalar yayılmış durumda. Aslında bütün ülkelerin bu konularda söyleyecek sözleri, hatırlanacak olayları vardı. Bu yüzden bu seneki Bienali çok ilginç, gerçekçi ve ilham verici buldum. Şu anda süregelen savaşlar yüzünden, İsrail ve Rusya pavyonları kapalıydı. Rusya, pavyonunu, bu Bienal için Bolivya’ya ödünç verdi. İsrail Pavyonu’nun sanatçısı ve küratörü, ateşkes olmadan ve rehineler geri verilmeden serginin açılamayacağını ilan ederek bu önemli sanat platformunda yerlerini almadı. Bienal’in küratörü Pedrosa, “İsrailli sanatçı Ruth Patir ve küratörünün bu kararını çok cesurca bulduğunu ve saygıyla karşıladığını ifade etti. Bu Bienal’de, savaşla ilgili ifadeler, başka ülkelerin pavyonlarında da göze çarpıyor. Ukrayna Pavyonu’ndan başka Polonya Pavyonu’ndaki videoda, Marta Czyz küratörlüğünde, Ukraynalı grup, kurulan hoparlörlerde, izleyicilerinden kendileriyle birlikte bomba ve top seslerini tekrarlamalarını istediler. Adeta askeri bir karaoke oluştu: “Benden sonra tekrar et” dünyadaki bütün savaşlara karşı bir manifesto gibiydi.

Gerek İtalyanca öğrenmek için gerekse bienalleri izlemek için sık uğradığım Venedik’e pandemiden beri gitmiyordum. Tabi her zamanki gibi, Venedik’te bir Bienal’i yaşamak, sokaklarında hem tarihi hem sanatı solumak bir ayrıcalıktır.