Sen üç yüz yıl yaşamazdın zeytin ağacı
düşünseydin eğer yaşamın boş olduğunu
ve ölmenin daha iyi
üç yüz yıl yaşamazdın.
Luigi Pirandello
Ayların en güzelindeyiz. Doğanın en güzel armağanlarından birinin hasadı başlayacak. Eylülden başlayarak dört ay boyunca, yıl sonuna kadar zeytin toplanacak. Önce pembeleşen yeşil zeytinler, sonra irileşip kararan siyah zeytinler toplanacak ve binlerce yıldır alıştığımız Akdeniz’in kokusu, lezzeti, enerjisi bir kez daha gelecek sofralarımıza.
Zeytin ile ilgili ilk anımı hiç unutmadım
1961-63 yılları arasında babam Hayat Bilgisi ansiklopedisi fasikülleri toplardı. Her fasikül geldiğinde heyecanla okur karıştırırdık. “Z” harfini içeren son fasikül geldiğinde adeta bayram yapmıştık. Fasikülü açmıştık ve karşımıza “Zeytin” seçeneği çıkmıştı. Babam her zaman yaptığı gibi ilgimi çekmek için ballandıra ballandıra yüksek sesle okumuştu ve ben birden başımı kaldırıp “Anne ben zeytin yemek istiyorum” deyivermiştim. Annemin evinde Cuma akşamları hariç her akşam sofraya konulan içi zeytinyağı ve siyah zeytin dolu kap ve taze sıcacık ekmek anne-babamın kahkahaları arasında önüme gelmişti. O gün yemiş olduğum o zeytinin tadı damağımda kalmış ki, bu 60 yıllık anıyı unutmamışım. Yine küçücük bir çocukken, evdeki zeytinyağı tenekelerinin annem yemek pişirirken kolay olsun diye çok sayıda cam şişeye dikkatle ve özenle boşaltıldığını hatırlarım. Mis gibi kokardı mutfak. Bugün bile zeytin ağzımı sulandırmakla kalmaz, bana anacığımın evini, çocukluğumu anımsatır.
Bizim için kutsal meyvedir zeytin
Öğretilerimizde defalarca ismi geçer. Ağaçların bayramında Tufandan sonra Noah’ın (Hz. Nuh) gemiden saldığı güvercin, gagasında taze koparılmış bir zeytin dalı ile geldiğinde, Noah dünyanın yeniden yaşanacak bir yer olduğunu anlamış, ailesini ve hayvan çiftlerini gemiden çıkarmıştı.
Güvercin neden başka bir ağaç dalı değil de zeytin dalı getirmiştir dersiniz? Bilgeler kuşun şöyle bir mesaj vermek istediğini söylerler; “Tamam, tufandan bizi korudun, balla bile besledin, sana minnettarız. Senin elinden yemek güzeldi ama ben acı olsa da özgürlüğümle tatlanan zeytin ağacının dallarında yaşamak istiyorum.” O gün bugündür zeytin ağacı bize bedeli acı olan özgürlüğü anlatır, barışı simgeler, umudu çağrıştırır, bereketi müjdeler, bilgeliği vurgular. Kökleri toprağın derinliklerine inen ve çok uzun yaşayan zeytin ağacı, bütün Akdenizliler için “vatan” demektir.
Zeytinin biz Sefaradlar için de ayrı anlamları vardır. Neredeyse bütün Sefarad yemekleri buram buram zeytinyağı kokar. Asil ve iştah açıcı zeytinyağı damlaları yemeğin suyuna karışmaz, yaz akşamları giyinip süslenip caddeye çıkan genç kızlar gibi sahanda salınır, “piyasa” yaparlar.
Eski bir Yunan efsanesine göre tanrı Zeus, Atina şehrine en güzel armağanı veren tanrıya şehrin koruculuğunu vereceğini söyleyince kardeşi, denizler tanrısı Poseidon bir anda üç başlı mızrağını Atina’nın orta yerinde toprağa saplamış. Mızrağın saplandığı yerden suları göklere uzanan gür bir kaynak fışkırmış. Ama Poseidon’un denizlerden getirdiği su haliyle tuzluymuş. Sular güzel görünmekten başka hiçbir şeye yaramıyorlarmış. Zekâ ve sanatın tanrıçası Athena ise eğilmiş ve oracığa bir zeytin ağacı dikmiş. Zeytin ağacının çok değerli bir hediye olduğunu gören Zeus da şehri Athena’ya vermiş. Zeytinden herkes gibi büyülenen Poseidon içerlemiş tabi. O an Athena o üstün zekâsıyla ağaçtan bir dal koparıp Poseidon’a hediye edip gönlünü almış.
Düşmana zeytin dalı uzatma
Dikkat ediniz, zeytin dalında yapraklar iki yana doğru filiz verirken aynı noktadan birlikte dostça, kardeşçe omuz omuza büyürler, bu yüzden zeytin dalı dostluğu ve kardeşliği simgeler. Bu vesileyle “Düşmana zeytin dalı uzatma” deyiminin de öyküsünü hatırlatmış olduk. Eski Yunanlıların inanışına göre Acropolis’in hemen yanında duran zeytin ağacı, işte Athena’nın o diktiği zeytin ağacıdır ve şehir durdukça onu koruyacak ve yeşerecektir. Nitekim bir diğer efsaneye göre M.Ö. 480 yılında bütün şehri ve bu arada ağacı da yakıp yıkan Persler, daha o gün ağacın yandığı yerden fışkıran filizi görmüşlerdi. 2. Dünya Savaşı’nda da harap olan Atina’da aynı yere, sonradan İspanya Kraliçesi olacak olan Prenses Sofia 14 yaşındayken, bugünkü anıt niteliğindeki zeytin ağacını bir törenle elleriyle dikmişti.
Zeytin bize yalnız meyvesini, yağını, yaprağını / dalını ve kütüğünü vermez. Onlarca yazara / ozana da ilham verir. Ülkemizin yetiştirdiği en büyük yazarlardan biri olan Elif Şafak’ın harika romanı “Aşk”da zeytin ve zeytin ağacı sembol olarak çok kullanılmıştır. Yukarıdaki şiirde bütün ömrü boyunca çok sıkıntı çekmiş ve ömrünün son yıllarında servet ve ünü yakalayabilmiş olan Luigi Pirandello, zeytin ağacından güç almıyor mu?
Pablo Neruda ne güzel demiş;
“No solo canta el vino
también canta el aceite
Vive en nosotros con su luz madura
Y entre los bienes de la tierra
aparto
aceite”
(Sadece şarap değil
zeytinyağı da şarkı söyler
Olgun ışığıyla içimizde yaşayan
yeryüzünün nimetleri arasında
apayrıdır yeri;
zeytinyağının)
Evet, inanmayacaksınız ama yazarken zeytin ve zeytin ağacının benim yaşamımda büyük yer tuttuğunu fark ettim. Her akşam masamızın üzerinde kara, parlak, içleri gülen gözbebekleri gibi bana bakarlar çocukluğumu, neşe ve muhabbetle oturduğum dost sofralarını, bugün artık birlikte yaşamadığım çocuklarımla küçük yaşlarda iken birlikte paylaştığımız akşam yemeklerini, ülkemde araba sürerken yol boyunca beni selamlayan yaşlı-bilge zeytin ağaçlarını, sonbaharı ve artık yaşlandığımı fısıldarlar. Bana yaşamım boyunca çok şey armağan etmişler gibi mahcup hissederim.
Ne demiş Nazım Hikmet Usta;
“Yaşamayı ciddiye alacaksın
Öylesine ciddiye alacaksın ki
Mesela yetmişinde bile zeytin ağacı dikeceksi
Öyle çocuklara falan kalır diye değil
Ölümden korktuğun halde
Ölüme inanmadığın için…”
Aklıma koydum ben de 70’ime geldiğimde bir zeytin ağacı dikip şükranlarımı sunacağım zeytine ve yaşama.
Neyse, bayramlarımız geliyor. Kral Davud’un 128 No’lu mezmurunda dediği gibi, hepinizin “Çocuklarınız -ve torunlarınız- zeytin filizleri gibi masanızda” olsunlar.
Not:
Pirandello’nun dizelerinin aslı şöyledir;
Ripensando che vivere e da sciocchi
e che a morire si profitta molto
non saresti trecento anni vissuto.