1911 yılında kurulmuş olan Puerto Natales, Ultima Esperanza Eyaleti’nin başkenti. Şehir, Torres del Paine Millî Parkı’nı gezmek isteyenler için bir konaklama üssü görevini yerine getiriyor. Yaklaşık 20.000 nüfusu olan şehirde sokaklar oldukça ıssız ancak manzarası epey güzel, fiyortların arasında kalan bir alanda kurulmuş. Eyaletin ismi, Seno Ultima Esperanza yani “Son Ümidin Sesi” isimli fiyorttan gelmiş. Başlangıçta, Puerto Natales şehri küçük bir balıkçı kasabası olarak kurulmuş. Ancak günümüzde, Torres del Paine Millî Parkı’na olan yakınlığı nedeniyle turizm ön plana çıkmış. Hava şartları nedeniyle, çoğu tek katlı olan binaların çatıları metal. Tüm binalar ve çatıları rengârenk boyanmış.

Torres del Paine Millî Parkı
1978 yılında UNESCO “Biyosfer Rezerv Alanı” ilan edilen park, sahip olduğu fauna ve florası ile milyonlarca turisti kendine çekiyor. Parkın büyük kısmı buzullarla kaplı; en ünlü buzulu Grey Buzulu. Bunun dışında parkın içinde doğal nehirler, vadiler ve şelaleler var: Amarga Lagoon, Salto Grande Falls ve Gri Gol gibi... En bilinen özelliği, Paine Towers adlı dağlık kuleler; yaklaşık 10 milyon yıllık geçmişe sahip olan bu etkileyici ve benzersiz kaya oluşumları adeta parkın simgesi haline gelmiş. Üç adet sivri granit kaya bloğundan oluşan ve deniz seviyesinden 2.800 metre yükseklikteki Torre Central (Merkez Kule), Torre Sur (Güney Kulesi) 2.850 metre ve Torre Norte (Kuzey Kulesi) 2.248 metre… Adını, gökyüzüne kule gibi uzanan bu üç kayadan alan Millî Park, “Akbabaların Tahtı” olarak da adlandırılıyor. Yüzlerce farklı kuş ve birçok memeli türün yanı sıra dünyadaki en büyük 3. buz sahasına ev sahipliği yapıyor. Parkın bir kısmı Şili, bir kısmı Arjantin topraklarında yer alıyor. Parkta yazın sıcaklık ortalama 11 C0. Millî Park, Şili hükümeti tarafından ulusal parka çevrilmeden önce koyunlarına otlak alanı açmak isteyen hayvan sahipleri tarafından yakılmış. Günümüzde ise, doğanın tekrar kendi haline dönmesi için doğal gelişimine bırakılmış. Ancak, 2005 yılında dikkatsiz bir turistin sebep olduğu üzücü bir yangın sonucu 15.000 hektarlık orman kül olmuş. Tabii bu arada parkta bulunan buzullar da küresel ısınma nedeniyle gitgide küçülüyor.


Guanako'lar

Puerto Natales’den yaklaşık 145 kilometre uzaklıktaki parka gelmeden önce, yolumuzun üzerinde otlayan guanako’lara rastlayıp hemen aracımızı kenara çekiyoruz. Hayvancıklar kendi hallerinde otlarken bir anda ellerinde kameralarla üzerlerine doğru koşan bir kalabalığı görünce oldukça şaşırıyorlar. Daha sonra tekrar aracımıza binip ilk durağımız olan Milodon Mağaralarına doğru yola çıkıyoruz.

Milodon Mağaraları
14.000 yıl önce Patagonya’da son buzul çağı sona erdiğinden bu yana, buzullar geri çekiliyor. Zamanında prehistorik hayvanlar bu bölgede yaşamış. 1968 yılında tarihî anıt ve 1993 yılında ulusal anıt ilan edilen Milodon Mağaraları, kıtadaki ilk insan gruplarının izlerini taşıyor. Öngörülemeyen hava koşullarından ve vahşi hayvanlardan korunmak için mağaraya sığınan insanların 12.000 yıldan daha uzun bir süre önce burada yaşadıklarına dair izler bulunmuş. 1895 yılında maceracı Alman Hermann Eberhard, mağarada tanımlanamayan bir hayvana ait çok iyi korunmuş deri parçaları ve iskelet bulmuş. 1896 yılında yapılan araştırmalarda bunların, 10.200-13.560 yıl önce soyu tükenen bir hayvana, ‘Milodon’a ait olduğu tespit edilmiş. Mağarada aynı zamanda nesli tükenmiş diğer hayvanların ve insanların da kalıntıları bulunmuş.

Bugün kalıntıları neredeyse hiç bozulmamış olan üç mağaranın oluşturduğu bölgede, mağara girişinde, bizi gerçek boyutlarında yapılmış ‘Milodon’ karşıladı. Saldırıya hazır, çenesi ve pençeleriyle bizi karşılayan bu devasa hayvanı ben ayıya benzettim.


Nazmiye Önder ve Milodon

Bu ihtişamlı hayvanın kocaman ayakları dikkatimi çekti. Patagonya’ya “devler ülkesi” ya da “koca ayak” denmesinde acaba bu hayvanın bir etkisi var mı diye düşünmekten kendimi alamadım. Mağarayı turladıktan sonra küçük müzeye girdik: Binlerce yıl önce yaşamış bir hayvanın devasa kemiği gözümün önünde duruyordu.

Bu dev park ziyaretçiler için pek çok sürpriz barındırıyor. Habitat açısından çok zengin; buzul, orman, dağ, göl, şelale ne görmek isterseniz hepsini bulabilirsiniz. Bir kısmı tundra bitki örtüsü ile kaplı olan orman tilki, And Geyiği, guanako gibi hayvan çeşitliliğine sahip, hatta pumaya bile rastlanabiliyormuş. Parkta pek çok yürüyüş parkuru düzenlenmiş. Dileyenler çadır kurup kamp yapabiliyor, dileyenler kulübelerde konaklayabiliyor. Etrafta kalabalık, trekking grupları sırtlarında çantalarıyla yola çıkmaya hazırlanıyorlar. Torres del Paine Millî Parkı 2013 yılında Dünyanın 8. Harikası seçilmiş. Eğer parka araçsız gelirseniz, parkın girişinde bulunan duraktan kalkan otobüslere binebilirsiniz, ancak otobüs saatleri oldukça seyrek. Bu nedenle ya araba kiralayarak ya da bir acenteden tur satın alarak gelebilirsiniz.


Biz önce Sarmiento Gölü’nü ziyaret ediyoruz. Parkın en büyük gölü sayılan ve 90 kilometrekareyi kaplayan bu göl, buzul göllerinden farklı olarak, derin mavi rengini yağmurlara borçlu. Gölün etrafında esen rüzgâr adeta hiç yorulmuyor. Buradan sonra Laguna Amarga’ya doğru yol alıyoruz. Torres del Paine kartpostallarında sıkça yer alan Amarga Lagünü, bizi tüm ihtişamıyla karşılıyor. Cerro Toro’nun yamaçlarının arasına sıkışmış gibi duran gölün kıyıları beyaz taşlarla çevrili. Bu beyaz taşlar, dünyanın birkaç yerinde bulunan kalsiyum karbonatlı katmanlar. Gökyüzü açık olsa da tamamen masmavi değil ama yine de göl harika görünüyor. Nihayet benim en çok etkilendiğim Salto Grande yani “Büyük Atlama” adlı çarpıcı şelaleye ulaşıyoruz. Ana yoldan sadece iki kilometre uzaklıktaki Salto Grande gözetleme noktası, Nordenskjold Gölü’nden gelen heybetli su akışı ile şaşırtıyor. Aynı zamanda 2011 yangınının neden olduğu tahribatın hala işaret ettiği çevredeki manzarayı da etkiliyor. Yanmış gövdeler ve aşınmış toprak, binlerce yeşil hektarı öldüren bir trajedinin sessiz tanıkları gibi. Yine de turkuaz renkli suları ile çağlayan şelalenin manzarası harika. Pehoe Gölü ile birleşen 10 metre yüksekliğindeki şelalenin büyüsüne öylesine kapılıyoruz ki, buradan ayrılmak istemiyoruz.


Şimdi sıra Gri Göl ziyaretine geldi. Dileyenler Gri Göl üzerinde tekne kiralayarak buzula kadar gidebiliyor. Ya da yürüyerek gitmek isterseniz, ahşap asma köprü üzerinden geçerek orman içinde yapılacak uzun bir yürüyüş sonunda hedefinize ulaşabiliyorsunuz. Biz öncelikle Gri Göl’ün hemen kıyısına kurulmuş olan restoranda karnımızı doyurmayı tercih ediyoruz. Bu sırada hava daha da kararıyor, rüzgâr giderek sertleşiyor ve ne yazık ki tekne gezisi yapmak riskli hale geliyor. Biz de yemekten sonra ahşap asma köprü üzerinden geçerek ormanın içinde biraz yürüyüş yapmaya karar veriyoruz. Köprü üzerinde aynı anda en fazla 6 kişi geçebildiği için kuyruk bir hayli uzamış. Ormanın içinde oluşan sırayı sabırla bekleyip çok da güvenli görünmeyen köprüden geçip karşı kıyıya ulaşıyoruz. Yürüyüşün ardından aracımıza binerek parka veda ediyoruz.


Sabah, keyifle yaptığımız kahvaltımızdan sonra deniz kenarında, sahilde yürüyüş yapıyoruz. Miladon heykeli dikilmiş olan, renkli harflerle Puerto Natales yazısına kadar yürüyoruz. Burası sanırım şehrin çıkış noktası. Bulutlar bugün daha güzel ve mavi ama rüzgâr hala çok güçlü. Rüzgârlarıyla ünlü şehirde buna ithafen, iki direğin üzerine rüzgârda savrulan kadın ve erkek heykelleri yapmışlar. Küçük bir sabah yürüyüşünün ardından bu sessiz sakin şehre veda ediyoruz.