Fotoğraflar: Teri Erbeş

Kapak Fotoğrafı: Lizi Behmoaras (30 Ocak 1950 - 14 Şubat 2025) 

1989’un bir aralık günü kapısını aralayıp Şalom Gazetesinin Şişli, Samanyolu Sokak Emrah Apartmanı Kat 3’teki ofisinin eşiğinden girdiğimde oradaydı. Zarafet içinde, sımsıcak bir hoş geldin gülümsemesiyle karşılanmıştım. O anda yıllar sürecek bir dostluğun başladığını bilmiyordum. Farklı ekollerdendik: Lizi Frankofon, ben ise Anglo-Sakson… Ama buluşmamız ne iyi bir karışım olmuştu! İlgi alanlarımız benzerdi. Yaş farkımız çok az olmakla birlikte, bana “abla” ve rehber oldu, tevazu içinde… Çok şey yaşamıştı da ondan, herhalde. Çok da benzer yönümüz vardı üstelik! Deli cesaretimiz, yazarak başarma tutkumuz, sevdalarımız…


Toplumumuz yaşıt kadınları arasında Lizi sıra dışı idi. Kültürlü, asil… Hatırlıyorum… Yıl 1992. Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelişlerinin 500. Yıl kutlamalarında Silvyo Ovadya’nın önerisiyle ülkemizi ziyaret edenler için gazetenin Fransızca ve İngilizce ek-özet nüshalarını hazırlamak, o döneme göre çılgın bir proje olarak gözüktüyse de kabul etmiştik. Tabii Fransızca gazete için kolları tek sıvayan Lizi’ydi. Tek başına kocaman gazete sayfalarının tercümesi!
Lizi’yle birlikte Şalom Gazetesi için olsun, free-lance çalıştığımız geniş toplum gazeteleri için olsun, ayrı ayrı veya beraber görevlerimiz olmuştu. Seminerler, paneller, sempozyumlar… Siyasetten, edebiyattan, düşünürlerden ünlü isimlerle söyleşiler…
Ama bu satırlarımla O’nu anarken Şalom Ailesinin belki defalarca duyduğu, lakin hiç yazıya dökülmemiş bir anımızı paylaşmak istiyorum:

Yıl 1994.
İlk kez bir Türk Başbakanın İsrail ve Gazze’ye ziyareti… Lizi Cumhuriyet Gazetesi için, ben Sabah Gazetesi için görev üstlenerek basın heyetinde yer almıştık. Oluşturduğumuz minik grupta Şalom Gazetesinden Yayın Koordinatörü Silvyo Ovadya ile Dış Haberler Sorumlusu İvo Molinas da vardı. İki otobüsü dolduran heyette elbette dönemin ünlü gazeteci simaları da yer almıştı. Lizi ile birlikte ortak kullandığımız bir cep telefonu kiralamıştık. O dönem bu aletler hayli büyük boyutluydu ve bağlantıda olduğumuz yayın merkezleriyle anında haberleşmek için paylaşarak kullanıyorduk.


Silvyo Ovadya, Lizi Behmoaras, İvo Molinas (1994)

Gazze’ye vardık. Sağanak şeklinde yağan yağmurun altında protokole uygun karşılamanın ardından Yaser Arafat ile Tansu Çiller yönetim merkezinde baş başa görüşmelerini yaparken, bizler Gazze kumsalındaydık. Öğle yemeğimiz plastik tabaklarda ikram edilen kızarmış bir Akdeniz balığı ve pilavdı. Böylesi bir deneyimi paylaşmanın ciddiyetinin yanı sıra hayli neşeliydik de… Sonra basın açıklamalarına sıra geldi. Dinledik, not aldık…
Arafat, yanında karısı Süha ile konuşurken ansızın atılganlık yaparak teybimi Arafat’a uzatıp günün konjonktürüne uygun sorular sordum. Kabına sığmama durumum yetmezmiş gibi döndüm, Süha Arafat’a soru yönelttim, bir yandan etrafıma bakınıyordum. Bizler önemli biriyle konuşurken, diğerimiz fotoğrafını çekerdi. Başımı kaldırarak poz vermiştim, güya… Bir baktım ki Lizi yok, bizimkilerden hiç kimse olmadığı gibi etraf sırf yerel Arap gazetecilerle dolmuş, bana şaşkın şaşkın bakıyorlar. O anda anladım ki, Türk gazeteciler gitmiş! Telefon da Lizi’de kalmış. Deli gibi koşmağa başladım. FKÖ’nün Tunus karargâhından olduklarını daha sonra öğrendiğim silahlı birkaç kişi ansızın iki yandan koluma girdi. Tabii ki, “Şimdi beni ne yapacaklar?” telaşına düştüm. Halbuki onlar zincirlerinden kopmuş gibi koşan bana bakarken, gazetecileri taşıyan iki otobüsü kaçırdığımı anlamışlardı zaten; amaçları beni derme çatma bir arabaya bindirip Erez sınır kapısına yetiştirmekti. Önde iki silahlı kişi deli gibi çamurlu zeminde dere tepe bayır ilerliyorduk. Neden normal yoldan gitmediğimizi sorduğumda, anlattıkları yeterince açıklayıcıydı. “Tek bir anayolumuz var. Başbakanınız geçsin diye uzun süre yollar kesildi. Otobüsler geçtikten sonra yollar halka açıldı. Şimdi oradan gidersek sınıra sizi yetiştiremeyiz.”
Aynı esnada minik grubumuzdakiler benim diğer gazeteci otobüsüne bindiğimi varsayarak rahatça oturuyorlardı. Ta ki ben Arafat’ın Tunus karargâhından olduklarını söyleyen “fedai” şoförün yanında o kocaman seyyar telefonu görene kadar! İzin isteyerek telefona sarıldım ve Lizi’ye durumu anlattım. Silvyo, İvo ve Lizi öndeki Başbakan Çiller’den beni beklemek için izin istediler. Lakin ilk kadın başbakanımız, bir kadın gazetecinin Gazze’de kalmasını umursamadan “yola devam” komutunu verdi… Bizim üçlü, otobüsü kısa bir süre için de olsa tam sınırda durdurdu. Silvyo indi ve polislerle konuşmaya başladı. İvo otobüsün kapısında bir ayak dışarıda, bir ayak içeride, Lizi de şoförü derin bir sohbetle oyalamada!
Evet, dere bayır ilerleyerek, her çukurda bismillah çekerek sınır kapısına, arkadaşlarıma, otobüse yetiştim. Beni yetiştiren dörtlüye de sarılarak şükranlarımı sundum. Tekrar yollara düştüğümüzde Lizi ile otobüsün en arkasında, diğerlerine göstermeden sessiz kahkahalar atıyorduk.

***

Lizi’nin ardından yazmak; onun, masasında oturmuş, yazılarının son düzeltmesini yaparken düşünmek… Onun sesi, kahkahası, sabrı, inadı ve yazmaya olan tutkusu, bu sayfalara, onu anlatan kelimelere sinmiş gibi hissediyorum.
O günlerde, onunla birlikte ne çok yol kat ettik… Sadece meslekte değil, hayatın içinde de… Haber peşinde koşarken, iş yetiştirmeye çalışırken veya sadece bir kahve molasında dertleşirken hep yan yanaydık. Hayata ilişkin sorunlar yaşadığımda onu hep yanı başımdaki gerçek, bilge dost bildim. Lizi, sadece iyi bir gazeteci değildi; aynı zamanda iyi bir dosttu, dayanışmayı bilen, insanı geliştiren, ilham veren bir insandı.
Yıllar sonra DERGİ yayın yönetmeni olduğumda artık kitap yazmaya odaklandığı halde, Lizi’den ne zaman bir çalışma, bir yazı istesem ricamı asla kırmadı. Bu sorumluluğum esnasında her fırsatta beğenilerini dile getirmekten, cesaretlendirmekten geri kalmadı.
Onun bıraktığı boşluk, sadece sayfalarda değil, gündelik rutinin içinde, düşüncelerimizde, alışkanlıklarımızda, hiç fark etmeden içselleştirdiğimiz o küçük anlarda hissedilecek. Ama biliyorum ki, yazdığı, söylediği, savunduğu her şey, bizde yaşamaya devam edecek.


Suzan Nana Tarablus ve Lizi Behmoaras

…Yazdım… Yazdım…. Hâlâ inanamıyorum.
Canım Lizi, kelimeleri ve kalemiyle hep burada olacak. Özleyeceğim.

HAYATI
Lizi, 30 Ocak 1950 – 14 Şubat 2025
Çevirmen, Gazeteci, Yazar
Biyografiler ve romanlar yazdı. Türkiye’de, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminde yaşamış kişilerin hayatını konu alan biyografik eserleri ile tanındı.
Lizi, Menahem Behmoaras ile evli, Ceki ve Eytan’ın annesidir. Ailesi ona, babaannesi Eliza’nın kısaltması olan Lizi adını verdi. Yazı hayatında Liz adını kullandı. Babası tekstil tüccarı Nesim Katalan, annesi Jaklin Anavi’dir. Fransızca, Türkçe, İspanyolca ve Rumca konuşulan bir evde büyüdü. İlkokulu, Şişli Terakki’nin karşısında bir binada yer alan Özel Aydın Okulu’nda okudu; ardından Notre Dame de Sion’a devam etti.
Liseden mezun olduktan sonra çevirmenlik yaptı ve yabancı dil dersleri verdi. Yazı hayatına çevirileriyle girdi. Fransızcadan Türkçeye eserlerini çevirdiği yazarlar arasında Simone de Beauvoir, İvan İllich, Marie Curie ve Paul Valery…
1986-1996 yılları arasında Şalom Gazetesinin kültür servisinde editör olarak çalıştı. Nokta Dergisi, Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gazetelerinde, ayrıca Liberation, L’Arche ve Tribune Juive adlı Fransız gazetelerinde yazılar yazdı.
Şalom Gazetesinde dizi şeklinde yazdığı ilk kitabı Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler 1993 yılında yayımlandı. Bu kitapta, Türkiye’deki Yahudiler hakkında Türkiye’de edebiyatçılar ve aydınlar ile yaptığı söyleşileri bir araya getirdi. İkinci kitabı Yüzyıl Sonu Tanıklıkları da bir röportaj derlemesi idi. Söyleşi kitaplarından sonra biyografi türünde eserler vermeye geçti. 1997 yılında yayımlanan Kimsin Jak Samanon? adlı kitabında büyükannesinin anılarını topladı. Bu kitapta yüzyılın başında Türkiye’deki Yahudi cemaatinin yaşam biçimini, sorunlarını, içinde bulunduğu ortamın bireyleriyle ilişkilerini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında meydana gelen politik olaylara bakışını aktardı. Ardından Mazhar Osman, Moiz Koen, Suat Derviş ve Azra Erhat’ın biyografilerini yazdı. Suat Derviş biyografisi, Bulgarca ve Arapçaya çevrildi. İlk romanı Sevmenin Zamanı 2011 yılında yayımlandı. Diğer romanları Alman Subayın Evi (2015), Sen Bir Başka Gittin (2017), Lale Puding Shop (2020) adlarını taşır. Röportaj derlemeleri ve romanlarında kimlik sorunsallığını sorgulamayı amaçlamıştır.