Edip Akbayram (29 Aralık 1950 – 2 Mart 2025)


Bazı sesler vardır, zamanın içinden süzülür, nesilleri aşar ve bir halkın vicdanına dönüşür. Bazı insanlar vardır, sadece şarkı söylemez, ruhumuza dokunur. Öyle bir ses ki, geçtiği yerden iz bırakır, yankısı yıllar sonra bile kulağımıza çalınır. Lise çağlarımda, Açık Hava Tiyatrosu’nda ilk defa dinlediğim EDİP AKBAYRAM işte böyle bir sesti. O sadece türkü söylemedi, Anadolu’nun ruhunu notalara işledi, halkın sesi oldu; biliyoruz ki, “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma” diyen güçlü ve içli sesi, hiç susmayacak.


1950’de Gaziantep’te dünyaya gelen Edip Akbayram, daha çocuk yaşta müzikle büyüdü. Henüz 9 aylıkken çocuk felci geçirdi, ama hayatındaki hiçbir engel onu durduramadı. Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Aşık Veysel’in dizeleriyle beslendi. 1971’de Altın Mikrofon yarışmasını “Kükredi Çimenler” ile kazandığında, Anadolu popun en güçlü seslerinden biri olarak doğmuştu. O günden sonra halkın dertlerini, umutlarını, sevdalarını türküleriyle dile getirdi.


Edip Akbayram, sadece bir sanatçı değil, bir direnişin, bir sevdanın adıydı. Şarkılarında yalnızca ezgi yoktu, halkın sesi vardı. Bazen “Hasretinle yandı gönlüm” diyerek yüreğimizdeki sızıyı dillendirdi, bazen “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” diyerek zulme karşı ses oldu. Yasaklar, baskılar, sürgünler onu yıldırmadı. 12 Eylül sonrası şarkıları yasaklandı, TRT onu sansürledi ama o asla susmadı. Bağlamasının tellerine direnişi yükledi, sesiyle unutulmaz oldu.
Ve bugün, sevenleri onu gözyaşlarıyla uğurlarken, türküler yine onun için söyleniyor. “Sen benden gittin gideli, bir cefam vardı bin oldu” diyen ağıt, artık hepimizin yüreğinde. O, bu toprakların ortak hafızasında, bir türkü gibi yankılanan bir isimdi. Sonsuzluğa uğurlandı belki, ama baharın ilk rüzgârında, denizin dalgasında, bir bağlamanın tellerinde sonsuza dek yaşayacak.



Huzur içinde uyu, büyük usta. Sesin, umudun, türkülerde bizimle kalacak.