Arnavutluk derken, BESA konusu daha önce hiç tanış olmadığım kocaman bir yelpaze gibi açıldı... BESA, “söz”ün – vaadin kutsiyeti ve misafire, arkadaşa sadakati anlatan kısacık bir sözcük. Toplumunun çok eski bir protokolü, BESA.

Ve işte öğrendiklerim: “KANUN” adını taşıyan, 15. yüzyıl sözlü geleneğinin sadece bir parçası BESA... Osmanlı işgaline karşı savaşan Dukagjini Şövalyeler Ailesi’nin mensubu Prens Lekë’nin oluşturduğu ve ülkenin özellikle kuzeyinde kurumsallaşmış bir yasa, bir prensipler kılavuzu…

BESA, kimilerinin savunduğu gibi dinsel bir davranış şekli değil, kökleri yüzyılların derinliğinde sosyal bir edinmişlik…

KANUN ve BESA’nın birbiriyle iç içe geçmiş halleri Arnavut toplumunun bugününe ulaşmış, kaynağını doğduğu topraklarda bulmuş bir asalet!

Küçücük ve ormanlık bir ülke, Arnavutluk. Hitler’in 1933’te ‘Nasyonal Sosyalizm’i ile iktidara gelişini takip eden yıl, Arnavutluk’taki ABD Büyükelçisi Herman Bernstein idi. 1934’te Bernstein görev yapmakta olduğu ülkenin durumunu merkeze şu satırlarla bildirmişti:

“Arnavutluk’ta Yahudilerin ayırıma maruz kalmalarına dair hiçbir bulguya rastlanmamıştır. Kendileri üç semavî dine bölünmüş olsalar da Arnavutluk, dinsel önyargının ve nefretin yer almadığı ender Avrupa ülkelerinden biri.”

Arnavutluk’ta din, kişisel veya ailevî bir inanç olarak algılanmakta, yorumlanmakta. O yıllarda, orada, bir milyona yakın toplam nüfus içinde sadece 200 kadar Yahudi yaşamaktaydı.

Merkezi Londra’da bulunan “Jewish Daily Post”un Temmuz 1935 tarihli bir haberi:

“Bir aydan bu yana, Kral Zog I’in hükümetinin kararı üzere Avrupa’daki Arnavutluk temsilciliklerinde ülkemize gelip yaşamak isteyen bütün Yahudilere pasaport verilmesi uygun görülmüştür.”

Daha öncelerinde de, 1930’da, Zog I ülkesinin ekonomik gelişmesine katkıda bulunacaklarına inandığından Yahudileri ülkesine dâvet etmiş ve kimisi sadece vize ile yetinmiş, kimisi de vatandaşlık almıştı.

1935’te, Albert Einstein Avrupa’dan Amerika’ya yaptığı transit geçiş esnasında sembolik de olsa, Kral’ın kendisine sağladığı Arnavutluk pasaportunu aldıktan ve kıyı kenti Durrës’teki malikânede üç gün konuk olduktan sonra özgür dünyaya yolculuğuna devam etmişti.

Balkan Yarımadası’nın güneydoğusunda dağlık ve minicik bir ülke Arnavutluk.

Faşizm günlerinde çok Yahudi sığındı, oraya. Rakamlar konusunda hiçbir resmi kayıt bulunmasa da, çeşitli kaynaklara göre Almanya, Avusturya, Sırbistan, Yunanistan ve Yugoslavya’dan 2.000 – 3.000 civarında kişinin İsrail topraklarına (veya başka bir sığınılabilecek ülkeye) devam etme umudu ile buralara geldiği öne sürülüyor.

1939’un ilkbaharında komşu Mussolini’nin ordusu Arnavutluk’u işgal etti. Arnavutlar, İtalyan işgali esnasında ülkelerine kaçan Yahudilerin Nazi kamplarına yollanmasını önledikleri gibi, onlara sığınak da oluşturdular.

Peşi sıra 1943’te de Alman Kuvvetleri ülkelerini işgal ettiğinde, Arnavutlar –olağanüstü bir davranış sergileyerek- işgalcilerin buyruklarına baş eğmeği reddetti! Ve sınırlarının içinde yaşamakta olan Yahudilerin isim listesi konusunda tamamen bir “sağır – dilsiz” oyunu sergilediler. Üstüne üstlük devletin çeşitli kurumları, birçok Yahudi ailesine sahte belge sağladıkları gibi… o insanların halk arasına karışıp kaybolmalarını sağladılar.

İnsanlığa örnek oluşturan bu yardımın nedeni – BESA...

BESA onur kodu, Arnavutça “inanç” anlamına geliyor; günümüze dek ulaşan ülkenin en yüksek etik kodu. BESA, “sözünü tutmak...”, “vaadinin arkasında durmak...” demek. BESA’ya uygun davranan birine kendinizi – yaşamınızı, ailenizin yaşamını teslim edebilirsiniz…

Böylece II. Dünya Savaşı esnasında Arnavut halkının birbirleriyle yarışarak sergilediği bu cömertlikle onlarda sığınak bulanlar (Yahudiler ve tabii ki Yahudi olmayanlar eşit olarak) yıllar süren Nazi kasırgasına karşın hayata tutunabildi. Arnavutlar bu kişilere sevgi, inanç, merhamet, acıma ve şefkatlerini esirgemediler…

Yüzde 70’i Müslüman bir nüfusa sahip olan Arnavutluk, Avrupa ülkelerinin birçoğunun başaramadığı insanlık ülküsü tarihine görkemli kahramanlıklarıyla altın sayfalar eklediler! Tek bir aile dışında (Arditti’ler) bütün Yahudiler (İtalyan ve Alman ordularının kaçak askerleri de dâhil olmak üzere…) savaşın sonuna kadar Arnavutların koruması altında yaşadılar.

Avrupa’da savaş esnasında, Yahudi nüfusu artan yegâne ülke Arnavutluk oldu. Savaş başladığında 200 kişi olan cemaat nüfusu, savaş sonunda (değişik kaynakların rakamlarını göre) 2.000 - 3.000 kişiye kadar ulaşmış!..

TANIKLIKLAR

Destan ve Lima BALLA

Biz, bütün köylüler Müslüman’ız… BESA’mız ile Tanrı’nın Çocuklarını koruduk, onlara barınak sağladık. Ben 1910’da doğdum. 1940’ta, Ramazan zamanında Tiran’dan 17 kişi köyümüz Shengjergji’ye ulaştı. Hepsi Almanlardan kaçıyordu. Yahudi olduklarını bile bilmiyordum. Onları kendi aramızda bölüştük. Biz üç kardeşi – Lazar’ları almıştık. Çok fakirdik – hatta bir yemek masamız bile yoktu! Fakat ne olursa olsun, konuklarımızın yiyecek ve barınakları için para vermelerini asla kabul etmedik. Ben ormana gidip ağaç kestim, su taşıdım. Bahçemizde çeşitli sebzeler yetiştirdik ve böylece bol yiyeceğimiz oldu. Hatırlıyorum... Onlar çok çeşitli dillerde konuşuyorlardı…

1944’ün Aralık ayında Yahudiler Priştine’ye gittiler. Onlara orada partizan olan bir yeğenimiz yardım etti. Daha sonra da Lazar Kardeşler ile teması kaybettik. 1995’te, tam 45 yıl sonra İsrail’den, Solomon ve Mordehai Lazar’dan haber alabildik.

Öykü Lima Balla tarafından anlatıldı. 4 Ekim 1992’de Destan Balla ile karısı Lima Balla “Uluslararası Dürüst”[1] olarak tanındı.

Hamid ve Kemal VESELİ Kardeşler

Anne-babamız çok dindar Müslümanlardı. Bizler ‘her kapımızı çalanın Tanrı’nın bir kutsaması’ olduğuna inanırız. Yahudi misafirlerimizden hiçbir zaman para kabul etmedik. Her gelen Tanrı’dandı. Besa her Arnavut’un ruhuna kazınmıştır.

Merhum ağabeyimiz Refik, Yad Vaşem tarafından ilk Arnavut Uluslararası Dürüst’ü seçilmişti.

Biz, ikimiz, Jozef ve Mandil ailelerine sığınak olduğumuz için de aynı şekilde onurlandırıldık.

İtalyanların işgali esnasında Jozef benim giysi dükkânımda [Hamid], Moşe Mandil de ağabeyimiz Refik’in fotoğraf stüdyosunda çalışıyordu. Her iki aile de Yugoslavya’dan kaçıp gelmişti.

1943’te Alman işgalinde Yahudileri ailemizin Kruja’daki evine naklettik. Ailenin büyükleri Kemal ile birlikte 36 saat boyunca dağlardan yürüyerek gittiler. İki gün sonra da çocukları naklettik. Yetişkinleri gün boyu köyümüze yakın dağdaki bir mağarada gizledik. Çocuklar ise köyün diğer çocuklarıyla oynamayı sürdürdü. Bütün komşularımız Yahudileri gizlediğimizi bildi.

Özgürlüğümüze kavuşana kadar ailelere dokuz ay boyunca baktık. Sonra da Jozef’lerin izini kaybettik. Galiba Yugoslavya’ya dönmekte fazla acele etmişler ve Almanların tamamen geri çekilmelerini beklememişlerdi. Mandil Ailesi de Yugoslavya’daki evlerine döndü. Ağabeyimiz Refik onları ziyarete gitti, hatta Moşe ile birlikte fotoğrafçılık eğitimi aldılar. Mandil’ler daha sonra İsrail’e göç etti.

Biz, Arnavutlar kapılarımızı tarihte dört kez açtık. Önce, I. Dünya Savaşı’nda Yunanlar açlık yaşarken... Savaştan yılgın düşen İtalyan asker kaçaklarına… Daha sonra II. Dünya Savaşı’nda Yahudiler kaçarken kapımızı çaldılar. Son olarak da Sırplardan kaçan Kosovalılar, Boşnaklar… Yalnızca Yahudiler şükran gösterdi!

23 Mayıs 2004’te Hamid Veseli ve Kemal Veseli Yad Vaşem tarafından “Uluslararası Dürüst Nişanı” ile onurlandırıldılar.

Ali ve Nadia KAZAZİ AİLESİ

Ebeveynlerimiz çok dindar değildi, fakat Kuran’a ve Besa’ya inançla bağlıydılar. Kuransız Besa, Besa’sız Kuran olamaz. Yürekler için ten rengi yoktur. Kadın veya erkek hiç biri Tanrı’yı unutamaz!

Büyükbabamız 1913’te Yugoslav göçmenlerine barınak sağlamıştı. Babamız fırıncıydı. Okuma yazması yoktu ama çok iyi kalpli idi.

1943’te altı ay boyunca Solomon Ailesini gizledik, Tiran’daki mahallemizde. David ve Ester Solomon ile çocukları Matilda ve Memo’yu... Komşularımızla sıkı dostluk ilişkilerimiz vardı ve herkes Yahudi bir aileyi barındırdığımızı biliyordu. Aileye Müslüman isimler taktık. Matilda ve Memo bütün çocuklarla iç avlularda oyun oynardı. Dehşet dolu günlerdi. Anne-baba Solomonlar her an yakalanma korkusu içinde idi… Aramalar olduğunda komşu evlere açılan ara kapılardan süzülerek saklanırlardı.

Şimdi, “Memo”nun gerçek adının Mori Amarilio Solomon olduğunu biliyoruz… Ester terzi idi. Kaçarlarken elbisesinin içine, hayatta kalmalarına belki yardımcı olur diye, altınlarını dikerek gizlemişti. Şimdilerde… “Memo” Beerşeva’da müzik öğretmeni. Matilda da İsrail’de, işkadını.

Nuro Hoca

Dindar Müslümanlar olarak, insan sevgimizi Yahudilere verdik, onları koruduk.

Neden? Çünkü… BESA, dostluk ve kutsal Kur’an. Bu kalbimde taşıdığım babamın resmi…

Nuro Hoca’nın en büyük oğluyum… Vlore’de ait olduğumuz toplumda herkes onu bir öğretmen ve dindar bir Müslüman olarak tanırdı. Anımsıyorum… Naziler Yunanistan’dan Vlore’ye gelmişlerdi... 10 yaşındaydım… Birçoğu Yunanistan’dan veya İyonya’dan buralara gelen Yahudiler 1490’dan beri Vlore, Elbasan ve Berat’ta yaşamaktaydı.

Babam dört aileye sığınma sağladı. Hepsi babamın arkadaşlarıydı. Hatırlıyorum babam onlara, “Şimdi biz tek bir aileyiz. Başınıza kötü bir şey gelmeyecek. Oğullarım ve ben hayatımız pahasına da olsa sizi bütün tehlikelerden koruyacağız,” demişti.

Bütün konuklarımızı çok büyük olan evimizin altındaki sığınaklarda muhafaza ettik. İlya Solomoni ve Moisi Negrin aileleri birkaç nesil bir arada, 12 kişi kadardı. Adlarını artık hatırlayamadığım diğerleri de vardı. Sığınaklar birbirlerine bağlı idi ve birçok kaçış yolu vardı… Benim görevim sığınaklardaki ailelere alışveriş yapmak ve ihtiyaçlarını karşılamaktı. Vlore’li bütün hemşerilerimiz anti-faşistti ve hepsi de Yahudileri sakladığımızı biliyordu.

Öykü Nuro Hoca’nın oğlu Sazan Hoca tarafından anlatıldı. Nuro Hoca 21 Temmuz 1992’de Yad Vaşem tarafından “Uluslararası Dürüst” olarak tanındı.

Besim ve Ayşe KADİU

Kızları Meruşe Kadiu anlatıyor:

Babam demişti ki, Almanlar Yahudi konuklarından önce onu ve ailesini öldürmek zorunda kalacaktı. Kavaje’de yaşıyorduk. Ailemiz 1940’ta çok kısa süreliğine iki Yunan Yahudi’sini İtalyan Faşistlerden sakladı. İki kardeştiler: Yaacov ve Sandra Batino. Bize Tiran’dan geldiler. İtalyanlar babalarını Nazi kamplarının birine yollamıştı.

Ben, Yaacov ve Sandra ile arkadaş olmuştum. Hepimiz aynı yatak odasında uyurduk.

Hatırlıyorum, devamlı olarak Alman devriyelerini gözetlerdik. En kötü durum için babam onlara bir kaçış yolu bile hazırlamıştı. Almanlar evden eve aramalara başlayınca babacığım Yaacov ile Sandra’yı uzak bir köye götürdü. Özgürlük günlerine kadar onlara bütün gereksinimlerini taşımıştık.

Almanlardan kurtuluşumuzu anımsıyorum... Kavaje’de… Büyük bir kutlamaydı, o… Sonra, Yaacov ve Sandra önce Tiran’a, sonra da İsrail’e gittiler.

İsrail’den harika mektuplar ve fotoğraflar geldi bize. Arnavutluk – İsrail Dostluk Derneği’nin Başkanı olduğum dönemde… 1992’de, “Uluslararası Dürüst Nişanı”nı ailem adına almak üzere davet edildim, İsrail’e… O yıllar – savaş zamanları korku dolu idi. Fakat dostluk korkuyu yendi.

Hacı Dede Reşat BARDHİ[2] Ailesi

On beş yıl boyunca Dünya Bektaşî Merkezi’nin Başkanı oldum. ABD dâhil olmak üzere dünyada 7 milyon kadar Bektaşî var. Biz Şiî İslâm’ız [3]. Soyumuz Muhammed Peygamber’in damadı İmam Ali’ye dayanır.

Biz en liberal Müslümanlarız. 1920’lerde Atatürk tarikatımızı kapatınca[4] genel merkezimizi Tiran’a taşıdık. Bizi çevreleyen renk, 800 yıl boyunca camilerimizin rengi, yeşil… Saf, barışsever ve temiz, yeşil. Nazi işgali esnasında Arnavutluk Başbakanı Medi Frasheri de bir Bektaşî idi. İşgalcilere vatandaş, göçmen veya sığınmacı – Yahudilerin listesini vermeyi reddetti. O günlerde Arnavutluk Müslümanlarının yarısı Bektaşî’ydi. Başbakan Frasheri’nin halkına ilettiği gizli komut şöyleydi:

“Tüm Yahudi çocuklar sizin çocuklarınızla uyuyacak, sizin yediklerinizi paylaşacak ve onlarla bir aile şeklinde yaşayacaksınız.”

Biz, Bektaşîler Tanrı’yı her yerde ve herkeste görürüz. Tanrı her gözenekte, her hücrede. Bu nedenle hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız: Kâfir olamayız. Ayırım yapamayız. Tanrı’nın yansımasıyız. Tanrı ile güzellik birdir. Tanrı da tekdir.

Besim ve Higmet ZYMA

Bir Yahudi’yi saklamak? Yaptığımız sadece buydu! Yapılacak tek şey de buydu! Sonuç itibarıyla Yahudi konuğumuz bir arkadaşımızın arkadaşı idi. Evet, biz Müslümanız... liberal Müslümanlar… Yıllardan 1944. Bir arkadaşımız Polonyalı yaşlı bir Yahudi’ye barınak sağlamamızı rica etti. Adı Lew Dzienciolsky idi. Neden olmasın? Kocam Besim yetenekli bir doktordu. Hastanede çalışırdı, bodrum katta da bir muayenehanesi vardı. Anımsıyorum… Bay Dzienciolsky’nin sadece tek bir gözü görürdü. Eşim de adamcağızın bütün yüzünü sargılayarak onu kliniğimizde sakladı. O zaman da Naziler bizi hiç rahatsız etmediler.

Hâlâ Besim’le yaşadığım dairedeyim. Ben ressamım ve resmettiğim merhum kocam ile lâleleri görüyorsunuz…

Öykü Higmet Zyma tarafından anlatıldı.

25 Temmuz 1999’da Yad Vaşem, Besim Zyma ve karısı Higmet Zyma’yı “Uluslararası Dürüst” olarak tanıdı.

 

DİPNOT:

[1] “Righteous Among Nations” - “Uluslararası Dürüst” tanımlaması (İbranicede: “Hassidei Umot Ha-olam”), Yahudi Ulusu’nun en yüksek onuru olup, Yahudi olmayıp da Holokost esnasında Yahudi insanını kurtarmak adına hayatını tehlikeye atanlara Yad Vaşem tarafından verilmektedir.

[2] Reşat Bardhi veya Hacı Dede Reşat Bardhi (1935 – 2011) Dünya Bektaşi Merkezi’nin Başkanı aynı zamanda Arnavut Kralı Zog I tarafından ülkenin Sünnî Müslümanlarının yanı sıra 4. dinî lideri olarak kabul edilmişti. Dünya Bektaşiler Merkezi, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da 1930 yılında açıldı. 1967 yılında ise komünist rejim ülkede tüm din merkezlerini kapattı ve dini yasakladı. 1991 yılında demokrasinin yerleşmesiyle din merkezleri yeniden açıldı. Dede Reşat, 2008 yılında, Arnavut Cumhurbaşkanlığı’nın en yüksek ödülü olan Naim Frasheri “Demokrasi Meşalesi” altın madalyası ile onurlandırıldı. Aynı yıl TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da ziyaret edildi.

[3] İslam dininin Hz. Ali (Hz. Muhammed’in kuzeni) ve O’nun soyundan gelenlerin Hz. Muhammed’in gerçek temsilcileri olduğuna inanan bir kolu.

[4] “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”, 30 Kasım 1925'te kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile uygulamaya konmuş bir Atatürk Devrimidir.