“Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” diyor şarkı!

Nasıl bir duygu ki bu, Ferhat’a dağları deldiren, Romeo ile Jülyet’i ölüme götüren…

“Kara sevda’dan öldü,” derlerdi Osmanlı’da. Ulaşılmaz olması mıdır ona bu gücü veren?

Shakespeare diyor ki:

Uzun süre evli kalan değildir doğru olan,
Evlenip de genç ölendir mutlu olan.

Benzeri bir mantık yürütürdü kocam, derdi ki: “Ya evlenselerdi de hayat gailesi onları yıpratsaydı? Ne bileyim, ay sonu, ödemeleri denk getiremeselerdi, Jülyet kayınvalidesi ile kapışsaydı, o zaman görürdüm onları, aşk mı kalırdı tarihe geçecek?”
Buradan şu sonuca varabilir miyiz: Yasak olması mıdır ona şiddetini veren, çekici kılan, insanı kışkırtan… Sonuçta Âdem ile Havva’ya elmayı çekici kılan da yasak olması değil miydi?

 

Yasak meyve efekti

Aşk, güçlü, hayatın olmazsa olmazı bir duygu; hiç ölmeyen, ruhumuzla birlikte ebediyen genç kalan... Gel gör ki, sosyal veya dinî zorunluluklar, çağ dışı kalmış fikirlere maruz kalınacak bir coğrafyada yaşandığında tabu olabiliyor. Buna psikoloji “yasak meyve efekti” der. İnsan hürriyetine düşkün, artı korkunç meraklı bir yaratıktır, dolayısıyla onun için yasak, hem hürriyetini tehdit etmektedir hem de yasağın cinsi ne olursa olsun, dikkatini ve merakını celbeder. O zaman da anlamak, araştırmak ve keşfetmek dürtüsü zirve yapar.
Farklı “Yasak aşk”lar

Yasağın, onu anlatılamaz derecede çekici kılan bir cazibesi vardır,” der Mark Twain.
Yasak aşk birçok form ve alanda karşımıza çıkabilir. Yasak aşk denince ilk akla gelen evlilik dışı ilişkiyse de, farklı dine sahip partnerler arasındaki aşk var mesela yakın zamana kadar toplumun ve ailelerin şiddetle karşı çıktığı. Aşırı yaş farkının (özellikle çocuk yaştakilerle evlilik) toplumca olumsuz görülmesi; farklı sosyal seviyedeki çiftlerin aşklarına ailelerin müdahalesi; çiftlerin iş, okul ortamında patronlarına veya öğretmenlerine âşık olması; tıbben de ispatlanmış, ama gelişmiş toplumların da artık kanıksadığı üstelik dinen de yasaklanmış yakın akraba evlilikleri; yüksek kademedeki din adamlarının aşkları; yavaş-yavaş kabul görmeye başlayan aynı cinsten olan kişiler arasındaki aşklar…

Yasaklar ister yazılı olsun, ister şifahi, her hâlükârda zorlanması çoğu zaman bireylerde yasak ilişkinin daha çok kollanması ve korunması gerektiği yönünde bir bilinç uyandırır ki bu da ilişkinin belki de değerinden çok daha fazla güçlenmesine sebep olur. Bazen bu reaksiyon o kadar şiddet kazanır ki, kişi sırf karşı gelmek için esasen yapısına tamamen ters bir dönüş bile yapabilir. Kaldı ki, ilişkinin gizli yürütülüyor olması, onu çevre, arkadaşlar nezdinde de test edilmesi fırsatından eksik bırakır, dolayısıyla yersiz idealize edilmesi gibi bir olumsuz bir yöne çekebilir.
Son tahlilde de araştırmalara göre onaylanmayan ilişkilerde çevrenin, ailenin, arkadaşların desteği, ilişkiye daha analitik, daha sağlıklı bakılmasını sağlar.
Eckhart Tolle, aşk için: “Ego’nun özümüzdeki hoşnutsuzluk, yetersizlik, öfke, nefret gibi hisleri örtbas etmek için kullandığı bir stratejidir” diyor. Ego bir kişiyi kurtarıcı seçer ve onu gözünde idealize eder. Ancak bir an gelir ki, örtbas edilen duygular yüzeye çıkar ve bu kurtarıcı, birden tüm o olumsuz duygularının nedeni oluverir, aşk nefrete dönüşür. Ego, acıların aslında varlığımızın en derini ile bağlantı kuramamanın, özümüzle tek vücut olamamanın sonucu olduğunun farkında değildir çünkü.
İnsanlığın tarihi kadar eski, bu aşk denilen duygu!
Gidebildiğimiz kadar geriye dönüp baktığımızda gezgin şairlerin insanlığa devrettiği ve ağızdan ağza yayılan hikâyelerden MÖ’lerde yaşanmış iki yasak aşk görüyoruz, biri yedi dil bilen güzeller güzeli Kleopatra ile Mısır’ın baş düşmanı bir ülkenin başındaki önce Sezar, ardından da Antonius ile yaşadığı ve politik açıdan yasak kategorisindeki ilişkileri; diğeri de Isparta kralı Menelaos’un karısı Truva’lı Helen ile Paris’in yasak aşkı.

Yazılı tarih ile birlikte bu efsane/hikâyelerin kâğıda döküldüğünü, hatta zamanla filmlere konu olduğunu görüyoruz. Örneğin, Richard Gere’in başrol oynadığı filme de konu olan, 500 ila 600 yıllarında İngiltere’de yaşanmış yuvarlak masa şövalyelerinden Lancelot ile Kral Arthur’un karısı Guinevere’nin aşkı.

İlerleyelim, 1100’lerde Aslan Yürekli Rişar ile Fransa kralı Philippe Auguste II arasındaki eşcinsel ilişki var ölümüne saklanan, hele ki Ortaçağ’ın o katılığında! Az daha ilerliyoruz, 1200’lerde Dante ile topu topu iki kez karşılaştığı Beatrice var, ikisi de evli. Beatrice genç ölünce Dante bir dizi şiir yazıyor ve “Divina Commedia”da onu ölümsüz kılıyor.
Ortaçağ şehir hayatının durumunu düşünmek bile istemiyorum, saraylardaki ilişkileri gördükten sonra! 1800’lerde yazılmış Tolstoy’un Anna Karenina’sı o dönemin saray çevresinin yaşantısının bire bir aynası zaten.
Gelelim 20. yüzyıla
Arap dünyasından yazar May Ziyade ile Khalil Gibran’ın aşkını görüyoruz ilk safhada göze çarpan. Yasak tarafı May Ziyade’nin evli olması, ancak garip tarafı ikisinin hiç birbirleri ile karşılaşmamış olmalarına rağmen, Khalil’in ölümünün ardından ünlü aşk mektuplarının muhatabı May Ziyade’nin intihara kalkışması.

Şu mektuplaşma âdeti, görüşemeyen âşıkların sevgilerini döktüğü bir umman olsa gerek ki, Franz Kafka’nın da kavuşamadığı evli sevgilisi Milena’ya yazdıkları, “Milena’ya Mektuplar” adlı kitabı ile ölümsüzleşti.
Farklı dinden

Hemen hemen aynı döneme rastlayan bir diğer yasak aşk ise taraflar arasındaki din farklılığından kaynaklanıyordu. Yahudi heykeltıraş ve ressam Modigliani ile Jeanne’nin aşkları tam bir dram. Jeanne’nin koyu Katolik ailesi hem çocuk yapmalarını engelleyemedi, hem de bir kavgada ölen Modigliani ile ardından intihar eden Jeanne’nin Paris’te aynı mezarlıkta yatmalarını…
Büyük skandal

Yer yerinden oynadı… 11 Aralık 1936’da radyolar, milyonlarca kişiye İngiltere Kralı 8. Edward’ın, deli gibi âşık olduğu ve iki kez evlenip boşanmış Amerikalı Wallis Simpson ile evlenmek için tahtan indiğini, heyecanlı ama kararlı bir ifadeyle duyuruyordu. İşe bakın… Tam da bugünlerde Meghan ile Harry, İngiliz kraliyetindeki ünvanları ve ayrıcalıklarından vaz geçtiklerini açıklamışken! İngilizler buna “Megxit” adını verdi. Amerikalı gelinler bu aileye yaramıyor anlaşılan.
Mahkemelik aşklar…

Yüzyılın daha ilk yarısı bitmeden yaşanmış bir diğer aşkta, hem dinî farklılık ayırıyor sevgilileri hem biri ötekinin celladı konumunda… Yer Auschwitz; kişiler, Slovak Yahudisi Helena Citrónová ile SS subayı Franz Wunsch… Wunsch’un aşk mesajı Helena’da ilk önce nefret uyandırmış. Kampa getirilen kız kardeşinin çocuklarını koruyamasa da hem kardeşinin hem kendi hayatını defalarca kurtaran bu subayı zamanla sevmeye de başlamış Helena. İki sevgili kavuşamamış elbette, Helena ölmeyi tercih ederdi muhtemelen… Ancak, savaş sonrası 1972’de yakalanıp yargılanan Wunsch’un lehine ifade verip beraatını sağladı.

Mahkemelere düşen bir başka aşk da 1958’de evlenen siyahi Mildred ile beyaz Richard Loving’in aşkıydı. Virginia’da “ırklar arası” evlilikler suçtu, nitekim mahkeme de bu evliliği anayasaya aykırı buldu! Çaresiz kalan Mildred, Robert Kennedy’ye mektup yazdı, davaları yeniden görüldü, ve beraat ettiler. Bu karar birçok benzer dava için emsal kabul edildi.

Etik olarak “yasak” olanlar

Yasal açıdan yasak olmamakla birlikte, eğitim kurumlarında öğretmen-öğrenci aşkları da etik olarak yasak kabul edilir ve tarafların okuldan uzaklaştırılmasına kadar gider. Kilisenin devreye girdiği ve dinine göre icabında yedi göbeğe kadar uzanan aralıklardaki akraba evlilikleri gibi, yakın zamana kadar sürmüş Katolik Kilisesindeki ikinci evlilik yasağı, yüksek kademe din adamlarının evlilikleri de dinen yasaktır.

Bir zamanlar fırtına gibi esmiş “Thorn Birds” adlı dizide sabahlara kadar oturup yakışıklı rahip ile sevdiği kadının vuslatını nasıl beklediğimizi hatırlayanımız var mı? Bu arada, her alandaki ünlüler arasından o zamanki kısıtlı iletişim şartlarında bile bize kadar ulaşmış en ses getirmiş yasak aşklardan Elizabeth Taylor ve Richard Burton çiftininki, mutlu sonla biten Sophia Loren ile yönetmen Carlo Ponti’nin aşkı, Amerikan Başkanı John Kennedy ile Marilyn Monroe’nun aşkı, Onassis ile Maria Callas’ın Jacqueline Kennedy lehine sonuçlanan aşkları, nasıl da günlerce gazete ve tabloidlerimize malzeme olmuşlardı!
Ülkemizde…

Aşk evrenseldi ve elbette ki, Türkiye’yi hariç tutmayacaktı. Gerek sanatçılar arasında, gerekse siyasi hayatımızda, hele o günlerin nispeten muhafazakâr şartlarında, ses getirmiş o kadar çok yasak aşk oldu ki!

En başta erkek tarafını idama kadar götüren, Adnan Menderes’in Ayhan Aydan ve Suzan Sözen ile olan aşkları;

Yahya Kemal’in çok hırpaladığı ama bir türlü evlenmediği Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım ile aşkı;

Bedri Rahmi Eyüboğlu’na “Karadutum” şiirini borçlu olduğumuz ve din farklılığı engeline takılan Mari Gerekmezyan ile olan aşkı;

Bir türlü boşanamayan Rüçhan Aadlı’nın Türkan Şoray ile aşkı;

Ablası sosyete dişçisi olan kocası ile kaçan Neşe Karaböcek’in dramı;

İçişleri Eski Bakanı CHP’li Hasan Fehmi Güneş ile şarkıcı Aynur Aydan’ın günlerce parlamentoyu karıştıran aşkları;

Hele hele, Özal döneminde yine aylarca gazete manşetlerinden düşmeyen İSKİ Gen. Md. Ergun Göknel ile Feray Karvar’ın aşkının ardından, eski eş Nurdan Erbuğ’un kocasını ihbar etmesi ve onu sekiz yıl hapse mahkûm ettirmesi, tüm erkekleri karılarının şerrinden korkutan bir kâbus olmuştu.

Hâsılı, insan çeşidi kadar aşk çeşidi de yaşanıyor… Bu sayfalarda yerimiz olsaydı da, bütün bu yasaklı aşkları ayrıntılarıyla teker teker ele alıp değerlendirsek, tartışsaydık. Aşka âşık olanlar, “free Willy takılanlar”, aşkın sınır tanımaması gerektiğini iddia ederler. Katılır mısınız?

Sorun şudur ki, “Bu gibi şiddetle başlayan hazların sonu da şiddetli oluyor” diyor Shakespeare, Romeo ve Jülyet’te…