Onlar Beate ve Serge Klarsfeld… Nazi Avcıları olarak tanınıyorlar. İnsanlık suçu işlemiş Nazileri, gizlendikleri yerlerde bulup yargı önüne çıkardılar, onların işbirlikçisi Vichy Hükümeti mensuplarının suçluluklarını kanıtladılar. Sadece Holokost’ta ölenlerin anısı için değil, aynı zamanda günümüz dünyasında soykırım ve ayrımcılık mağdurları için de korkusuzca savaştılar. Doğru bildikleri yolda ilerlerken ölümle tehdit edildiler, hapse de atıldılar. Ancak yılmadılar, yollarına devam ettiler. Beate ve Serge kötülüklerle savaşmaya adanmış yaşamlarının öyküsünü birlikte kaleme alıp şimdilerde, “Hunting the Truth” adıyla yayınladılar.
Yıl 1960. Beate Auguste Künzel ile Serge Klarsfeld Paris’te metro istasyonunda tanışırlar ve birbirlerine âşık olurlar. Oysa onlar İkinci Dünya Savaşı’nda düşman saflarda yer almışlardı. Beate, savaş mağlubu Weimar Almanya’sının yıkıntılarında büyümüştü. Yahudi Serge ise Nazilerden gizlendiği dönemlerin korkularını, Auschwitz’e gönderilen ve bir daha dönmeyen babasının acısını taşıyordu yüreğinde.
Beate’nin Alman geçmişi
Beate 1939 yılının Şubat ayında, Helen ve Kurt Künzel’in kızı olarak Berlin’de dünyaya gelir. Anne ve babası Nazi değillerdir ancak oylarını Hitler için kullanmışlardır. Savaş patlak verince Kurt piyade olarak orduya katılır; birliği ile önce Fransa’da, sonra doğuda çarpışır. Beate bir süre, bir Nazi subayı olan büyükbabasının Lodz’daki evinde kalır. Berlin’deki evleri bombalanınca Beate ve annesi akrabaların evine sığınırlar. İngiliz ordusu esiri olan baba Kurt, savaş sonrasında ailesine geri dönmeyi başarır.
14 yaşından itibaren Beate, ailesi ile sık sık tartışmaya başlar. Çünkü onlar Nazi döneminden kendilerini hiç sorumlu hissetmezler, sadece uğradıkları haksızlık ve maddi kayıplar için yakınırlar, Ruslardan nefret ederler, diğer ülkelere hiçbir sempati duymazlar.
Bu ortamdan uzaklaşmak isteyen Beate Künzel, 1960’da Paris’e gider. 21 yaşındadır, siyaset ve tarih onun yabancısı olduğu kavramlardır. Oysaki Paris’te Holokost gerçeği ve acı sonuçları ile tanışır.
Serge Klarsfeld’in dramatik çocukluğu
Serge Klarsfeld 1932’de Bükreş’te dünyaya gelir ve henüz çocuk yaşta ailesi ile birlikte Fransa’ya taşınır. Savaş patlak verip, Gestapo, Vichy Hükümeti’nin yardımı ile Fransa’da Yahudi avını başlatınca, aile Nice’te bir evde gizlenir. Ama ne yazık ki, Klarsfeld ailesinde bir dram yaşanır; duvarın arkasına gizlenmiş ailesinin bulunmasını önlemek amacıyla baba Arno, evi basan Almanların karşısına çıkar, ailesi uğruna kendini feda eder. Arno Klarsfeld, gönderildiği Auschwitz ölüm kampından asla geri dönemez…
Serge, o duvarın arkasında kendini ve ailesini savunamamanın, babasını koruyamamanın aczinin acısını yaşamı boyu hissedecekti. Sorbonne’dan tarihçi, Paris Hukuk Fakültesi’nden de hukukçu olarak mezun olur. Henüz öğrencilik yıllarında tanıştığı Alman Beate Künzel ile 1963’te hayatını birleştirir. Klarsfeld çiftinin iki çocukları olur: Arno David ve Lida Myriam.
Uzun mücadele başlıyor
Beate ve Serge, mesleki kariyerlerine devam ederken, el ele, omuz omuza vererek, gizlenen Nazileri yargı önüne taşımayı kendilerine görev bilirler ve bu görevi 50 yıl başarı ile sürdürürler. Bu uzun süreçte onlar artık “Nazi Avcıları Klarsfeldler” olarak tanınacaklardı.
Her şey şöyle başlar: Gazeteci olarak çalışan Beate, 1967’nin 14 Ocak günü Combat adlı gazetede, Almanya Başbakanı Kurt Georg Kiesinger’in bu görevde olmasına karşı çıkar, onun eski bir Nazi olduğunu ve insanlık suçu işlediğini yazar. Ortalık çalkalanır, tabii ki Beate’nin işine son verilir. Ancak Beate savaşı sürdürmeye kararlıdır. 1968’in 7 Kasım günü Berlin Kongre Salonu’nda gerçekleşen CDU parti konferansında Beate podyuma çıkar. Başbakan Kiesinger’i tokatlamasının ardından, “Nazi, Nazi, Nazi…” diye haykırır.
Klarsfeldler’in uzun mücadeleleri giderek yoğunlaşır. Güney Amerika’ya kaçıp gizlenen Nazi savaş suçlusu, eski bir Gestapo subayı, tutuklulara yaptığı işkencelerden dolayı Lion Kasabı lakabı ile tanınan Klaus Barbie’yi yargı önüne çıkarırlar.
Nazilerle iş birliğinde bulunmuş, Rene Bouquet, Jean Leguay, Maurice Papon gibi Vichy Hükümeti ileri gelenlerinin suçluluklarını -o dönemde Cumhurbaşkanı olan François Mitterrand’ın engellemeye çalışmasına rağmen- kanıtlayarak, yargı önüne çıkarmayı başarırlar. Mitterrand’ın ardından Fransa Cumhurbaşkanı olan Jacques Chirac’ın nihayet ülke Yahudilerinin ölüm kamplarına sevk edilmelerinden ve orada yaşamlarını yitirmelerinden Fransa’nın sorumluluğu bulunduğunu kabul etmesi, Klarsfeldler için büyük bir başarı olur.
Serge ve Beate, araştırmaları sonucunda, ölüm kamplarına kalkan her konvoyu, konvoylardaki kadın, erkek, çocuk 76 bin Fransa Yahudi’sinin adlarını belgeleyerek, “Le Memorial de la deportation des Juifs de France” adı altında bir ‘anıt kitap’ oluşturdular.
Almanya ve Avusturya’daki siyasetçilerin İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki etkinliklerini araştırıp yayınlamaya devam ettiler. Avusturya Cumhurbaşkanlığı görevine seçilen BM Eski Genel Sekreteri General Kurt Waldheim’ın Wehrmacht subayı olarak etkinliğini su yüzüne çıkarmaları, dünya kamuoyunda büyük sarsıntı yaratırken, Klarsfeldler’in hanesine eklenen büyük bir artı oldu.
Klarsfeld çifti, eski Yugoslavya döneminde Bosnalı Müslümanlara soykırım uygulayan Radovan Karadzic ile Ratko Mladic’in savaş suçlusu olarak yargılanmaları yönünde açılan kampanyanın öncüsü oldu. Serge Klarsfeld 1979’da İran’a giderek Yahudi cemaati liderlerinin Tahran’da infaz edilmesini protesto etti ve halen hapishanede bulunan topluluk mensuplarının serbest bırakılması için mücadele etti.
Serge Klarsfeld birçok kitap yayınladı. Bunların arasında, “Vichy Auschwitz - The Role of Vichy in the Final Solution to the Jewish Question in France, 1942”, Fransa’dan doğudaki ölüm kamplarına gönderilmiş 75.721 Yahudi’nin adını ve bazı istatistikleri içeren “Memorial to the Jews Deported from France”, “The Holocaust and the Neo-Nazi Mythomania” ve “Children of Izieu” çok önemli belgesel niteliği taşır.
Beate ve Serge’in kızları Lida; “Biri olmadan, diğeri başaramazdı. Onlar birbirini tamamlayan bir ekiptir” der, annesi ve babası hakkında. Klarsfeldler’in Nazi kurbanı büyükbabanın adını taşıyan oğulları Arno da hukukçu; Nicolas Sarkozy döneminde hükümette çeşitli görevler almış, anne ve babasının yolunda ilerleyen, bir insan hakları savunucusu.
Beate ve Serge Klarsfeld çifti, eski Nazileri bulup yargı önüne çıkarmak için verdikleri çabadan dolayı, geçtiğimiz aylarda, Fransa’nın en yüksek onur nişanı olan Ordre National du Merite’e layık görüldü. Daha önce Legion d’Honneur nişanı da alan (2014) ikili, madalyalarını Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un elinden aldı (8 Ekim 2018). 2015 yılında da aynı yöndeki başarılı çalışmalarından dolayı Almanya tarafından Federal Cross of Merit madalyası ile taltif edilmişlerdi.
Serge Klarsfeld ile Şalom söyleşimizden…
Ben Serge Klarsfeld ile tanışma şansına sahip oldum. Bu çok değerli kişi ile yolum kesiştiğinde konuştuklarımıza, sizleri kısaca ortak etmek istiyorum.
2010 yılının Nisan ayında İstanbul’a gelmişti. Barbaros Bulvarı üzerinde bir otelin lobisinde buluştuk Serge Klarsfeld ile… Bir buçuk saat süren uzun söyleşimiz, “İstanbul’dan bir Nazi Avcısı geçti” başlığı ile Şalom gazetesinde yayınlandı.
Suçluları yargıya taşımak ve kurbanların unutulmamalarını sağlamak yönünde Klarsfeldler’i mücadeleye iten ne olmuştu? Serge’in yanıtını kısaca aktarıyorum: “Eşim Beate ile 11 Mayıs 1960’da karşılaştık. Aynı gün Adolf Eichmann İsrailliler tarafından kaçırılmıştı. Beate Almandı ve Yahudi değildi. 1963’te evlendik ve çok mutluyduk. İkinci Dünya Savaşı döneminde Nazi Partisi üyesi olup dışişlerinde Hitler propagandası yapmış Kurt Georg Kiesinger, o dönemde Almanya’da başbakandı. 1967’de eşim Beate, bu kişinin Nazi geçmişi hakkında birçok makale yazınca, Paris’te çalıştığı gazete işine son verdi. Auschwitz’de ölmüş bir babanın çocuğu olan benim için bu bir şok oldu. Böylece savaşmaya karar verdik.”
Bu savaş Beate’nin başbakana attığı tokatla başladı değil mi? soruma şu yanıtı verdi: “Beate’nin Berlin’de Almanya Başbakanı Kurt Georg Kiesinger’e attığı tokat belirleyici oldu. Bu aslında, Almanya’nın genç neslinin, enerjisini Nazizm’e veren eski nesle attığı bir tokattı. Beate, partinin kongre toplantısında, medya mensuplarının önünde attı bu tokadı. O anda Beate ölebilirdi, çünkü korumalar ateşlemeye hazır silahlarını ona doğrulttular. Ve ardından bir yıl hapse mahkûm oldu. Bu, o denli simgesel ve etkin bir tokat oldu ki, kamuoyu vicdanı değişti, Almanya’nın favorisi olan Kiesinger yerine Willy Brandt başbakan oldu. Willy Brandt, Nazi Almanya’sının savaştaki sorumluluğunu kabul edince, bu ülke farklı bir yol izlemeye başladı.”
Düşünsenize bir başbakana tokat atacak kadar cesur bir kadın Beate. Eşi Serge ile el ele vererek kamuoyunu, Vichy Hükümeti’nin Nazi cürmüne ortaklığı konusunda bilgilendirmeye başladılar. Vichy’nin Yahudi karşıtı politikasında önemli rol oynamış kişileri, yargı önüne çıkarmaya çaba gösterdiler. Ve başardılar. Nasıl mı? İşte Serge Klarsfeld anlatsın size…
“Yargılanmasını istediğimiz kişiler hakkında dosyalar hazırladık. Dosyalarda bu kişilerin imzalarını taşıyan ve suç delili oluşturan belgeler yer alıyordu. Bu belgeler, o zamanki yetkililerin, Yahudileri nasıl tutuklayacakları, geçici olarak nereye toplayacakları, kamplara ne zaman gönderilecekleri konusunda Alman Nazilerle ortak toplantılar yaptıklarını ortaya koymaktaydı. Onlar, ‘Bilmiyorduk, hükümet politikasını uyguladık’ savlarını ileri sürerek kendilerini savunmaya çalıştılar.
On beş yıl süresince harcadığımız oldukça enerjik çaba sayesinde, Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın karşı çıkmasına rağmen, 1995’te yeni Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yahudilerin kaderinden Fransa’nın sorumlu olduğunu kabul etti. O zamana kadar Fransızlar, savaş dönemindeki Vichy Hükümeti’ni Fransa yönetiminden soyutluyordu. Oysa 1995’ten sonra, Fransa yönetiminin Vichy’nin bir devamı olduğu gerçeği iyice anlaşılmış oldu.”
Adolf Eichmann’ın sağ kolu Alois Brunner’in izlerini Suriye’de takip ederken Klarsfeldler’in başlarına gelenleri duymuştum. Serge’in anlattıklarını kısaca aktarıyorum…
“Eşim Beate, Kipur Savaşı’nın hemen ardından, İsrailli esirlerin listesini talep etmek üzere Suriye’ye gitti. Hatta Beate, Alois Brunner ile telefonda dahi konuştu. Beate ona; ‘Berlin’de, Brunner’in Nazi dostlarından birinin oğlunun yanında çalıştığını’ söylemiş ve ‘kendisi hakkında tutuklama emri bulunduğu gerekçesiyle göz muayenesini yaptırmak için İsviçre’ye gitmekten vazgeçmesini’ salık vermişti. O da; ‘İsviçre’ye gitmeye niyetim yok ama uyarınız için teşekkür ederim’ demişti. Böylece, tuttuğumuz özel dedektiflerin bize sağladığı adres ve telefon numarasının doğruluğu kanıtlanıyor, Alois Brunner gibi bir caninin Suriye’de yaşadığı kesinlik kazanıyordu.
1990’da Şam’a gittim. Dışişleri Bakan Yardımcısı ile randevum vardı. Bolivya’da gizlenen Klaus Barbie ve Şam’da gizlenen Alois Brunner hakkında bir konferans vermek amacıyla başvuruda bulundum. Bakan son anda randevuyu iptal etti. Ertesi sabah bir sürü polis geldi, tutuklanmadım fakat havaalanına götürülüp acele ülke dışına çıkarıldım.
Ertesi yıl Beate yeniden Şam’a gitti. Bu kez kendine ait olmayan bir pasaportla Suriye’ye girdi. İçişleri Bakanlığı önünde Brunner’in iadesini talep eden pankartlar açarak protesto gösterisi yaptı. Tabii ki tutuklandı, sonra da sınır dışı edildi. Ama bu arada, Almanya’nın ve Fransa’nın Suriye’den cani Brunner’in iadesini talep etmesini de sağladık. Ancak, Alois Brunner 1960’lı yıllarda Esad Ailesi’ne birçok hizmette bulunduğu için Suriye bu Nazi suçlusunu iade etmeyi kabul etmedi.”
Holokost inkârcılığı ile mücadeleye devam
Beate ve Serge Klarsfeld çok kez ölümle tehdit edildiler, genç Nazilerin saldırılarına maruz kaldılar. 1972’de kendilerine, içinde bomba bulunan bir kutu gönderildi. Şeker kutusu içine yerleştirilmiş çok güçlü bir patlayıcıydı. Eğer kapağını kaldırsalardı bugün hayatta olmayacaklardı.
Yaşamlarını, Yahudilerin yok edilmesinin sorumlularını takip ederek, onları yargıya taşıyarak geçiren Klarsfeld çifti, canilerin öldüğünü veya çok yaşlandığını dikkate alarak, görevlerine 2001’de son verdi.
O günden beri Beate ve Serge, Holokost inkârcılığına karşı mücadeleye önem veriyor. Serge bu mücadelenin önemini şu sözlerle vurguluyor: “Eğer 2000’li yıllarda bir genç ‘Gaz odaları neydi?’ gibi bir soru sorarsa, bunun cevabını tarih kitaplarında bulması gerekir. Auschwitz’e gönderdiğimiz bir uzman, uzun çalışmaların ardından ölüm kampının planlarını, gaz odalarının işleyişini açıklayan bilimsel bir çalışma hazırladı. Bu çalışma birçok lisana tercüme edildi. Böylece Batı dünyasında Holokost inkârcılığı frenlenmiş oldu.”
Hunting the Truth
Beate ve Serge Klarsfeld 2018’in Mart ayında bir kitap yayınladılar. Adı “Hunting the Truth” Bu kitabı birlikte kaleme aldılar. Birlikteliklerinin en başından beri, el ele, “Gerçeğin Avını” sürdükleri yılları özetleyen bir kitap. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısı her şeyi açıklıyor…
Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca, Beate ve Serge Klarsfeld, dünyanın farklı ülkelerine dağılmış Nazi savaş suçlularını avlayarak gün yüzüne çıkardılar, yargıya taşıdılar. Bolivya’da ünlü işkenceci Klaus Barbie’yi takip ederek pusuya düşürdüler ve eski Gestapo şefi Kurt Lischka’yı Kolonya sokaklarında kaçırmaya çalıştılar.
Demir Perde ülkelerinde, Güney Amerika’da ve Orta Doğu’da antisemitizmi protesto ederken yaşamlarını tehlikeye attılar, inançları uğruna hapiste yattılar. Hakarete uğradılar ve yüceltildiler, saldırıya uğradılar ve onurlandırıldılar, devlet başkanları tarafından onurlandırılırken neo-Nazilerin bombalı hediyelerinin hedefi oldular.
Onlar sadece Holokost’ta ölenlerin anısı için değil, aynı zamanda günümüz dünyasında soykırım ve ayrımcılık mağdurları için de korkusuzca savaştılar. Ve bütün bunları, çocuklarını yetiştirip evliliklerini ahenkli bir şekilde sürdürürken yaptılar.