Yirminci yüzyılda yaşayan varoluşçuluğun en büyük isimlerinden Alman filozof Martin Heidegger, “Çağımız makine çağı olduğu için teknolojik bir çağ değil, teknolojik bir çağ olduğu için makine çağıdır” demiştir. Sırf bu cümlesinden bile Heidegger’in anlaşılması zor ama yaşadığı dünyayı son derece derinlikli gören bir düşünür olduğunu anlayabiliriz.

1927 yılında başyapıtı Varlık ve Zaman’ı yayınlayan Heidegger, yıllar ilerledikçe dünyanın baş döndürücü bir hızla değiştiğini görür. Onun için bu hızın sorumlusu teknoloji, daha doğrusu ‘teknolojik düşünce biçimi’dir. Teknoloji üzerine gözlemlerini 1954 yılında yazdığı Die Frage nacht der Technik, yani “Teknoloji Sorunu” isimli kitabında tartışır. Bu eserinde amacı, teknolojinin gündelik anlamını değil, felsefi “özünü” tartışmaktır. Heidegger, insanlığın teknolojiyi anlayışını ve, varoluş ve teknoloji arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Kitabın üzerinden yarım asırdan fazla geçmesine rağmen Heidegger’in gözlemleri sadece güncelliğini korumakla kalmıyor, aynı zamanda gelecekte bizi beklemekte olan tehlikeleri öngörüyor.

Dünyamızı kendi arzularımıza göre çerçeveliyoruz
Heidegger için teknolojinin esas görevi “çerçevelemektir”. Heidegger’e göre, günümüzün teknolojik tutumunda dünyamızı kendi arzularımıza göre çerçeveliyoruz. Dünyanın “ortaya çıkmasına” izin vermek yerine dünyayı kendi isteklerimizi gerçekleştirmesi için zorluyoruz. Bu soyut kuramlar dizisini daha iyi anlamak için örnek olarak seri üretimi ele alalım.

Seri üretim çağından önce, bir masa yaratmak isteyen bir marangozun, eseriyle oldukça fazla zaman geçirmesi gerekirdi. Masayı yapması vakit alırdı, özel bir ilgi gerekirdi, yani marangoz işine gerçekten emek verirdi. Masa için kullanacağı ağacı özenle seçerdi, masayı ahşabın hatlarına göre şekillendirirdi. Kısacası, masayı materyali ile beraber yapardı.

Fakat seri üretim çağımızda bu seviyedeki özen ve emek yok olmuş durumda. Masamızı, kullandığımız ahşabın doğasına göre şekillendirmiyoruz, ahşabı zorlayarak arzuladığımız ve planladığımız şekle getiriyoruz. Heidegger için teknolojinin ve teknolojik tavrın özü olan “çerçeveleme”, dünyayı ve doğayı önemsemeden etrafımızı kendi görüşümüze göre şekillendirmektir.

Hazırda yedek
Toplumumuz teknolojik düşündüğü için, yani dünyayı kendi isteklerine göre emrettiği için makineyi icat etmiştir. Bu bağlamda incelendiğinde, en başta yazdığım gibi, “çağımız teknolojik bir çağ olduğu için makine çağıdır”. Heidegger için teknoloji tarafından bu şekilde çerçevelenen dünya “hazırda yedek” haline gelmiştir. Çerçevelenen her şey, “kullanılana kadar hazırda yedek olarak beklemeye buyrulmuştur”, varoluşlarının tek amacı bizim arzularımız çevresinde kullanılmaktır.

Teknolojik tavır, dünyayı, bizim tarafımızdan kullanılmayı bekleyen bir kaynak olarak görmemize sebebiyet vermiştir. Örneğin, masmavi bir denize bakan çok güzel bir tepe hayal edelim. Bir otel zinciri sahibi, bu olağanüstü manzarayı gördüğünde aklına ilk gelecek şey, bu tepeye bir otel inşa ederse ne kadar para kazanacağıdır. Bu insan için o tepe, sadece emredilmek için var olmuştur. Tıpkı, ahşabı “zorlayarak” istediği masa haline getiren marangoz gibi, bu insan da tepeyi zorlayıp deniz manzaralı bir otel haline getirir. Onun için, otel inşa edilene kadar o tepe, kullanılmayı bekleyen bir kaynaktan başka bir şey değildir, Heidegger’in terimiyle “hazırda yedek” durumundadır.

Hazırda yedekliğin nesnesizliği
Hazırda yedek olmak, varoluşsal anlamda çok sıkıntılı bir durumdur. Heidegger’e göre “hazırda yedek bekleyen herhangi bir şey artık bizim için nesne olarak kalamaz”. Burada Heidegger ne demek istemiştir? Bir nesne sadece bizim ihtiyaç ve arzularımızı karşılamak için varsa, o nesne kendi özünü, karakterini kaybetmiş demektir. Güzel bir tepe sadece otel inşa etmek için uygun bir mekân olarak görülürse ve insanlık tarafından emredilmeyi beklerse güzel tepeliği artık sona ermiştir. Heidegger’in deyişiyle, “hazırda yedekliğin nesnesizliğinde” kaybolmuştur. Teknolojik tavrımızdan dolayı çağımızda orman, orman değildir, odun çıkartmak için kesilmeyi yedekte bekleyen bir kaynaktır ve dağ, dağ değildir, maden çıkartmak için delinmeyi yedekte bekleyen bir kaynaktır.

Heidegger, 1954’teki güçlü kavrayışıyla günümüzü başarılı bir şekilde öngörmüştür. Bugün yaşadığımız dünyaya karşı olan tavrımız onu nesnesizleştirmektedir. Artık doğa, sadece hazırda bekleyen bir kaynaktır, biz ona emredene kadar bütün karakterini kaybetmiş bir şekilde durur. Günümüzün ekolojik krizleri, “çerçevelemenin” ve hazırda yedekliğin bizi getirdiği noktadır.

Peki, hazırda yedek bekleyen sadece nesneler ve doğa değil, aynı zamanda insanlık da olabilir mi? Heidegger’e göre günümüzde, “insanın kendisi de hazırda yedek olarak görülür, dik bir uçurumun eşiğine gelir”.



Bizi biz yapan özümüzü kaybettik mi?
Teknolojik anlayışımızla etrafımızdaki her nesneyi bir kaynak olarak görürüz ve bu kaynakların “hazırda yedek” emrimizde olduğuna inanırız. Eğer hazırda yedek bekleyen her şey nesnesizleşiyorsa ve bizim varoluşumuzun sebebi bu nesnesizliğe hükmetmek ise, biz de nesnesizleşmiş, bizi biz yapan özümüzü kaybetmişiz demektir.

İnsan kendi kendini “çerçevelemek” için zorlar, böylece de “hazırda yedek” durumuna düşer. Heidegger için en büyük varoluşsal tehlike işte tam da budur, insanlığın özünü kaybederek hazırda yedekleşmesidir.

Heidegger, 1954 yılında yazdığı kitabında insan kaynakları kavramını, nesnesizleşmemizin bir kanıtı olarak öne sürer. Heidegger’in 1954’te “insan kaynakları” olarak betimlediği kavram, günümüzde tam anlamıyla endüstrileşmiş ve insanların birbiri ile etkileşime geçme biçimi haline gelmiştir.

Örneğin, günümüzde kariyerimizde başarılı olmamız için “networking” yapmamız şarttır. “Networking” dediğimiz şey, kariyerimizde yükselmek için “ileride kullanılabilecek” insanlar ile tanışmaktır. İleriki bir tarihte otel olana kadar kullanılmayı bekleyen güzel manzaralı tepe gibi, insanlar da kaynak haline gelmiştir. O ileriki tarih gelene kadar tanıştıklarımız hazırda yedektir, nesnesizleşmiş ve insan olarak özlerini kaybetmişlerdir.

İçinde olduğumuz büyük tehlike şudur: eğer ben insanları hazırda yedek olarak görüyorsam ve insanlar da beni aynı şekilde görüyorsa, o zaman hepimiz, bütün insanlık olarak hazırda yedeğizdir, hepimiz hazırda yedekliğin nesnesizliğinde kaybolmuşuzdur.



Teknolojik tavır
Peki, bu varoluşsal tehlike karşısında ne yapabiliriz? Filozof Hubert Dreyfus’a göre Heidegger’in sorunu teknolojinin kendisi değildir, varoluşa karşı aldığımız ‘teknolojik tavır’dır. Bu anlamda çözüm, teknolojiden sıyrılmak değildir, zaten de 21. yüzyılda teknolojisiz yaşamak gerçekçi olamaz. Dreyfus’un bize önerisi, üretken ya da verimli olmayan eylemler yapmamızdır.

Örneğin, doğa yürüyüşlerine çıkmak, koltukta gözlerimiz kapalı müzik dinlemek, camdan dışarıyı izleyip hayaller kurmak verimli eylemler değillerdir, bunları yaparken hiçbir şey üretmeyiz. Bu eylemler günümüzün çerçeveleyici tavrına karşı gelen, varoluşa karşı aldığımız teknolojik düşünceyi deviren eylemlerdir. Dreyfus bunlara “marjinal eylemler” ismini vermiştir. Fakat marjinal eylemleri yaparken yine de dikkatli olmalıyız çünkü teknolojik tavır her şeyin verimli olmasını ister. Verimli olmayanı ya yok eder ya da değiştirip asimile eder. Örneğin, Dreyfus tarafından marjinal eylem olarak görülen meditasyonun, şirketler tarafından çalışanların üretkenliğini arttırmak için asimile edilip kullanıldığını görmekteyiz. Marjinal eylemleri verimliliği düşünmeden, sadece kendi hatırlarına yaparsak dünyayı, insanlığı ve kendimizi hazırda yedekte durmaktan, nesnesizleşmekten kurtarabiliriz.