Sanat tarihine geçmiş bir albüm kapağı var, yapan Andy Warhol. Albüm kült bir gruba, Velvet Underground’a ait. O grubun solist ve şarkı yazarı Lou Reed de rock tarihinin kült figürlerinden. Hikâyemiz nevi şahsına münhasır bir şarkıcı üzerine…
Rolling Stone dergisinin editörü Simon Vozick-Levinson, dünyada onun çapındaki müzisyenlerin bir elin parmaklarını geçmeyeceğini söyler; müzisyenliğiyle ilgili samimi konuşmaları, konuları sevimli hale getirmeye çalışmaması ayırıcı özelliği. Beğenilme kaygısına kapılmadığından, değişik tür ve soundları karıştırmış, gitardan çıkardığı çirkin seslerin de etkileyici güzellikte olabildiğini göstermiş. Lou Reed’i zamanlar üstü ve orijinal yapan bu zaten. Yeniliklere o kadar açıkmış ki, satan-satmayan her albümle kendini yeniden yaratmaktan yılmamış.
Reed 90’ların sonunda bir hayır işinde kullanılan duygusal Perfect Day şarkısındaki harika gününü bile eroine borçlu olduğunu sonradan BBC’de anlatmıştı.
Lou Reed yani Lewis Allen, Brooklyn’de doğdu (1942), Long Island’da büyüdü. Hayatının çoğunu Manhattan’da geçiren Reed, Brooklyn’deki çocukluğunu hayırla anmazken, Long Island zamanlarını ondan bile beter bulur. Orta sınıf Yahudi bir ailenin çocuğudur, babası muhasebecidir. Anne ve babasıyla sürekli tartışan Lewis, 16 yaşında uyuşturucu kulanmaya başlar. Kız kardeşi Merrill Reed Weiner, onun, fobileri ve anti-sosyalliği nedeniyle eve birileri geldiğinde odasına saklandığından söz ediyor: “Babamın sertliği işe yaramayınca sorun yokmuş gibi davrandık ve sustuk. O zaman Oprah (Winfrey) yoktu.”
Travmatik tedavi
İnsanların, değil televizyonda dert dinleyen birine veya sosyal medyaya, ailesine bile içini açamadığı dönemlerde psikiyatri de emeklemektedir. Weiner sonradan soru işaretleri yaratacak o tedaviyle ilgili şöyle söylüyor: “Lou’yu götürdükleri psikiyatrist, elektroşok önerdiğinde anne-babam teslim olmuş durumdaydı. Tedaviden döndüğünde yürüyemiyordu, hayatı boyunca hafıza sorunu oldu.” Aile onu, davranışları düzelsin diye hastaneye yatırmıştı, Reed ise eşcinsel eğilimleri nedeniyle 17 yaşında bu travmatik tedaviye maruz bırakıldığını düşünüyordu, bu yüzden babasını hiç affetmedi. Kötü anılarını Kill Your Sons şarkısında anlattı. Sanatçılar böyle yapar…
Eğitimine devam ederken eroin ve amfetamin kullanıyor ve satıyordu. Paylaşılan iğneler yüzünden bekleneceği üzere hepatite yakalanmıştı. Bir süre tek başına çaldı, 1965’te Velvet Underground’la sahne almaya başladı. Şarkı sözlerinde uyuşturucu, fahişelik, sadomazoşizm gibi tabuları çekinmeden kullanıyordu.
Velvet Underground’la
Reed’in yeteneğini ortaya çıkaran Andy Warhol oldu. İç mekânda gözlük takmak onun fikriydi, yani bugünün deyimiyle şarkıcının ‘image maker’ıydı. Warhol menajerliğini üstlendiği grubu Fabrika’da ürettiği işlere dâhil etti. Rock ile avantgardı karıştıran grubun çıkardığı baygın sesler, şarkılarındaki nihilist sözler, gelecekteki punk ve new wave gibi akımların habercisiydi. Velvet Underground’un deneysel tarzının etkileri David Bowie, R.E.M. ve U2’ya kadar ulaştı. Fanlar bu melankoliye, bilinçli anti-güzelliğe bayılıyordu. Onlardan önce rockçılar seks ve uyuşturucu meselelerine imalı yollardan değinirlerdi. Şarkıları, kullandıkları maddelerin deneyimleriyle yazıyorlardı, sansürsüz sözleri yüzünden uyuşturucuyu yüceltmekle suçlandılar.
Grup ismini 60’lardaki ekstrem cinsel hayatları konu alan Michael Leigh imzalı romandan alıyordu. Kitap hâlâ anılmasını, edebi başarısına değil, bu ikonik gruba borçlu tabii ki… Andy Warhol gruba, kariyerine modellikle başlamış, Fellini’nin La Dolce Vita filminde oynamış efsanevi şarkıcı Nico’yu tanıttı. Nico’nun kadrodaki varlığı, Warhol ve grubun yolları ayırmasına kadar sürdü. Üretim-gerilim ortamında artık aralarında nasıl tartışmalar çıkıyorsa, gruptakilerin menajerlerine taktığı isim kan emici Dracula ve masum Cinderella karışımını Drella idi. 1989 tarihli Songs for Drella albümü, grubu yeniden bir araya getiren Lou Reed’in girişimiyle yapılmıştı.
Andy Warhol ve Lou Reed
Tek başına
1970’te Lou Reed gruptan ayrıldı ve ailesinin yanına döndü. 1973’te Bettye Kronstadt’la bir yıl bile sürmeyen bir evlilik yaptı. Boşandıktan sonra gittiği Britanya’da David Bowie ile yakınlaştı ve yeni bir döneme girdi. Walk on the Wild Side şarkısıyla büyük başarıya ulaştı. Eleştirmenler ve müzikseverler Transformer’ı da beğendiler ama arkadan Rolling Stone dergisinin “felaket” diye nitelendirdiği Berlin şarkısı geldi. Ne var ki, sonradan dergi Berlin’i 500 büyük albüm listesine alacaktı.
Efsanevi ilham perisi
İniş çıkışlarıyla ünlü Reed’in, kafası iyiyken yaptığı, sektöre ve eleştirmenlere isyan sayılabilecek Metal Machine Music’ten aşk şarkısı Cony Island Baby’ye sıçramasındaki dehşet mesafe, o dönemki partneriyle açıklanıyordu. Meksika ve Hint kökenli trans birey Rachel ile Reed, 1974’te New York’ta drag queen’lerin takıldığı Club 82’de tanışmışlardı. Dört yıl beraber oldular. Tencere-kapak misali Rachel da zor bir tipti, birkaç kez hapse girmiş çıkmışlığı vardı. Efsanevi ilham perisi, aslında Reed’in müziğiyle ilgilenmez hatta sevmezdi bile. Ama bu aldırmazlığı, amfetanin tüketimini azaltan Reed’in yaratıcılığına destek sağlıyordu. O zamanlar toplum trans bireylere karşı daha acımasızdı. Reed ilişkisiyle ilgili, hayranlarının bile ağır eleştirilerine uğradı.
David Bowie, Iggy Pop, Lou Reed
Madde kullanmada nasıl bir zirve yaptılarsa, 70’lerin ortamlarında, uyuşturucudan Rolling Stones’un Keith Richards’ı mı yoksa Lou Reed mi önce ölecek tartışması dönüyordu. Bowie uyuşturucuyu bırakma kararı alınca öfkelenen Reed ona vurmuştu. Bir havaalanında, röportaj verdiği gazeteciye şöyle diyordu: “Kullanıyorum çünkü teknoloji çağında şehirde yaşarken, kendini normal bir mağara adamı gibi hissetmek için bazı uyuşturucular almam lazım.” Ancak aldığı maddeler yetmiyordu ki kariyeri inişe geçti, deneysel albümleri tutmuyordu. 80’lerde uyuşturucudan kurtulan Reed, tasarımcı Sylvia Morales ile uzun soluklu bir evliliğe adım atarken ticari başarıyı yeniden yakaladı.
Mükemmellik ne ki…
80’lere kadar uyuşturucu bağımlısı, biseksüel, kült bir solistti. Sonrasında temizlendi, geçmişte yarattığı kendiyle ortak bir tarafı kalmadığını söyleyerek, sevecen bir insan gibi davranmaya başladı, ama 3 yıl dayandı. Gafil bir anında gerçek Lou Reed ve kurgu Lou Reed arasında pek büyük bir fark olmadığını itiraf ediverdi. Amerikalı müzik eleştirmeni DeCurtis da bunu teyit ediyor ve Reed açısından özel hayat ve sahnenin birbirinden ayrılmadığını söylüyor. Reed’in kendini “bağımlı, lanetli, sapkın, zalim ve çılgın” olarak nitelendirdiği notunu düşüyor. DeCurtis diğer eleştirmenlerin tersine, Reed’in, şarkılarıyla bu durumu aşmaya çalıştığını iddia ederken, 70’lerde ilk eşi Bettye Kronstad’a uyguladığı şiddeti ve viski-amfetamin eşliğinde sıraladığı ırkçı-antisemitik hakaretleri değerlendirme dışı tutuyor.
Zigzaglar çizse de ölümsüz bir isim bıraktığı şüphe götürmeyen Reed’in onaylanma ve meydan okuma arasındaki gerilimi, bir efsane yaratmak açısından başarıyla dengelediği söylenebilir. Kafasında svastikayla gezen genç provakatörün, Yahudiliğiyle ilgilenmeye başlayan orta yaşlı huysuz bir rocker’a dönüşmesi, muhtemelen bu gel-gitli karakterin acı, sancı ve hazlardan örüp şarkılarında akladığı “hızlı” hayatının zorunlu seyriydi. Kendi halinde rock star mı olur…
Bettye Kronstad
Partnerleri
Bettye Kronstad, Sylvia Morales, Rachel, Laurie Anderson, hem Pale Blue Eyes ve Adventurer gibi şarkılarına ilham verdiler hem de (Laurie Anderson ve Rachel hariç) menajerlik, asistanlık hatta ışıkçılık yaparak onun için çalıştılar. Bazı eşler onu memnun etmeye uğraşırken, müzisyen Laurie Anderson kendi işini ve bağımsızlığını korudu, Reed’in ona ilgisini sağlayan da herhalde buydu.
Laurie Anderson, Lou Reed ile 1992’de kompozitör ve prodüktör John Zorn’un düzenlediği Kristal Gece anmasında Münih’te tanışmış. Anderson, eşinin ölüme (2013) yaklaştığı son zamanlarını şöyle anlatıyor: “Hastanedeyken iyiydik. Lou hastalığı ve tedavisiyle ilgili her şeyi öğrendi. Her gün tai chi yapmaya, fotoğraf çekmeye, kitaplara, kayıtlara, radyo programına ve başka projelere devam etti. Arkadaşlarını seviyordu; birlikte olamadığı zamanlarda onlara mesajlar çekti, e-postalar attı. Birlikte ustamız Mingyur Rinpoche’u anlamaya ve dediklerini uygulamaya çalıştık, özellikle ‘Gerçekte üzülmeden üzülmeyi başarmaya çalışmalısınız’ gibi zor olanları.”
Kaynak
https://medium.com/cuepoint/a-family-in-peril-lou-reed-s-sister-sets-the-record-straight-about-his-childhood-20e8399f84a3
https://www.dailymail.co.uk/tvshowbiz/article-2478118/Lou-Reed-enjoyed-VERY-debauched-walk-wild-excess-caught-him.html
https://www.anothermag.com/design-living/8526/ten-things-you-might-not-know-about-the-velvet-underground
https://culturacolectiva.com/music/rachel-transgender-muse-lou-reed
https://pitchfork.com/thepitch/5-things-we-learned-from-the-new-lou-reed-biography/
https://www.ft.com/content/4d4a8166-ae75-11e7-beba-5521c713abf4
https://www.gq-magazine.co.uk/fashion/article/lou-reed-style
https://edition.cnn.com/2013/10/27/showbiz/lou-reed-obit/index.html
https://www.facebook.com/ravenous.butterflies/posts/being-with-him-when-he-died-was-something-i-will-never-forget-his-bravery-his-ha/2140069389443693/
https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/lou-reed-in-eski-karisi-alkol-ve-uyusturucu-yuzunden-ayrildik-28858490