Yazar, eleştirmen, yayıncı MEMET FUAT bir paşazade, paranın varlığının değil hatırasının parıltısıyla “zengin” bir çocukluk ve gençlik yaşamış. Eğlenmeyi, çalışmayı, üretmeyi bilerek büyümenin avantajıyla sporculuktan yazarlığa, çevirmenlikten mimarlığa pek çok iş yapmış. Öğrendiği değerler sayesinde el attığı her işi de temiz ve mükemmel yapmış.
Gölgede Kalan Yıllar kitabı aileden, okullardan, oyunlardan, köşklerden, bahçelerden, komşulardan, dostlardan bahsediyor. Çok sevilen bir anneye sakin bir veda… Memet Fuat, annesi Piraye için “iyiliğin, dürüstlüğün, onurun, bağlılığın, özverinin simgesi” diyor. Evde bulduğu büyük bir parayı arkadaşlarına göstermek için okula götürdüğü ortaya çıkınca, annesinden öğrenmiş ki parayla hava atmak, bir gereksinimin karşılanması için yapılan hırsızlıktan daha kötüdür. Bu küçük hayat dersi önemsiz mi göründü? Gösteriş uğruna -siz bunu para/güç diye okuyun- yapılanlarla dünyanın nereye vardığını hep beraber yaşıyoruz işte…
Memet Fuat’ın babası Vedat Örfi
Baba sinemacı
Memet Fuat’ın babası Vedat Örfi pek çok işe el atmış bir adamdı; gazetecilik yapıyor, roman ve oyun yazıyor, Darülbedayi’de jön rollerine çıkıyordu. Piraye’yle, İstanbul işgal altındayken, Bursa’da karşılaşmış, babası Mehmet Ali Paşa’ya güvenerek hemen evlenmişti. Vedat Bey tabii ki babasına güvenecekti; çocukken tiyatroculuk oynamayı seviyor diye bahçeye sahne kurulmuş, Saint-Joseph’te okurken okula yakın ev tutulmuştu. Evlendikten sonra konser vereceğim diye soluğu Paris’te alan Vedat Örfi, müzikte gelecek göremeyip sinemaya geçmişti. Birkaç filmde oynayıp işin mutfağını öğrenince, sektörün henüz gelişmediği Mısır’a doğru yollara döküldü. Hatta bir kitapta Mısır Sineması’nın kurucusu diye babasının adının geçtiğini söylüyor Memet Fuat.
Paşa dede tescilli çapkın
Dedesi Mehmet Ali Paşa’nın Erenköy’deki köşkü 30 dönümlük bir bahçeye sahipti, önde çamlar, arkada meyve ağaçları ve sebze bahçeleri vardı. Bahçedeki binalar kiralandığında köşk ahalisinin giyim kuşamı tamamlanır, esnafa yapılan borçlar sıfırlanırdı. Hemen karşıda paşanın kız kardeşi Adile Hanım’ın köşkünün bahçesi, civardaki sahipsiz kedi ve köpeklerin yuvasıydı, çünkü şimdi olduğu gibi sahipsiz dostlar, hayvan severlerin kapısına bırakılıyordu.
Dedesi Mehmet Ali Paşa’nın köşkünde ablası Suzan’la dedesinin kucağındalar. Solda üvey babaannesi Refika Hanım, sağda Piraye
Memet Fuat’ın dedesi Mehmet Ali Paşa ve kardeşi Fuat Paşa tescilli çapkınlardı. Fuat Paşa hanedandan bir evlilik yaptığı için Fransa’ya göçmüş, Mehmet Ali Paşa ise sağır kalacağı Kurtuluş Savaşı’na katılıp memleketinde kalmıştı. Savaş anılarından çok çapkınlık anılarından bahsetmeyi seven bir dede olarak, çocuklarına ve torunlarına karşı çok müsamahakârdı. İki kardeş II. Abdülhamid’in yaverleriydi. Mehmet Ali Paşa’nın anlattığına göre, ertesi gün ekmeğe 10 para zam yapacağı için Abdülhamid sabaha kadar odasında dört dönmüş. İlginç…
Annesi Piraye
Piraye’nin babası Tercüman-ı Hakikat gazetesinin sahibi, annesi Nurhayat Hanım ise Altunizade Necip Bey’in kızı. Bursa’da American School for Girls’e devam eden Piraye, 16 yaşında gelin geldiği Mehmet Ali Paşa köşkünde iki çocuk doğuruyor ve dört sene kocasını bekliyor. Ne zaman ki, umudunu kesiyor, annesi ve oğlu Memet Fuat’la Kadıköy’e taşınıyor. Piraye, yolu Türkiye’ye düşemeyen Vedat Örfi’den ancak 1932’de ayrılabiliyor. Araya mahkeme işleri girince Nazım Hikmet’le evlenmeleri 1935’te gerçekleşebiliyor.
Mithat Paşa Köşkü. Soldan sağa, Metin, Nail, Suzan, Mehmet, meşhur Adnan Ağabey, arkada Nâzım, ayakta Piraye
Evler ve dostlar
Köşkler büyük, para ise sınırlı… Birkaç ailenin beraber yaşadığı dönemler… Piraye, Nazım ve Memet Fuat Kadıköy’den sonra Mithat Paşa köşküne taşınmışlar. O dönem ev halkı dışında pansiyoner de alınıyor. Köşk sakinlerinden Adnan Ağabey “her şeyi bilen biri”, çocuk bisikleti, pingpong masası yapıyor mesela… Asıl merakı olan mimarlık Memet Fuat’ın da gönlünü çelmiş. Adnan Ağabey, aile Cihangir’e taşındığında çıkma malzemeyle eve modern mobilyalar yapmış.
Adnan Ağabey’in aşk hikâyesi kendisi gibi ilginç: Kalamış’ta tanıştığı İffet Öğretmen’e âşık olmuş. Disiplinli, ağırbaşlı öğretmenle diplomasız, başına buyruk adam çevrelerindeki herkesin “bu kadar da olmaz” dediği bir sevdaya düşmüşler. Bu aşk Adnan Ağabeyi hayli yola sokmuş, sokağa yalnız çıkamama hastalığı geçmiş, üstelik yıllar sonra hap sayma makinesi ve kibrit kesen bıçak dizgesi buluşlarıyla bilim dalında ödül almış.
İngilizce dersi alıyor
Ailesi Memet Fuat’ın dil öğrenmesine çok özen göstermiş. Yazları komşuları Misket’ten ders alırmış; esnafın dili dönmediğinden adı Misket, asıl adı Miss Kate, annesi İngiliz, babası Alman... Parasıza bedava, zengine parayla ders veren ince ruhlu, okumuş bir kız... Piraye’yi sevdiği için Nazım Hikmet yargılanırken öğrencisi olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın kızından ricacı olmayı göze alacak kadar iyi niyetli… O zamanlar Almanya’ya savaş açılıyor ve Türkiye’deki Almanlar kampa toplanıyor. Miss Kate kampa gönderilince Mehmet Ali Paşa da İnönü’den ricacı oluyor ama yine nafile, kampta ölüyor Erenköylülerin öğretmeni.
Nazım Hikmet İpek Filmde çalışırken Nişantaşı’nda oturmuşlar. İpek Film, High School’un karşısındaki eski ekmek fabrikasının binasıymış. Bahçe sefalarının yerini torpil sayesinde bedava seyredilen filmler almış. 1945’te tanısı konan verem onu yatırana kadar hayatını hep futbol, bisiklet, atletizm, pingpong, yüzme, voleybol, dansla doldurmuş. Okumadığı için annesinin bomboş bir kafayla büyüyecek diye korktuğu Memet Fuat, 10. sınıfta kitap kurdu olmuş, bir daha bırakmamış kitapları. İngiliz Dili ve Edebiyatını bitirdiği 1951’de dedesi ölmüş. Paşanın sağlığında satmaya başladığı arazilerden kalanları ve köşkü çocukları halletmiş. Memet Fuat İngilizce öğretmenliği ve çevirmenlik yaparak geçinmiş.
Spor ve edebiyat
Kocasının Münevver Berk’le ilişkisi yüzünden Piraye’nin içinde “yemyeşil bir dal kırılmıştır”, 1951’de Nazım Hikmet’le yollar ayrılır. Piraye’nin Altunizade’de aileden kalan arsası üzerine Memet Fuat bir dostu ile oturacakları evi inşa etmeye başlar. Beton hesapları dışında, işleri yürütecek kadar kalifiyedir, mesleğe dönemeyen çocukluk merakı filizleneceği zemini bulmuştur. Bu arada masrafları çıkarmak için Memet Fuat başka bir apartmanın inşaatını da yürütür.
Memet Fuat, gençleri ulusal ve uluslararası turnuvalara hazırladı. Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi’nde voleybol dersleri verdi
Altunizade’de arsalarda futbol oynayan çocuklara antrenman yapmayı, paslaşarak futbol oynamayı öğretir; Altınyurt Kulübü yönetim kuruluna seçilir. Kulüpte futbol, basketbol, voleybol, masa tenisi, satranç oynanır, eskrim yapılır; tiyatro, resim, müzik, folklor, fotoğraf, edebiyat gibi etkinlikler de vardır. Spor sevdasıyla gelen çocuklar kitap kokusuyla, sahne tozuyla böylece tanışır. Altınyurt yıldız erkek takımında başlattığı çalışmalar, Memet Fuat’ı, birkaç yıl içinde, genç ulusal takımın başına geçirir.
De Yayınevi kurulduğunda Memet Fuat eleştirmen olarak ünlenmiştir. 1959’da dergi yazılarıyla Ataç Eleştiri Armağanı kazanır. 1960’ta De Yayınevi’nin ilk deneme kitabı Düşünceye Saygı 1961 Türk Dil Kurumu Deneme-Eleştiri Ödülü alır. Nâzım Hikmet’in bazı kitaplarının dünyadaki ilk basımlarını yapar. Türk okurlarına William Faulkner, James Joyce, Ezra Pound gibi yazarları tanıtır.
Memet Fuat eşi İzgen Hanım ile
1980’de, De Yayınevi biterken, Yazko Edebiyat dergisinin yöneticileri arasına girer. 1981’de Adam Yayınevi’nin yerli yayınlar yönetmeni, 1985’te Adam Sanat dergisinin genel yayın yönetmeni olur. 2002’de vefat edene kadar çalışmalarını sağlığı elverdiği ölçüde evinde sürdürür. Son üç yılına on sekiz kitap daha sığdırır.
Tanıyanlar araştırmacı, mütevazı, kibar, çalışkan bir insan ve yaratıcı bir eğitmen olduğunu söylüyor. İyi insanların dünyaya katkısını hatırlamak gerekiyor.
Kaynak
http://www.memetfuat.com/turkish/frm_index/yasam_oykusu.html
SAHİBİNİ ANLATAN KİTAPLIK
Handan Durgut (Yazar-Editör)
Memet Fuat’ı 19 Aralık 2002 tarihinde kaybettik. İki yıl sonra, Altunizade’de annesi Piraye Hanım için yaptığı evinde kütüphanesindeki kitapların kaydedilmesini üstlendim.
Sadece yazdıkları, yayımladıklarıyla tanıdığınız birinin -o artık yokken, bir daha orada olamayacakken- kitaplığına dalmak, sanki yasak bölge ihlali gibi. Gizlice dikizlemek ya da başka birine ait kilitli bir çekmeceyi kurcalamaktı sanki, ama öyle olmadı. Berrak bir su gibiydi kitaplığı, hemen her kitabıyla sahibini anlatıyordu.
Memet Fuat’ı orada, onun kitapları arasında tanıdım.
“Ne yaşarken ne de öldükten sonra hiç kimsenin benim ağzımdan konuşma yetkisi yoktur. Yazabildiğim sürece düşüncelerimi kendim yazarım. Her sözcüğün, her virgülün sorumluluğunu taşıyarak” diye yazmış. Kitaplığını bu uyarıdan muaf tutmalı. İmzalı sayfalardaki ifadelerden örnek vermek yeter, sahibini anlatan bir kitaplıktı bu.
Kimine “hikâyelerin var olmasına dergisiyle yardımcı” olmuştu. (Selim İleri)
Kimine “hikâyecilik girişimindeki önemi yeniden anılmak” gereği duyurmuştu. (Füruzan)
Kimi “ne mene bir toplumda yaşadığını bilerek içtenliklerle, sahiciliklerle, gelişigüzelliklerle” bir karabasanın içinden seslenmişti. (Ece Ayhan)
“İyi yazmanın, güzel yayınların derdini bilen”di Memet Fuat. (Ferit Edgü)
“Türk aydınına modern bir dergi kazandıran”dı. (Akil Aksan)
“Zor beğenisinden korkulan”dı aynı zamanda. (Eray Canberk)
“Benim kuşağımı yaratan, Yeni Dergi’yi yaratan” diye seslenmişti kimi (Şavkar Altınel), kimi de yapıtının “oluşmasında katkısını anımsamış”, anımsatmıştı. (Sabahattin Kudret Aksal)
Bir diğeri şiirle, şairle ilişkisini yorumlamıştı: “Bir sen varsın ozanlara yakın”. (Salâh Birsel)
“Şairliğimin gün ışığına çıkmasında büyük katkısı olduğu için” diyerek teşekkür ederken biri (Rıfat Ilgaz), “Yazarlığımda büyük payı olan” diye imzalamıştı bir diğeri (Nedim Gürsel).
Şiir ve tiyatro kitapları, antolojiler, deneme ve eleştiri kitapları, çocuk kitapları, spor üstüne yayınlar kadar notlar ve düzeltmeler de Memet Fuat’ı tanıtan ipuçlarını sundu: Kılı kırk yaran bir titizlikte hem pür dikkat bir okur, yazar, eleştirmen, editör ve yayıncı, hem değerbilir bir arşivci -Piraye gibi-, hem çevirmen hem eğitmen, spor tutkunu ve dahası… Dahası ne mi? Kitaplığı, onları da gösterdi: “Şiirin altın arayıcısı”ydı o. “Yanlışları sevmeyen adam”dı. “Her yer tiyatro”ydu onun için. Nâzım Hikmet’in en iyi öğrencilerinden biriydi ve çocukları, gençleri koruyan, kollayan, keşfeden, destekleyen iyi bir öğretmendi de aynı zamanda. “Kimsenin yayımlamak istemediği kitapların yayıncısı”ydı, ki De Yayınevi bu amaçla kuruldu. Kimin söylediğine bakmadı, ne söylendiğini anlamaya çalıştı. Nâzım Hikmet’in hapishaneden yolladığı ve Piraye’nin sakladığı mektupları, şiirleri de derleyip o bastı. Ekim 1964’ten Mayıs 1975’e, on yıl sekiz ay boyunca kesintisiz 128 sayı yayımlanan Yeni Dergi ise adına yaraşır yeniliklerle doluydu. “Bilinmeyene tapınma”ya son vermek için derinlemesine incelemelerle, düşünce özgürlüğünden bilinç akımına özel sayılarla okur ve yazarları anlamaya davet ediyordu.
“Benim gibi düşünmeyen iyi insanların hırçın bir çoğunluk oluşturduklarını görünce aradan çekilmeyi daha doğru buldum. Yanılsalar da iyi insanlardı” dedi demesine ve Yeni Dergi de kapandı kapanmasına ama yayıncılığı dönüştürmüştü bir kere. “Türkiye hatasız kitap yayımlamayı benimle öğrendi” diyecek kadar ne yaptığının farkındaydı. Künyede artık yayında emeği geçen herkesin adına yer veriliyor, kapağından sayfa düzenine özenli kitaplar basılıyordu.
Yayıncılık dediğin neydi ki? Sanat yapıtını kitap haline getirmek!