Nüfus kâğıdındaki ismi ‘Reyna Baharlar’ olsa da, biz aile üyeleri için o ‘Tante Cici’ (1920-2003) idi… Kayınvalidem Centil (Janti) Simon Haleva’nın, güzelliğiyle dillere destan en küçük teyzesi ‘Cici’… Küçükken yaşadıkları Yüksek Kaldırım’da, bütün komşuları onu pek ‘cici’ buldukları için, bu sıfat zaman içinde gerçek isminin yerini almış! Eşi Menahem’le aliya1 yaptıklarında, 1981 yılıydı. Oğulları Sami (& Raya) Baharlar ve Nissim (& İlana) Aviv2’den (1968) çok sonra… Nissim’in eşi İlana’dan yıllar önce dinlediğim, annesinin Holokost’ta yaşadıklarından tek bir kare, hafızama öylesine kazınmış ki… Bu kez, tüm detayıyla kayda almak istedim. Her Holokost öyküsü kendine özgü; ortak noktaları, her birinin dinlemeye ve paylaşmaya değer olması… Okuyacağınız, İlana Katz Aviv’in dokunaklı aile öyküsü…


İlana’nın annesi Klara Turk ve kardeşleri; (soldan sağa) Dora, Meir, Klara, Motke, Shalom, Tsila

Sevgili İlana, annen savaştan önce nerede yaşıyordu?
Annem Klara Turk (1919-1995), Litvanya’da Mažeikiai (Majeyk) adlı bir kasabada dünyaya geldi. Üçü kız, üçü erkek, altı kardeştiler. Dedem, kasabanın Yahudi toplumunun en varlıklı üyelerinden biriydi. Almanya’nın yanı sıra farklı ülkelerle ticaret yapardı. Litvanya büyük ormanlık alanları ile ünlüdür. Dedemin de işi, ahşap ürünler üzerineydi. Annemin ailesi oldukça genişti; anne ve baba tarafından yaklaşık 40 kişi…
Annenlerin yaşadığı bir shtetl3 mıydı? Annen evlenince, kendi ailesinin yanında mı yaşadı?
Büyükçe bir shtetl’dı. Annem 18 yaşında, Kaunas’ta (Kovno) yaşayan bir adamla evlendi ve oraya yerleşti. Yeni evi ailesinden oldukça uzaktı, ama annem hep ne kadar mutlu olduğunu anlatırdı. Kocası iyi bir adammış. Mühendismiş. Maddi durumları oldukça rahatmış. Annem mücevherata çok düşkündü; güzel mücevherleri varmış. Savaş başladığında annem iki kız çocuğu annesiydi. Bana, Alman işgalinden birkaç ay sonra kocasını kaybettiğini anlatmıştı.
Bu kayıp nasıl gerçekleşmiş?
İşe giderken Almanlar onu yakalayıp öldürmüşler. Böylelikle annem, büyüğü 3, küçüğü 1,5 yaşında iki çocukla yapayalnız kaldı. Savaş koşullarında, annesine babasına haber verme olanağı yoktu. Annem bana anlatmıştı: Bir gün işe [zorla çalıştırma] gitmişti; iki kızı kreşteydi. İşten eve [Getto’ya] dönerken yolda, birçok çocuk taşıyan kamyonlar4gördü. Koşa koşa kreşe gitti. Ama çocukları orada değildi. Bir komşusu ona, Almanların kreşe geldiğini ve kızlarından birini öldürdüğünü, diğerini ise götürdüğünü söyledi! Annemin bir buçuk yaşındaki küçük kızı çok ağladığı için, bir Alman asker onu bacaklarından havaya kaldırıp ağaca vurmuş, boynu kırılan çocuk o anda ölmüştü! Üç yaşındaki büyük kızını ise, içi çocuk dolu kamyona fırlatıp götürmüşlerdi. Birkaç ay içinde kocasını ve çocuklarını kaybeden annem, o an bitmişti… Ama kayıplarının yasını tutacak dahi zamanı olmadı. Hemen ardından toplama kampına gönderildi.
Hangi kampa?
Stutthof’a5. Orada kız kardeşleri Dora ve Tsila’ya rastladı. Annemlerin üçü kız, üçü erkek altı kardeş olduklarını söylemiştim. Erkeklerin hiçbiri savaştan sağ çıkmadı. Bir tanesi, kampa gönderilmeden hayatını kaybetti: Almanlarla işbirliği yapan Litvanyalı milislerden biri, dayımın ağaçta saklandığını fark edip üzerine ateş etti. Yere düşen dayım o an öldü.
Annesi ve babası toplama kampında mı öldüler? 
Bunu annem de tam olarak bilmedi. İnsanlar farklı kamplara dağıtıldılar. Ama annem şunu söylerdi: 40 kişilik ailesinden yalnızca o ve iki kız kardeşi hayatta kalmış. Ben hiç anneannemi, dedemi tanımadım. Nasıl göründüklerini dahi bilmem.
Annen ve kardeşleri nasıl hayatta kaldılar?
Annem çok zeki bir kadındı. Bir sabah kampta, subayın biri sordu: “Kim yemek yapmayı biliyor?” Annem hemen elini kaldırdı. Subay, “Benimle gel!” dedi. Annem şanslıydı, çünkü yemek yapmayı çok iyi biliyordu. Yemeklerini beğendiler. O da bu sayede yemek artıklarını götürüp, kız kardeşleri ve bloktaki arkadaşları arasında pay ediyordu. Hayatta kalmak, her gün yeni bir savaş demekti. Kız kardeşlerinden Tsila, bir hata yapmıştı. Bir Alman subay ona ceza olarak, elleri havada, her bir elinde içi su dolu birer kova taşımasını emretti. Bu ceza birkaç saat sürdü. Tsila, sonunda daha fazla dayanamayarak bayıldı.
Korkunç hikâyeler var, bir kısmını unutmuş olabilirim. Annem bazen Stutthof’ta mutfak dışında da çalışıyordu. Kadınlarla erkekler arasında bir çit vardı. Erkekler tarafında, cesetleri ve dışkıları el arabasıyla kamp dışına taşıyan mahkûmlardan biri, dönüp dönüp anneme bakıyordu. İşte bu adam, savaşın ardından benim babam oldu.

Katz ailesi (İlana’nın babası David’in ailesi)  Tania, Shaul, David, Nina Katz (soldan sağa)

Biraz da babanın ailesinden ve yaşadıklarından söz eder misin? 
Babam David Katz (1920-2008), Vilna’da yaşıyordu. Çok iyi bir öğrenciydi. Liseyi Vilna’da okudu. Doktor olmak istiyordu. Ama Yahudi olduğu için onu kabul etmediler. O da Kovno’da elektrik mühendisliği okumaya karar verdi. Vilna’da anne-babası, kız kardeşi Tania, büyükannesi ve birçok teyzeleri, halaları, amcaları vardı. Babam takip eden yıllarda altı kitap yazdı. Bunlarda, yaşadığı her şeyi anlattı. Bu yüzden, babamın yaşadıklarını baştan sona biliyorum.
Baban bahsettiğin kitapları nerede yazdı?
İsrail’de… Babam savaşın ardından Vilna’da üniversiteye gitti; üniversiteyi bitirip eczacı oldu. 1960’da aliya yaptık. Babam emekli olduktan sonra, Bar-Ilan Üniversitesi’nde, Avrupa Yahudilerinin kültür ve felsefesi üzerine doktora yaptı. Doktora tezinin6 konusu, Yidiş edebiyatında “Ölüm Dansı” motifiydi. Kitaplaştırdığı anılarında anlattığına göre, babam işgalin başında öğrenci yurdunda kalıyordu. Sabahleyin birisi sert bir şekilde kapıya vurdu: “David, dışarı çık ve kaç! Almanlar burada!” Babam hemen Vilna’ya dönmek üzere yola çıktı. Ama eve gittiğinde, ailesinin orada olmadığını gördü. Vilna gettosuna götürülmüşlerdi. Babam annesini, babasını ve kız kardeşini gettoda buldu. Orada bir yıl birlikte kaldılar. Büyükbabam Shaul Katz’ın savaştan önce Vilna’da bir saat dükkânı vardı. İşinde çok iyiydi. Almanlar geldiği zaman, dükkânındaki altın saatleri, her şeyi yanına aldı. Ama gettodayken, yiyecek bulmak için onları yavaş yavaş satmak zorunda kaldı. Geriye kalan malını bir Polonyalıya verdi; bu kişi onu ve ailesini Vilna dışına çıkaracağı sözünü vermişti. Adam sözünü tuttu ve onları çıkardı; ancak yolun ortasında karşı taraftan gelen birisi, “Gitmeye çalıştığınız yerde hiçbir şey kalmadı” deyince, geri döndüler. Sonuç olarak, babaannem Ponar’da (Ponary) öldürüldü. Ponar, Vilna’nın biraz dışında, ormanlık bir alan. Almanlar gettodan alıp Ponar’a götürdükleri Yahudilere, çukur kazma talimatı verdiler. Üzerlerine ateş açılan Yahudiler, çukurun içine düşüyorlardı. Babaannem Nina Katz, bu kurbanlardan biri oldu.
Büyükbaban?
Büyükbabam başka bir kampa götürüldü. Savaşın bitiminden üç ay öncesine kadar hayattaydı. Çok çalışıyordu ve hayatta kalmayı başarmıştı. Ama kampta büyükbabamı öldürmeyi aklına koymuş bir Alman, sonunda yapacağını yaptı.
Baban nasıl hayatta kaldı?
Şanslıydı. Bana hep öyle söylerdi. Ne zaman tehlikeli bir durum olsa, bir mucize olur ve o kurtulurdu. Mesela, tek sıra olmuşlar, Almanlar herkesi birer birer vuruyorlar. Aniden diğer taraftan biri gelir, bugünlük bu kadar yeter der, babam kurtulurdu!
Baban kız kardeşini bir daha göremedi mi?
Gördü, İsrail’de! Hayfa’da… Bu müthiş bir hikâyedir! İsrail’de yaşayan Avrupa kökenli her Yahudi’nin, pek çok hikâyesi vardır.
Baban kız kardeşini nasıl buldu?
1957’de Litvanya’dan ayrılıp Polonya’da yaşamaya başladık. Babam küçük bir kasabada eczacı olarak iş buldu. O zaman pek çok Yahudi, haber alamadığı akrabalarını bulmaya çalışıyordu. Kullanılan kanallar, gazete ve radyoydu. Babam duyduğu bir radyo yayınında, aranan bir şahısla ilgili verilen bir bilgiden, kız kardeşinin hayatta olabileceği sonucuna vardı. Araştırmalarını derinleştirerek, kız kardeşinin evlenmiş olduğunu öğrendi ve gazeteden eşinin ailesini buldu. Onlardan, kız kardeşi Tania’nın İsrail’de yaşadığını öğrendi. Tania’nın İsrail’e nasıl ulaştığını bilmiyorum. Bundan yaklaşık on yıl önce onu Las Vegas’ta ziyaret ettim. Tania kampa gönderildiğinde 16 yaşındaydı. Ona, “Belki bana nasıl hayatta kaldığını anlatırsın…” derdim. Bana, “Sorma…” diye yanıt verirdi. Savaşta olanlardan asla bahsetmek istemedi.
Babanla annen birbirlerini nasıl buldular?
Savaş bitince, annem de babam da Vilna’ya gittiler. Annemin Ida adında, yine kamp kurtulanı çok iyi bir arkadaşı vardı. Ta heder7 zamanından arkadaştılar. Bir Cumartesi günü Ida’yla annem Vilna sokaklarında gezerken, karşılarına iki genç çıktı. Babam zayıf ve uzun boyluydu. Yanında bir arkadaşı vardı. Annem, “Ben bu adamı bir yerlerden tanıyorum” dedi. Babam da annemi gördü ve “Ben seni tanıyorum” dedi. Konuşmaya başladılar. Olayın gelişimi oldukça komikti çünkü ilk önce babamın arkadaşı Yitzhak’la annem; Ida ve babam görüşmeye başladılar. Yaklaşık 2 ay sonra çiftler değişti: 1946 yılında Ida’yla Yitzhak, onlardan 2 hafta sonra da annemle babam evlendiler.

İlana - Nissim Aviv 


Kamp kurtulanlarının çocuğu olmak pek kolay olmasa gerek. Genel olarak daha sessiz, içe kapanık ortamlar olduğu anlatılır. Sizinki nasıl bir ev ortamıydı?
Ben 8-9 yaşlarımdayken -henüz Polonya’da yaşarken- annemle babamın hayatta kalan arkadaşlarını ziyaret etmek üzere Varşova’ya giderdik. Ben, erkek kardeşim ve diğer hayatta kalanların çocukları hep aynı odada uyurduk. Büyükler de salonda hep beraber oturur, savaş dönemini konuşurlardı. Anlatılanlara kulak kabartır, duyduklarımı sanki ben yaşamışım gibi hissederdim. Hayal gücümün yarattıklarıyla, geceleri kâbuslar görürdüm. Oturduğumuz yer, Polonya ile Litvanya arasında yer alan geniş bir yola yakındı. Annemle babam bu yolun, ağır savaş mühimmatını taşımak için Almanlar tarafından yapıldığını söylemişlerdi. Ben de rüyamda kendimi, bu yola bağlı köprünün altında, üzerimde gece ayazında üşümemek için örttüğüm yapraklar, yapayalnız görürdüm. Annemle babam savaş döneminde yaşadıkları hakkında hep konuştular. Babam sürekli yazıyordu. Annem sürekli anlatıyordu. Psikolojik olarak hasta, zarar görmüş insanlar gibi değildiler. Çok gerçekçi insanlardı. “Çocuk dinliyor, bu konuda konuşma”, veya “Bu konuşma çocuğa zarar verebilir” diye düşünmezlerdi.
Sence böylesi daha mı iyi?
Evet, bence öyle… Çünkü bir çocuk olarak eğer tam olarak bilmezsen, oradan buradan duyduğun bölük pörçük bilgiler üzerinden hayal etmeye başlıyorsun.


İlana Katz Aviv ve Lolita Nahmias Haleva söyleşiyi internet üzerinden yaparken


1960 yılında aliya yaptınız. İsrail’de yaşamak onlar açısından nasıldı?
En başta feci… Çok çok zordu.
Neden bu kararı aldılar?
Babam hep Amerika’ya gitmek istedi. Ama o zaman komünizmle yönetilen Polonya’dan çıkabilmenin tek yolu İsrail’e gitmekti. Belki ilk önce İsrail’e gidip oradan Amerika’ya giderim diye umuyordu.
Ama sonra vazgeçti, öyle mi?
Vazgeçmedi; Amerikalılar onun komünist olabileceğini düşünerek, başvurusunu reddettiler.
Annen savaştan önce evlenip, aile kurmuştu; baban bekâr mıydı?
Babam da evliydi. Alman işgali başladığında babam 21 yaşındaydı. Vilna gettosunda yaşarken babam bir kızla görüşüyordu. Büyükbabam babama, “Kızı oyalama” dedi. “Biriyle beraber olmak, yalnız olmaktan iyidir. Eğer biz ölürsek, hiç olmazsa yanında karın olur...” Ve babam bu genç kızla evlendi. Ancak babamın ilk eşi gettoda tifüsten hayatını kaybetti.
Annene ilk evliliğinden geriye herhangi bir fotoğraf, belge kaldı mı?
Hayır. Ama onları hep hatırladı. Kızlarının ne kadar güzel çocuklar olduklarını hep anlatırdı. İnanılmaz derecede mutlu iki kız çocuğu olduklarını söylerdi...


“Kinder-Aktion”da Kovno Gettosu’ndan (Litvanya) toplanıp katledilen çocuklardan Emanuel (2) ve Avram Rosenthal (5) kardeşler (Şubat 1944); Fotoğraf: George Kadish/Zvi Kadushin; Kaynak: USHMM, Shraga Wainer

“Kinder-Aktion”
Naziler ve yerel destekçileri, 27-28 Mart 1944 tarihlerinde Kovno’da (Litvanya) iki günlük bir “Çocuk Harekâtı” (“Kinder-Aktion”) gerçekleştirdiler. Ebeveynlerin zorla çalıştırılma saatlerine denk getirilen bu operasyon kapsamında, Yad Vashem kayıtlarına göre yaklaşık 2.000 çocuk ve yaşlı, Getto’dan çıkarılarak katledildiler. “Kinder-Aktion”da iki çocuğunu kaybeden Klara Turk’un (İlana Katz Aviv’in annesi) kamyonlarla götürülüşlerine tanık olduğu çocukların ağırlıklı olarak, Nazilerin toplu katliam alanı olarak kullandıkları “Dokuzuncu Kale”de (Kovno) öldürüldükleri tahmin ediliyor.

Dipnotlar
1 İsrail’e göç etmek.
2 Nissim Aviv “Baharlar” soyadını, İbranice “ilkbahar” anlamına gelen “Aviv” olarak değiştirdi.
3 Holokost öncesi Doğu ve Orta Avrupa’da, ağırlıklı olarak Yahudilerin yaşadıkları kasaba ve köyler.
4 Nazilerin ve yerel destekçilerinin gerçekleştirdikleri “Çocuk Harekâtı” (“Kinder-Aktion”).
5 Nazilerin Almanya dışında kurdukları ilk toplama kampı; Danzig (günümüzde Gdańsk/Polonya) şehri yakınlarında.
6 David Katz, “Der motiv fun Toitentanz in der Tradizie fun Literatur bei Yidden” (“The motif of the Dance of Death in the tradition of Yiddish Literature”), Yidiş doktora tezi (Bar-Ilan Üniversitesi, Ramat Gan, 1993).
7 Çocuklara dinî bilgiler ve İbranice öğretilen ilkokul.