“20 Mart 1939… Akşam geç saatlerde Sigmund ve Jenny Hirschberger, oğulları Julius ve Hermann’la birlikte, Welfenstrasse 6 numaradaki evlerinden Karlsruhe merkez tren garına gidiyorlar. Çocukların her birinde birer bavul, birer çanta ve 10 Reichsmark var. Fazlasına izin verilmiyor. Oyuncaklar, kitaplar, şahsi eşyaların tümü yasak. Ancak anne ve babalarının birer fotoğraflarını yanlarına alabiliyorlar. Anne ve babaların tren hareket edene kadar peronlarda beklemeleri de kesinlikle yasak! Gözyaşlı sahneler olmayacak. Anne ve babalar çocuklarını getirip hemen ayrılmak zorunda. Jenny Hirschberger, ‘Daima uslu, iyi çocuklar olun’ diyebiliyor yalnızca…
Oğulları onu böyle hatırlayacak. Bu son görüşmeleri olacak. Hirschberger’ler yurtdışına çıkmak için boşuna uğraşacaklar ancak pasaport ve vize alamayacaklar. Ekim 1940’da Gestapo tarafından yakalanan çift önce güney Fransa’ya, Gurs kampına sürülecek, sonrasında Auschwitz’e gönderilecek, orada katledilecektir.”1
Yahudi olmak ihtiraslı bir temadır
Romantik bir yaklaşımla, Yahudi olmak ihtiraslı bir temadır… Genellikle kişiyi takip eden, bazen yöneten, zaman zaman neşeli, hareketli, ancak çokça da hüzünlüdür. Moses Mendelssohn ile başlayan aydınlanma süreci ile birlikte, bir Alman için Yahudi kimliği, dinden öte kültüreldir. Alman Yahudi’si, Yahudi ünlülerle gurur duyar, ancak, sınırları aşıp kendisine komşu olmaya gelen Doğu Avrupa Yahudileri için aynı hisleri beslemez. Yerlere kadar siyah giysileri ve abartılı kıyafetleriyle, konuştukları keskin aksanlı Yiddiş ile, doğudan gelenlerle öyle veya böyle ilişkilendirilmek, ortalama bir Alman Yahudi’si için arzu edilen bir durum değildir. Onlarla özdeşleşmek, geniş topluma, onları sahipleniyormuş mesajı vermekten öte bir amaca hizmet etmez.2
Hitler’in, 1933 Ocak ayında iktidara gelmesi ile yaşanan süreç -Yahudi işyerlerinin boykot edilmesi, Yahudilerin doktorluk, avukatlık, öğretmenlik, mühendislik gibi mesleklerden men edilmeleri, Yahudi yazarlara ait kitapların yakılması, 1935 Nürnberg Yasaları ile Yahudi düşmanlığının hukuki temellere oturtulması, Kasım 1938 pogromu- Almanya ve onun kontrolündeki Avusturya ve Çekoslovakya’daki Yahudi yaşantısını korku çemberi içine almaya yeter…
Yaklaşık on bin çocuk kurtuldu
Büyük savaşın başlangıcından aylar önce, Irene Kirstein İngiltere’ye gitmek üzere Berlin’den trene biner. Yedi yaşındadır. Irene, Nazilerin ellerinden kurtarılan yaklaşık on bin çocuktan biridir. Deborah Hodge’un “Rescuing The Children”3 başlıklı kitabına yazdığı önsözde şöyle der: “En umutsuz dönemlerde yaşanan kahramanlık öyküleri, tarih boyunca olaylara anlam katar. Birileri, düşman karşısında çaresizlik içindeki insanları kurtarır… Başkaları, korunaklı sınırlardan güvenli ülkelere kaçırılır… Bir parça kuru ekmek küçük bir çocuğun yüzünü güldürür. (…) Umutsuzluk içinde kıvranan bir halka yardım etmek için adanmış, cesur, özverili olmak gereklidir.”
9 Kasım 1938 pogromundan beri her şey kontrolden çıkmıştır. Birçok aile Nazi idaresi altında sıkışmış, bulundukları yerlerden çıkamaz durumdadır. İşte böylesi bir ortamda düzenlenir Kindertransport. Elbette ki, çocuklarından ayrılmak, onları güvenli ülkelere göndermek için bile olsa, kolay değildir. Buna rağmen, mülteci örgütlerinin ofisleri dolup taşar. Nazilerin onayı ile girişilen bu nefes alma operasyonunda, ayda bin çocuğun İngiltere’ye ulaşması tasarlanmıştı. Öncelik, öksüz veya yetimlerle ebeveynleri toplama kampında olanlardaydı.
Özel trenlerle ve sonrasında gemilerle İngiltere’ye gönderildiler
Çocuklar yüz kişilik düzenli gruplar halinde Berlin, Frankfurt, Viyana ve Prag’daki istasyonlardan özel trenlerle, Hollanda veya Belçika üzerinden, gemilere binecekleri liman kentlerine gönderileceklerdi.
Norbert Ripp, ailesi ve kardeşleri ile Wanne-Eickel’da yaşamaktaydı. 11 yaşında, annesi onu Hollanda sınırına en yakın tren istasyonuna götürür. Hollanda’ya kaçar. Daha sonra gemi ile İngiltere’ye geçecektir. “Ailem büyük bir ikilem yaşamaktaydı, hiçbir ebeveynin yaşamaması gereken bir süreçti bu… Öngörülebilir gelecekte ailece Almanya’dan çıkmamız olası değildi. Dolayısı ile beni 11 yaşımda evimden uzaklara, dilini bilmediğim yabancıların yanına göndermeye karar verdiler.”
Hedy Wachenheimer (Hedy Epstein), ailesi ile Kippenheim’da yaşamaktaydı. Evinden ayrıldığında 14 yaşındaydı… “Anne babamın bana olan sevgilerinden dolayı, Kindertransport’la Almanya’dan İngiltere’ye gidebilmiştim… Bana ikinci bir hayat bağışlamışlardı…”
İlk ve sonuncu transport
İlk transport Berlin’den 1 Aralık 1938’de yola çıkar. Sonuncusunun tarihi ise 1 Eylül 1939’dur: Alman ordularının Polonya sınırını geçtikleri, savaşın başladığı gün… Sonrasında sınırlar kapanacak, çıkışlar artık mümkün olamayacaktır.
Çocuklar yanlarına ancak taşıyabilecekleri kadar eşya alabiliyorlardı. Anneler, küçük valizlere ne koyacaklarına karar vermede zorlanıyorlardı. Bir oyuncak, çocuğa sıcak aile evini hatırlatacak küçük bir obje, bir dua kitabı ve geçen güzel günlerin anısını yaşatacak fotoğraflar… Onların yeri elbette ki çok özel olacaktı. Son olarak da, yaklaşık 4 dolar karşılığı eden 10 Reichsmark, yanlarına alabilecekleri en fazla paraydı.
Miriam Wieck (Miriam Schneider), ailesi ve kardeşi ile birlikte Königsberg’de yaşamaktaydı. Evinden ayrıldığında 13 yaşındaydı. “Babam kendisi için çok değerli kemanlarından birini yanıma vermişti. Hala saklarım. Kimseciklerin olmadığı kasvetli zamanlarda müzik bana çok yardımcı olmuştu. Yaşananlara katlanabilmem için, nereye gideceğimi seçebilmem için…”
Yine Irene’den bir alıntı: “Berlin’de yaşayan küçük bir kızken büyükbabam bana bir kukla armağan etmişti. Bir yıl sonra annem babam beni Kindertransport’la İngiltere’ye yolladı. Ailem ve çok sevdiğim tiyatro geride kalmıştı. Henüz 7 yaşındayken, öykülerin her nereye gidersem gideyim benimle geleceğini öğrenmiştim.”
Ruth Oppenheimer (Ruth David) Frankfurt’tan ayrıldığında 10 yaşındaydı. Ailesi ile, kentin dışında yaşamaktaydı. “Yola çıkmamdan bir gece önce, annem babam, ellerini başımın üstüne koyup uzun uzun dua ettiler. Beni Tanrı’nın koruyucu ellerine teslim ediyorlardı. (…) Ellerinden gelen ancak buydu. Hissettiklerini ve söyleyemediklerini anlayabiliyorum…”
Ayrılık çok zordu
Aileler için ayrılık hiç de kolay değildi. Kucaklaşmalar, yanaklara kondurulan son öpücükler… “Mutlaka mektup yaz” öğütleri, “haberleşelim” temennileri… Herkes içinden gelen duyguları dışa vurmadan cesur davranmaya çalışıyordu… Geleceğin nelere gebe olduğu hakkında kimsenin en ufak bir fikri yoktu.
Trenler gece yola çıkıyordu. Ebeveynlerin perona yaklaşması yasaktı. Vedalaşma bekleme salonlarında yapılıyordu. “Özgürlüğün pahasına” katlanmak kolay değildi.
Ellen Auster (Ellen Fletcher) Berlin’de, başka çocuklarla beraber bir yuvada yaşamaktaydı. Annesi uzun saatler boyunca çalışmak zorunda olduğundan kendisi bu eve yerleştirilmişti. Berlin’den ayrıldığında 10 yaşındaydı. “Berlin’den 14 Aralık 1938’de ayrıldım. Annem ile üvey babam beni sabahın erken saatlerinde taksi ile tren garına götürdüler. Bekleme salonunda yaşananlar çok duygu yüklüydü. Anne babalar çocuklarını uğurluyorlardı. Bazıları öylesine küçüktüler ki, olup bitenden haberdar değildiler.”
Hans Levy, ailesi ve kardeşleri ile Gladback’te yaşamaktaydı. Evinden ayrıldığında 13 yaşındaydı. “İstasyona geldiğimizde aileler içeri girmek için uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Yalnız çocukları içeri alıyorlardı. Ayrılmak üzere oldukları çocuklarını vagonlarına yerleştiremeyen aileler durumu protesto ediyorlardı. Ortalıkta karmaşa hâkimdi. Bir baba, çocuğuna ‘Geri gel, annenle vedalaşamadın’ diye sesleniyordu. Ancak elinde ağır valizi ile, akan o kalabalığın içinde geri dönmesi mümkün değildi.”
Hedy’den devamla: “Bindiğim trende 500 çocuktuk. En büyüğümüz 17 yaşında, en küçüklerimiz 6 aylık ikizlerdi. Trenin hareketinden önce vagonun penceresinden dışarı uzanan birçok el ve kol gördüğümü hatırlıyorum. Trenin hareketi ile peronun ötesinde el sallayan anne babalar gittikçe küçülmeye başlamışlar, birkaç dakika içinde görünürden kaybolmuşlardı.”
Yolculuk yaklaşık bir hafta sürüyordu
Tren ve gemi ile yolculuk yaklaşık bir hafta sürüyordu. Tıpkı Miriam gibi çoğu “geri gelemeyeceklerini, bir daha ailelerini göremeyeceklerini” biliyorlardı. Yine Ellen’den bir alıntı: “Kompartımandaki en büyük bendim. Ayrılığın küçükler üzerinde olumsuz etki bırakmaması için elimden geleni yapıyordum. Bir süre sonra, yanıma almama izin verdikleri küçük teybimi açıp kaydettiğim parçaları dinlettim onlara. Hafif bir müzik herkese iyi gelmişti…”
Tekrardan Norbert ile devam edelim: “Hollanda sınırında pasaport kontrolünü genç bir Nazi subayı yürütüyordu. Üzerinde kırmızı büyük harfle basılmış “J” işaretli pasaportumu dikkatle inceledi… Yüzü buruştu ve bana dik dik baktı. Hollanda’ya geçiş için gerekli vizem yoktu. Pasaportu yüzüme fırlatarak bağırıp çağırıp kompartımanın kapısını hızla çekip gitti. Benimle yolculuk eden herkes bembeyaz kesilmişti. (…) Birkaç dakika sonra Hollanda’daydık.”
Dora Gostynski (Doris Small) anne babası öldükten sonra, kız kardeşi ile birlikte evlerinden çıkarılmıştı. Onlara bir aile yakını sahip çıkmıştı. Berlin’den ayrıldığında 14 yaşındaydı. “Sınırı geçtikten sonra derin bir nefes aldığımı hatırlıyorum. Almanya’dan çıkmıştık. Artık Hollanda’daydık. İlk istasyonda bizleri ellerinde gıda malzemeleri ile dolu sepetlerle bekleyen Hollandalı kadınları gördüğümüzde sevinçten havalara uçmuştuk. İnanılmaz bir sahneydi bu…”
Britanya halkı sayesinde
Çocukların yeni aileleri ile buluşması ise bambaşka bir olaydı. Gönülleler tarafından karşılanan çocuklar kalacakları yerlere gönderilmek üzere Mülteci Çocuklar Hareketi’nin oluşturduğu merkezlere alınıyor burada yeni hayatlarına hazırlanıyorlardı.
Kindertransport’un sponsorları ve koruyucu aileleri, hükümetin radyo aracılığı ile yaptığı çağrıya olumlu cevap vermişlerdi. Bunlar, İngiltere, İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda’nın değişik kentlerine dağılmışlardı. Britanya, hiçbir ülke böylesi bir kurtarma harekâtını düşünmezken, bunu planlamış ve hayata geçirmişti. Halkın desteği olmasa, bu çocukların kurtarılması mümkün olamayacaktı.
Miriam’ın yazdıklarını okuyalım: “Almanya’dan Temmuz 1939’da ayrıldım. Gönüllülerin bize kucak açması sayesinde kurtuldum. Beni kabul edecek bir garantörüm olmasaydı Almanya’dan çıkamayacaktım. Miss. C. Fraser Lee, Edinburg’daki bir kız okulunun kurucusu ve yöneticisiydi. Almanya’dan kaçan 6 kızı himayesine almıştı. Bunlardan biriydim. Hayatımı kurtarmıştı. Gerçi kendimi okulda hep yabancı hissettim. Ancak itiraf etmem gerekir ki, diğer öğrenciler biz Almanya’dan gelenlere hep iyi davrandılar…”
Savaş bitince…
Doğal olarak, çocuklar anne babalarına kavuşacakları günü özlemle bekleyeceklerdi. 1945 Mayıs’ında, Avrupa’daki savaşın sona ermesi ile korkunç gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başlayacaktı. Ölüm kampları, toplu mezarlar, gaz odaları… Ailelerin akıbetini öğrenmek çok uzun zaman alan, zahmetli, yıpratıcı bir süreç olacaktı. Kimileri için büyük bir acıyı, kimileri içine buruk bir sevinci beraberinde getirecekti, uzaklardan gelen haberler.
Her durumda, çocukların geleceklerine nerede, hangi koşullarda, nasıl yön verecekleri tam bir bilinmezdi. Britanya, bu aşamada cömert bir teklif yapar: 15 yaşından büyük, savaşta anne ve babasını kaybetmiş ve Britanya’da en az 5 sene bulunmuş olanlara, talep etmeleri halinde, vatandaşlık vereceğini duyurur. Birçokları bu öneriye sıcak bırakıp yaşamlarını burada kurarken, bazıları İsrail’e, ABD’ye, Kanada’ya veya Avustralya’ya, gider…
Joseph Haberer, ailesi ve üvey kardeşi ile Villingen’de yaşamaktaydı. Evinden ayrıldığında 9 yaşındaydı. Okuyalım: “Ciddi bir şekilde depresyondaydım. O günlerde ne yapacağımı kestiremiyordum. Tek başımaydım. Bisikletle uzaklaşmıştım. (…) Kendi kendime kalmamın bana iyi geleceğini düşünüyordum (…) Bir halk kütüphanesi kurtarıcım olmuştu. Kendimi geliştirip ispat etmeliydim, farklılık yaratmalıydım.” Joseph’in babası, Vichy bölgesinde alıkonduğu bir kampta hastalık yüzünden ölmüştü. Annesi ise Auschwitz’te katledilmişti. Sonunda, Joseph, Kaliforniya’daki akrabalarının yanına gitmiş, farklılık yaratmanın güzel bir örneği olarak, üniversitede profesör olmuştu.
Elli yıl sonra
1989’da, Kindertransport projesinin ellinci yılında, o zamanın çocukları, şimdilerin, yaşadıklarını paylaşarak o günlere ışık tutan büyükleri, ailelerinin de katılımı ile Londra’da bir araya gelirler. Toplantı öylesine birleştirici, başarılı olur ki, hemen ardından sivil toplum kuruluşu tipinde örgütlenmeler başlarlar. Bunların biri “Reunion of The Kindertransport (ROK)” adı ile, diğeri ise, ABD’de “The Kindertransport Association4 (KTA)” adı ile kurulur. Kinder’lerin, ailelerinin, ikinci ve üçüncü kuşaklarının katılımı ile yapılan çalışmaların teması “iyilikten ilham almak” şeklinde belirlenir…
İyilikten ilham almak
14 Haziran 1991’de, KTA ve ROK, Britanya’yı onurlandırmak için bir plaket hazırlar. Bugün Palace of Westminster’de bulunan plaketin üzerinde şu sözler yazılıdır:
“Nazi zulmünden, Kindertransport ile kaçan ve hayatını bu ülkeye borçlu olan on bin Yahudi çocuk, Birleşik Krallık halkına ve Parlamentosuna derin şükranlarını sunar.”
Dipnotlar
1 “1939 Yazı” - Werner Biermann, Türkçesi: Ayşe Sarısayın, Can Yayınları, s. 66.
2 “Uprooted and Implanted, The Memoir of Helmut Heckscher” - Helmut Heckscher.
3 “Rescuing the Children, A Story of the Kindertransport” - Deborah Hodge, Tundra Books, 2012.
4 www.kindertransport.org