Malum evdeyiz bir süredir. Pandemi ile telefon daha çok yapıştı elimize. Bilgisayarlar daha çok yoruyor gözlerimizi. Ancak bazen de hiç bilmediğimiz mecralara uzandığımız olmuyor değil. İşte böylesi bir buluşma “Fısıldayan Kutular” ve OGAN AKINCI ile buluşmamız. Gerisi çorap söküğü misali akıp gitti...
Şimdi Oganaki’yi sizlere tanıtma vakti...

Ogan Akıncı, namı diğer Oganaki kimdir?
Kendimi anlatabilmek için öncelikle 1970’li yılları anlatsam yeterli olacaktır sanırım. Çocuklar için fevkalade yaratıcı yıllardı. Televizyonun hayatımıza yeni girdiği, yabancı kaliteli oyuncakların çoğaldığı, mahalle arkadaşlıklarının tavan yaptığı, anne-babaların farkında bile olmadığı maceralarla dolu yıllardı. Sabahtan akşama kadar sokaklarda oynayıp tornetlere, bisikletlere binip gezdiğimiz, inşaat çukurlarında gemiler yüzdürüp, küçük matchbox arabalarımıza yollar yapıp topraktan şehirler kurduğumuz yıllardı.
Mesela tek tek külah üfleyerek savaşmak öyle zorlamıştı ki, 6 külah atabilen toplu külah yapıp ilk icadımı gerçekleştirmiştim. Ayrıca tornet dediğimiz rulman tekerlekleri olan tahta arabaların yapımında değişik dizaynlarımla ustalaşmıştım. Sekiz yaşımda iken çöpten bulduğum sabun kutusu ile yaptığım pilli küçük TV ise sadece ışıklı bir resimden ibaretti.

Hep yaratıcıydım; aslında düşününce televizyonun yaratıcılığımdaki etkisi büyüktü. “Uzay Yolu”, “Galactica”, “Sihirbaz” ve “Görevimiz Tehlike” gibi diziler beni çok etkiledi. Tabii o dönem bakkallarda satılan torpil, mantar, kız kovalayan gibi patlayıcı kimyasallar da tehlikeli işler yapmamıza sebep olmadı değil. Okul hayatım boyunca en sevdiğim ders hep resim oldu. Resimlerim okul koridorlarında sergilenir, kimi yarışmalardan dereceler alırdım.

Havacılık mesleğiniz, sanat ise tutkunuz. İkisi arasında bir ilişki kurabiliyor musunuz?
Benim çok küçük yaşlardan itibaren iki tutkum vardı, sanat ve havacılık. Yedi yaşımdan itibaren sürekli maket uçaklar, resim ve tasarımlar yaptım. Okullarımda, havacılık ve maket kollarında sınıfı hep ben temsil ederdim ama büyüyünce ne olmak istediğim konusunda hiç fikrim yoktu. Belki derslere olan ilgisizliğim ve başarısızlığım nedeniyleydi, çok da düşünmüyordum yani. Hep bir oyun oynama halindeydim.
Çok istesem de basit sağlık nedenleriyle pilot olamadım ama Uçuş Harekât Uzmanı oldum, pilotluğa en yakın meslek buydu çünkü. Yüzlerce saat kokpitte görevli uçuşlarım oldu, yani hevesimi giderdim diyebilirim. Ayrıca yolcuların merak ettikleri soruları cevapladığım “İyi Uçuşlar” adlı kitabın yazarıyım. Bu ay emekli oluyorum.
Havacılıktaki meslek hayatım boyunca sanattan hiç kopmadım. Yağlı boya ve suluboya tablolar yapıp sattım. Antika ve eski eşya tutkumu sanatla birleştirerek restorasyonlar, tasarımlar ve çağdaş sanat eserleri ürettim. Oyuncaklardan asla vazgeçmedim; hala vintage oyuncaklar alırım ve iyi bir koleksiyonerim. En sonunda bunların hepsini birleştirdiğim sanat dalını, yani minyatür dioramayı keşfettim. Ben buna ‘minyatür ortam heykeltıraşlığı’ diyorum. Bu sanat beni müthiş tatmin etti çünkü resim, tasarım, gözlem gibi yetenekler gerektirirken benim gibi müthiş aceleci bir insana sabretmeyi ve detayların önemini öğretti. Ayrıca eserlerimi yaparken marangozluk, elektrikçilik gibi zanaatlar da seramik, heykel gibi sanatlarda az da olsa ustalaşmamı sağladı.


Babanızın size söylediklerini günümüzde siz de çocuklarınıza söyler miydiniz? Değişen bakış açısı hakkında görüşleriniz nedir?
Aslında sadece resim yapmak beni tatmin etmiyordu ve başka sanat dallarını henüz keşfedememiştim, çok oyuncuydum ve ne olmak istediğim konusunda kafam epey karışıktı. Resim eğitimi hiç almadım ve ressam olmamamda, ailemin klasik “Oğlum aç kalırsın” dayatması etkili olmuştur tabi ki. O yıllarda illa doktor ya da mühendis olunması gerekliliği vardı ya. Bu tabii ki yanlış bir düşünceydi, iyi eğitimli olmalarına rağmen her anne-baba vizyonlu olamayabiliyor. Ailemin sanata karşı bir ilgisi veya yeteneği yoktu. Ben şahsen çocuklarımın sanatçı olmalarını her şeyden çok isterim.

Yaptığınız sanatı nasıl tanımlarsınız? Esin ve materyal seçiminizin kaynağı nelerdir? Diorama ne demek?
Küçük yaşlarda resim ile başladım; heykel, dizayn ve restorasyonlar yaptım. En sonunda bunların hepsini birleştirdiğim sanat dalı, yani minyatür diorama ya da benim deyimimle minyatür ortam heykeltıraşlığında karar kıldım: Etkileyici bir ortamı, minyatür boyutta canlandırmak…
Her tür materyal kullanılabiliyor ahşap, metal, seramik, foamboard, karton yani saymakla bitmez ama önce hayal etmek lazım. Yerde bulduğunuz bir metal parçasına doğru gözle bakarsanız aslında onun, size lazım olacak hayati bir parça olduğunu anlayabiliyorsunuz.


Yetenek mi? Sabır mı
? Yaratıcılık mı? Yoksa genler mi konuşuyor?
‘Yaratıcılık ve yaratma isteği’, ‘bakmak değil görmek’, en önemli yetenek bence bunlar ve tabii ki genlerle de alakalı olsa gerek. Sonrasında hep ‘çalışmak, çalışmak…’ Yaratıcı bir insan, bir de çok çalışırsa, başarı ve kişisel tatmin elbette gelecektir. Tabii ki, burada ‘şans’ faktörünü de unutmamak gerekir. Hayat bu yöne sürüklemeli, fazlaca engel çıkarmamalı insana.

Bu dalda dünyada ünlü sanatçılardan örnek verebilir misiniz?
Minyatür diorama, Batıda özellikle Avrupa’da çok yaygın ve ilgi gören bir sanat. 18. yüzyıldan gelen bir dollhouse (minyatür bebek evleri) kültürleri var. Henry Kupjack’a hayranımdır. Kendisinin eserlerini 12 yıl önce Ankara Rahmi Koç Müzesi’nde görmüşüm. Ayrıca Randy Hage ve Joshua Smith’i beğenirim.

“Fısıldayan Kutular” projesi nasıl doğdu?
Ben sipariş üzerine eserler üreten biriyim ve diorama eserlerinden oluşan bir sergi açabilecek kadar iş yapmak gerçekten zor. Emek ve sabır tavan yapıyor. Sergi fikri mart ayındaki Art Ankara Sanat Fuarında Sayın Bedri Baykam ile tanışmamız sonrasında şekillendi. Herkesin kısıtlandığı bu günlerde sergi açma fikri riskli olsa da, “show must go on” düşüncesi ile yapmaya karar verdik.
Zor zamanlar sanata engel olmamalı, bir şekilde insanlara ulaşabiliriz diye düşündük ve haklı çıktık. İlgi gayet güzel ve görenler, “Sayenizde bir süreliğine psikolojimiz düzeldi” diyerek teşekkür ediyorlar, bu harika.


Bedri Baykam ile yollarınız nasıl kesiş
ti?
Bir arkadaşım sayesinde Art Ankara Fuarına üç eserimle katılmıştım. Pandemi sürecinin ilk başladığı günlerdi ve fuara talep zayıftı haliyle. Bedri Baykam eserlerimin önünden dalgın bir şekilde geçip gitti önce. Ben de, “Ya, insan bir bakar, bir şey söyler en azından” diye kızdım içimden. Meğerse görmemiş. Sonra, bir kahve molasına gidip döndüğümde, stanttaki arkadaşlar, “Bedri Bey acil seninle tanışmak istiyor” dediler. Sonraki turunda görüp inanılmaz beğenmiş ve kendisi ile çalışmamı teklif etti. Bir eserimi de kendi koleksiyonuna aldı. Bedri Bey’in inanılmaz desteği sayesinde sergi sürecine girdik. Zaten birilerinin desteği olmadan sanatta bir yerlere gelip tanınmak bence çok zor. Saatchi Group’un desteği olmasaydı, Damien Hirst dünyanın en çok kazanan sanatçısı olabilir miydi, ya da Guggenheim Müzesi eserlerini almasaydı rahmetli Burhan Doğançay sanat dünyasında şu anki konumunda olabilir miydi, tartışılır.

“Fısıldayan Kutular” neler fısıldıyor ve bu mesajı verebilmek için her bir kutu için nasıl bir zaman dilimi ayırdınız?
Eserlerimin düşünce aşaması uzun sürse de, kafamda eksiksiz planlayabilirsem bazen ayda bir eser üretebiliyorum. Bu, motivasyonuma bağlı. Çok uzun sürede tamamlanan projeler de olabiliyor. Zaman çok az geliyor bana, çok hızlı geçiyor. Bazen saatlerce çalışıyor, dönüp bakıyorum, küçücük bir kısım bitmiş.
Tüm çalışmalarımı önce kendim için, sonra diğer insanları şaşırtmak için yapıyorum. Bu hoşuma gidiyor, çok eğlenceli. Umarım sergimi gezenler şaşkınlık ile karışık, nostaljik bir duygu yoğunluğu yaşar ve hiçbir canlı figürün bulunmadığı boş ortamlarda kendi seslerini, çocukluklarındaki kahkahalarını duyup belki de hüzünlerini hatırlarlar. Mesela 1978 senesindeki bakkala gidip yan taraftaki berberde tıraş olabilirler. Hatta boyları aynaya yetmezse berber, koltuğa tahta bir kalas koyar. Ya da 100 yıl önceki bir garajda kendilerini şampiyon bir arabanın yanında hayal edebilirler. Loş ışıklı bir sergi atmosferinde, nostaljik müzikler eşliğinde değişik duygular yaşayarak kendi fısıltılarını duyacaklarına eminim.


Yolda başka projeler var mı
?
Proje çok da, zaman az. Çağdaş sanat projelerim var. Mesela çağdaş sanat ve dioramayı buluşturarak fütüristik şehir ortamları projem var. Bugünlerde nostaljik bir sahaf üzerinde çalışıyorum, ayrıca yeni farklı teknolojik materyalleri araştırıyorum. Aslında yeni bir sanat akımı ortaya çıkarmak en büyük hayalim.