Aşk denilen duygunun mayasında vardır gözyaşı, ve aşk oldum olası hep gözyaşları eşliğinde yaşanmıştır. Kızarsın sevdiğine ağlarsın, kavuşamazsın ağlarsın, ayrılırsın ağlarsın, kıskanırsın ağlarsın, özlersin ağlarsın, kavuşursun gene ağlarsın. İnsanı bu denli hem mutluluk, hem mutsuzluk sınırları arasında hem de duvarlara çarptıra çarptıra yaşatan başka bir duygu yoktur. Tarifi de yoktur ki zaten, o bile kişiden kişiye değişen özelliklere haizdir. Herkes “a modo suo” - kendi yöntemince, anlayışınca yaşar aşkı.

Evlilikte aşk
Eski Roma ve Antik Yunanistan’da genç kızlara babaları evlilik onayı verirdi. Dolayısı ile kız babasının hedefi, zengin, prestijli ve değerli bir aile ile dünür olmaktı. Kızın baştan çıkması, veya sevildiğini bilmesi, ikincil ama kız için artı bir değer olabilirdi ancak. Ortaçağ’a gelince, Kilise evlilik akdi ile aşka kutsallık kazandırdı. Sevginin, evlilikte doğması gerekiyordu, evlilikten önce hissedilen duyguların pek önemi yoktu. Aileler arası düşmanlık bir yana, zaten reddedilecekti Jülyet’e Romeo yolu!
11. yüzyılın sonunda, güney Fransa şairleri ‘l’amour courtois’yı - saray aşkını icat ettiklerinde aşk, erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerde temel bir tema olarak ortaya çıktı. Soyluların saray aşkı, evliliğe ve onun kutsallığına karşı olan yepyeni, hatta devrimci bir fikirdi, çünkü aşk, asil ortamlar yani saray çevresinde evlilik dışı ilişkilerde gelişiyordu.
Erkek genelde sosyal seviye olarak kadından daha alttaydı (şövalye), ve sevdiğinin dikkatini çekmek için uğrunda fedakârlık ve kahramanlıklar yapmalıydı. Rafine bir çevrede, ideal ama eterik bu kadın-erkek ilişkileri, dünya gerçeklerinden uzak bir hayal âlemini yansıtıyor. Rönesans sonrasına kadar aşk, ahlaki, hümanist ve platonik bir gelenek olarak devam ediyor.
Elbette ki, aşk yukarıda da değindiğim gibi, inanılmaz acıları temsil eden, yolları sarp ve taşlı hatta gözyaşları çamuruna bulanmış bir süreç.
Bunca açıklamayı niye mi yaptım? Sözü, ana konumuz “Tear catchers” - gözyaşı viyalleri’ne getireceğim de ondan!



Gözyaşı viyali - şişesi - lacrymatory
Gözyaşı viyallerine (şişelerine) ilk olarak eski ahitte, Mezmur 56:8’de rastlıyoruz:
“Tüm üzüntülerimi takip ediyorsun.
Tüm gözyaşlarımı şişende topladın,
Her birini kitabına kaydettin.”
Buradan hareketle, Tanrı’nın insanlığın her türlü acısına kayıtsız kalmadığı anlatılmak isteniyor. Şimdi diyeceksiniz ki, onca yaşananlarda neredeydi? Şöyle bir cevap vereceğim: O’nun saati ile bizim saatimiz aynı zamanlamaya kurgulu değil.


Roma dönemi cam şişeler
 
Nedir peki bu gözyaşı viyali?
Konudan sapmadan devam edeyim, gözyaşı viyallerinin - lacrymatory (Latince lacrima: gözyaşı) ilk örneklerine M.Ö. 400 yılında rastlıyoruz. Bunlar muhtelif formlarda küçük terakota kaplardı. Savaşa giden eşlerinden ayrılan kadınlar, sevgilerinin yoğunluğuna şehadet olarak acılarının gözyaşlarını bu şişelerde toplamış. Camın icadıyla onların yerini Antik Roma veya Yunan lahitlerinden çıkan minik cam viyaller aldı.
Daha sonraları, küçük bir sapma ile alışkanlıklar hedef değiştirdi. Kimi kadınlar eşlerinin ölümünde, akıttıkları gözyaşlarını bu kaplarda toplayarak defin işleminden önce cesedin ellerine sıkıştırdılar, kimi aşk acısı çekmiş, reddedilmiş kadınlar da gözyaşlarını bu cam kaplarda biriktirip, ırmaklara, ummanlara atarak acılarının bitmesini dilediler…


Şato sahibelerinin gözyaşı seti

Avrupa’da ve Amerika’da gözyaşı şişeleri
Bugünkü İngiliz kraliçesi Elizabeth’in büyük-büyükannesi kraliçe Victoria döneminde, halk, (Ocak sayımızda da söz etmiştik) kraliçelerinin de yas vurgulaması ve tutkusu ile yas sanatında uzmanlaşmışlardı. Uzun süre siyah giydiler, insan saçını özenle hazırlanmış çelenkler haline getirdiler, ölülerle bağlarını koparmadıklarının bir belirtisi olarak özel gelenekler, özel objeler ve yas gereçleri geliştirdiler; yetmedi, “gözyaşı viyalleri” denilen narin cam şişelere ağladılar, eşin ölümünün birinci yılında ise gözyaşlarının mezarın üzerine dökülmesi ile yas sürecini sona erdirdiler.
19. yüzyılda ve özellikle Amerika’da İç Savaş sırasında ve sonrasında, gözyaşı viyalleri yas tutma zamanının bir ölçüsü olarak kullanıldı. Viyallerdeki gözyaşları buharlaşınca yas dönemi de sona erdi.
Cam viyallerin üfleme camdan mamul olanları genelde çok daha narin ve ince uzun yapılarda, kimileri kristal gibi farklı kesimleri olan yaldız veya emay ile süslenmiş viyallerdir ki, bunların içinde gözyaşlarını uzun süre muhafaza etmek istiyorsanız, özellikle mantar veya cam tıpalı olan çağdaş formlarında muhafaza etmek için, ağzını bal mumu ile mühürlemelisiniz.

Gözyaşı viyalleri diye bir şey yok!
Gelelim sadede, bunca sözden sonra acı gerçekle yüzleşmeye hazır olun: Gözyaşı viyallerinin kaynağı, mükemmel kurgulanmış bir hikâye, ne yazık ki sadece hikâye! Hem bilim hem tarihin hemfikir olduğu yegâne gerçek: gözyaşı viyalleri diye bir şey yok!
“Antik Roma ve Lahitlerinden çıkan bu çoğu zaman garip şekilli minik kil kaplarını, zamanın arkeologları, romantik bir yaklaşımla, ‘gözyaşı kapları’ olarak yorumladılar,” diyor (“Cléopatre’s Boudoir” - Kleopatra’nın Özel Odası adlı web sitesinin sahibi) Grace Elizabeth Arnone Hummel. “Bunlar, gözyaşı değil, parfüm ve kokulu wax’lar (mumsu krem) içeriyordu. Üzerinde kimyasal maddelerle tetkikler yapan akademisyenler, bu romantik teoriyi, devasız romantikler bizi affetsin ama, ne yazık ki çürüttüler.” Victoria döneminde de, kadınlar boyunlarına astıkları cameo’ların içine kayıplarının saçlarını muhafaza ettiler, evet, ama gözyaşı viyalleri veya şişeleri hiçbir yerde bahis konusu edilmemiş. Onlarda viyaller, sadece kokulu sirkeler ve tuzlar, mendillerine koku verecek parfümler içerdiler, ne var ki, hikâyeler ve mitler zamanla kendilerine has bir momentum (ivme) kazanırlar.

Ucu paraya dayanıyorsa, böylesine güzel bir mitten vaz geçmek kolay değildir
Oregon Portland’da “Cemetery Gates” adlı mağazasında, piyasadan araştırarak topladığı karanlık, sıra dışı ve ürkütücü malzemeleri satan Nathan Graves, pazarlayabileceği yas takılarını araştırırken, ilk karşısına çıkan bu gözyaşı viyalleri olmuş. Mahalle pazarlarında, antika dükkânlarında, bitpazarlarında sıkça rastladıkları ile aynı olan bu viyaller için “Onları her zaman büyükannenin parfüm numunesi koleksiyonu olarak düşündüm,” diyor. “‘Viktorya dönemi’ ve ‘yas’ terimleri, öylesine birbirlerine işlemiş ki,” diye devam ediyor Graves, “eski, duygusal veya siyah malzemelerden yapılmış her şey cazip hale geldi. Bence bazı insanlar nesneleri ve geçmişlerini romantikleştirme eğiliminde.”


İran işi kuğu boyunlu gözyaşı şişesi

Alıcısı hep olmuş
Seattle’daki “The Belfry Oddities and Collectibles Store” adlı Gariplikler ve Koleksiyon Ürünleri Mağazasının sahibi Christian Harding’in ifadesince bu gözyaşı viyallerinin alıcısı hep olmuş. “En az haftada iki-üç kişi” diyor. En çok aranan modelleri genellikle şeffaf, üzeri desenli veya kesmeli, yaldız veya mine ile renklendirilmiş olanlarmış... Bu narin cam viyallerinin ise gözyaşı değil, sadece parfüm viyalleri olduğuna müşterilerini ikna etme işi de onun aslında.
Fikir güzel ve romantikse de ne yazık ki, bu viyallerin içine kimse ağlamamış. “İstediğin kadar anlat müşteriye,” diyor Harding, “İnanmak istemiyor, kimileri ise umursamıyor bile!” Kaldı ki, her satıcı gerçeği söyleyecek kadar doğru da değil! O kadar ki, ‘gözyaşı şişeleri’ olarak da adlandırılan eski hazneler, antika mağazalarının yanı sıra çevrimiçi müzayedelerde bulunabileceği gibi, pazarlarda da bulunabilir. İstanbul’u, hatta Anadolu’nun muhtelif şehirlerini gezen turistler, turistik eşya satan mağazaların raflarında bunların yeni imalatlarından bol ve çeşitli miktarlarına rastlarlarsa da ne yörede hikâyesini bilen vardır, ne de satıcının bu konuda bir fikri. Kayseri Arkeoloji Müzesinin bir bölümünde muhtelif dönemlere ait hem de çok sayıda gözyaşı viyalleri sergilenmektedir. 


Çağdaş formlu yeni şişeler

“Ya Ya Kardeşliği’nin İlahi Sırrı”
2004 tarihli “Belgrade News”teki bir makaleye göre, “Hediyelik Gözyaşı Şişeleri, Zamansız Gelenekler” adlı büyük bir toptancı şirketin sahiplerinin ilgisini tetikleyen, 1996 yılının en çok satan hikâyesi “Ya Ya Kardeşliği’nin İlahi Sırrı” oldu.
Hikâyedeki bir karakter, annesine bir gözyaşı viyali hediye ediyordu. Ortaklardan Jacqueline Bean “Belgrade News”a şöyle diyordu: “Bulmak için her yere baktım, çok aradım, ama gözyaşı viyallerinden çok, kitabı okuyup piyasada viyal aramaya çıkan kadına rastladım. Bu durumda hedefimiz, bu alandaki boşluğu rakiplerden önce doldurmaktı. Nitekim şu anda şişeler onlarca dükkânda hem on hem off line satılmakta ve müşterilere tanıtımını yapan, onları satın almaya yönlendiren bu konuda bilgilendirme siteleri de mevcut.”
“DeatH/Scent”te kokular ile ölüm ritüellerinin etkileşimleri konusunda yazılar yazan parfüm koleksiyoneri ve araştırmacısı Nuri Mc Bride’a göre, bu konuda akademisyenler arasında, halka açık bir oturum yapılması önemli, çünkü internet, pek çok yönden kendi mitlerini yaratan bir makine. Öyle ki, bir konu, bir data birimi ne kadar sık paylaşılırsa, o kadar gerçek addedilir.
Gözyaşı viyalleri konusu da, İster tarihî bir kaza deyin, ister aldatıcı ama kesinlikle etkin bir pazarlama taktiği. Namı yürümüş bir kere, yukarıda ne demiştik, ucu paraya dayanıyorsa gayrı… Latinlerin bir sözü vardır, “Caveat emptor” derler. Caveat /under the care of (sorumluluğuna, dikkatine kalmış),  emptor (alıcı).

“Lacrymatories”, mit böyle başladı…