Dört kişilik Saban ailesinin ikinci kızı olarak İstanbul’da dünyaya geldim. Annem, Blanş Saban, Tokatlı; babam, Marko Saban ise Bursa, Karacabeyli idi. Türkiye’de yaşayan Yahudilerden bir kısmının İspanya’dan gelen Sefaradlardan, bir kısmının Orta Avrupa’dan gelen Aşkenazlardan, bir kısmının Romalılar tarafından Kudüs’ten sürgün edilen “Romaniotlardan”, bir kısmının da milattan önceki tarihlerden beri Ege bölgesinde yaşayan Yahudilerden olduğunu biliyordum. Tokat gibi uzak bir Kuzey Anadolu yöresinden İstanbul’a gelmiş olmaları ve diğer Yahudi ailelerine göre çok daha düzgün Türkçe konuşmaları nedeniyle annemin ailesinin eskiden beri Türkiye’de yaşamış olan Yahudilerden olduğunu zannediyordum. Ancak sonradan yaptığım araştırmalarda onların da köklerinin Sefarad olduğunu öğrendim.
Tokat’taki Yahudi toplumu
On dokuzuncu yüzyılın başında 400 civarında olan cemaat sayısının, annemin doğduğu 1927 yılında 90’a kadar düştüğü söyleniyor. Şimdilerde ise hiç bir cemaat mensubu kalmamış. Bir zamanlar açılmış olan sinagog 1910 tarihinde kapatıldıktan sonra 1930’larda tamamen yıkılmış.
Varlık Vergisi’nden sonra İstanbul’a göç etmek zorunda kaldılar
Annemin ailesinin Tokat’ta mutlu bir yaşantısı varmış. Dedem Albert, spora meraklı, at binen yakışıklı bir delikanlı imiş. Bu küçük cemaatte, dedemle anneannem kuzen oldukları halde birbirlerine âşık olup evlenmişler. Birisi oğlan olmak üzere üç çocuk sahibi olmuşlar. Dedem, erkek kardeşi ile birlikte Tokat’ta büyük bir kumaş dükkânının sahibiymiş. İşleri kârlı bir şekilde yolunda giderken, 1942 yılında çıkartılan Varlık Vergisi her şeyi değiştirmiş ve aile bütün varlığını kaybettikten sonra İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış.
O günden sonra dedem, İstanbul’da bir kumaşçıda satış elemanı olarak çalışarak hayatına devam etti. Önceleri Beyoğlu, sonra Şişhane semtinde oturan aile, daha sonra Kurtuluş’a taşındı. Biz de annem, babam, ablam ve benden oluşan çekirdek ailemiz ile aynı dönemde Kurtuluş’ta anneannem ile dedemin evlerine yakın bir apartmana taşındık. Benim gittiğim Kurtuluş İlkokulu anneannemlerin evlerinin hemen arka sokağında olduğundan okul çıkışı hep onlara uğrardım. Eve girdiğimde beni her zaman radyoda çalan bir müzik sesi karşılardı. Bu, çoğunlukla hüzünlü ezgilerden oluşan klasik Türk müziği idi. Dedem türkü dinlemeyi de çok severdi. Okuldan eve aç geldiğim günlerde dedem bana kendine has bir stilde sahanda yumurta pişirirdi. Bugün halen ben de sahanda yumurta pişirdiğimde onun yaptığı gibi yumurtanın akını bıçak veya çatalla iyice yaymaya çalışırım.
Annemle babam (solda) Blanş - Marko Saban
Dedem ev işlerinde anneanneme her zaman yardım ederdi. Özellikle çamaşır yıkamak dedemin göreviydi. Aynı zamanda torunlarına da çok düşkün olan dedem, yazın bizleri bisikleti ile gezdirmeyi çok severdi.
Tokat yemekleri
Tokat deyince, Tokatlıların yemeklerinden bahsetmeden geçmek doğru olmaz. Anneannemin yaptığı çok değişik hamur işleri ve tatlılar vardı. Bunlardan en çok özleyerek hatırladığım, bir çeşit mantı diyebileceğim “partalejoz”lardı. Partalejoz’ların üzerine kızarmış tereyağı dökülür ve rendelenmiş ceviz serpilirdi. Anneannem sarı burma denilen baklavayı ve Samsun borekasları olarak anılan poğaçaları da büyük bir maharetle yapardı. Ayrıca onun hazırladığı cevizli incir reçellerinin tadı hala damağımdadır. Ablamla birlikte en büyük zevkimiz büyük bir özenle salonundaki büfede sakladığı reçel kavanozlarını bulup içlerinden reçel çalmaktı.
Bayramlar
Anneannemle dedemin evinde dinî bayramlar ve özellikle Pesah bütün ayrıntılı ritüelleri ile kutlanırdı. Annem tarafından tüm aile fertleri, dayım ve ailesi, teyzem ve ailesi ile bizler, anneannem ile dedemin evinde bir araya gelirdik. Anneannem dedemden daha dindar olduğundan, dedem duaları kısa kesmek isterken, anneannem sonuna kadar okunması gereğinde ısrar ederdi. Anneannem her vesile ile sık sık sinagoga gitmeyi de sever ve bazen ablamla beni yanında götürürdü.
Babamın Bursa, Karacabeyli ailesi
Babaannem ile büyükbabam ise ben doğmadan önce vefat ettikleri için Bursa, Karacabeyli olan babamın ailesi hakkında bildiklerim oldukça az. Bursa’da Osmanlı devleti kurulmadan yüzyıllar önce yerleşmiş Yahudilerin olduğu biliniyor. Romaniot adı verilen ve Kudüs’ten göç ederek Bursa’ya yerleşmiş bulunan bu Yahudilere sonradan İspanya’dan gelen Sefaradlar da katılmış. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Bursa’daki cemaatin nüfusu 3.500-4.000 kişiye ulaşmış. 1960-1965 yıllarında ise bu nüfus 250 kişiye kadar düşmüş. Bugün ise Bursa’da sadece 60 kişi yaşıyor.
Geçmişte Bursa’da Geruş, Mayor ve Etz Ahaim adlarıyla üç sinagog kurulmuş ama bugün bunlardan sadece Geruş ve Mayor sinagogları açık. Cemaat nüfusunun yüksek olduğu dönemde, Bursa’da Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar Yahudilerin ilk ve orta öğrenimi için gittikleri Alliance okulu varmış. Bu okul kapandıktan sonra bir süre Musevi İlkokulu 1945 yılına kadar hizmet vermeye devam etmiş ve sonra o da kapanmış.
Annemin Tokatlı ailesi
Bursa’dan İstanbul’a taşınmışlar
Bursa’da yaşayan Yahudilerin çoğu kuyumculuk, terzilik ve bankerlik yaparmış. Büyükbabam, Yeşua’nın da sarraf olduğunu biliyorum. Büyükbabam ve ailesi Varlık Vergisi sırasında mallarını ve gelirlerini kaybetmişler ve ardından İstanbul’a taşınmışlar. İstanbul’da Nişantaşı’nda oturuyorlarmış. Babam liseyi İstanbul’da okumuş. Büyükannem öldükten sonra büyükbabam başka bir hanımla evlenmiş. Ben üvey babaannemi tanıdım. Üvey babaannem, büyükbabam öldükten sonra uzun seneler yaşadı ve kendisi vefat etmeden önce bana altın bir bilezik hediye etti.
Babam gençliğinde keman çalmış ince ruhlu bir insandı. Ayrıca gerek anneannemle, gerekse kendi üvey annesi ile çok yakından ilgilenen iyi bir evlattı. Fırsat buldukça onları ziyarete gider veya arabası ile onları gezmeye götürürdü. Çocukluğumda araba sahibi olmak ayrıcalıklı bir durum olduğu için, babam araba ile gezme lüksünü bütün ailesi ile mümkün olduğunca paylaşırdı.
Annemle babamın evinde
Annemle babamın evinde tüm bayramlar kutlanırdı. Özellikle Pesah’tan önce günlerce büyük hazırlıklar yapılır ve sonra yedi gün hamursuz yeme kuralına sıkı sıkıya uyulurdu. Kipur’larda da mutlaka oruç tutulur ve oruç açılmadan önce o gün sinagoga gidilirdi. Babam her cumartesi günü sinagoga gitmeye özen gösterirdi. Annemin sinagoga gidişleri ise daha ziyade düğünler, cenazeler, bar-mitzva törenleri ve bayram günleri ile sınırlıydı. Ne babam, ne de annem ablamla bana dinî geleneklere uymamız konusunda ısrar veya telkinde bulunmadılar. Evimizde genelde Türkçe konuşulurdu ama annem, anneannem ile ve kendi yaşıtı olan Yahudi arkadaşlarıyla Ladino konuşmayı tercih ederdi. Yine de o dönemde sadece Ladino konuştukları için Türkçe aksanı bozuk olanlar ile mukayese edildiğinde Türkçesi oldukça düzgündü.
Annem çok titiz bir kadındı. Ailede ev ve beden hijyenine çok önem verilirdi. Her gün ev baştan aşağı süpürülür, silinir ve eşyaların tozları tekrar tekrar alınırdı. Ablamla ben de küçüklüğümüzden beri ev işlerinde yardımcı olmaya alıştırılmıştık. Annem ve anneannem ile sık sık hamama gittiğimizi hatırlıyorum. Hamama gitmeyip evde yıkandığımızda da annem kese kullanmamızda ısrar ederdi.
Yemekler konusunda ise annem daha çok Samsun mutfağına yatkın yemekler pişirirdi. Sonraları bunlara İstanbul işi Sefarad yemekleri de eklendi. Et, kaşer kasaplarından satın alınırdı.
Gerek Tokat’tan İstanbul’a gelen annemin ailesi, gerekse Bursa, Karacabey’den gelerek İstanbul’a yerleşen babamın ailesi İstanbul’da kendilerine yeni iş alanları açtılar ve çocukları, torunları ile genişlediler. Daha sonra bir kısmı İsrail’e taşındı, bir kısmı ise Avrupa’ya ve Amerika’ya göç etti. Şu anda her iki ailenin de çok az sayıda ferdi Türkiye’de yaşıyor.
Kaynakça:
https://www.salom.com.tr/koseyazisi-108430-
https://www.salom.com.tr/arsiv/haber-66525-tokat_yahudileri.html
https://www.salom.com.tr/arsiv/haber-97219-bursada_yahudi_yasami__.html
http://bgc.org.tr/ansiklopedi/yahudiler-bursa-da-yahudiler-.htm https://www.yeniduzen.com/bursada-yahudiler-81288h.htm
-----------------------------------------------------
Saat Kulesi ve Halkalı Köprüsü mevkii (1930'lu yıllar)
Tokat Yahudileri
Tokat ilçelerinden Sulusaray’da (eski adıyla Sebastapolis’te) bulunan İbranice yazılı ve sembollü yazıtlar, 4. yüzyılda bölgede, Hristiyanların yanında Yahudilerin de yaşamış olduğunun maddi kanıtlarıdır.
Kentin ticaret yolları güzergâhı üzerindeki ayrıcalıklı coğrafi durumu, daha Orta Çağ’dan beri bazı Yahudilerin bu yöreye yerleşmesine vesile olmuştur. 1530 yılından itibaren, ticaret amacıyla veya kan iftirası sonucu Amasya’dan gelen Yahudiler kente yerleşmişler, ancak, 1565 yılında Amasya’ya döndüklerinde kent Yahudi cemaati zayıflamıştır.
1574/75 tarihli bir belgede, kentte 29 Yahudi hanesi ve 27 bekâr yaşadığı belirtilmektedir. 19. yüzyıl başında mevcut 100 kadar Yahudi ailesine karşılık, gezgin Cuinet, aynı yüzyılın sonunda kentin Yahudi nüfusunu, 230’u Erbaa’da olmak üzere 400 olarak vermektedir. 1927 yılında ise ancak 20 aile ile karşılaşıldığı bilinmektedir. Tokatlı aileler zamanla İstanbul’a ve yurt dışına taşındı. Bugün Tokat’ta yaşayan Yahudi bulunmamaktadır.
Tokat Sinagogu
Cuinet, 19. yüzyılın sonunda Tokat’ta bir sinagogun (ve 50 öğrencisi olan bir Talmud Tora’nın - dinî eğitim veren okulun) varlığını belirtmektedir. Tarihçi Galante, Bizans sinagogları mimari yapısına uygun alçak kapılarıyla, biraz da toprak seviyesi altına inşa edilmiş bir sinagogun mevcut olduğuna işaret etmekte ve sinagogda bulunan 20 Sefer Tora (Tevrat) tomarının da kentte daha önce bir başka sinagogun varlığını çağrıştığını vurgulamaktadır.
Yahudi Mahallesi olarak anılan bölgede olduğu ifade edilen sinagog, Yahudilerin sayılarının çok azalması sonucu 40’lı yıllarda kapanmıştır. Bugün bina artık mevcut değildir.
Günlük yaşam ve gelenekler
Bu konudaki bazı verileri, Reneta Sibel Yolak’ın, büyüklerinden naklettiği anılardan yararlanarak özetleyelim:
Büyükannesinin babası, hem şarap üreticisi, hem Şohet hem Moel (sünnetçi), hem de Tokat’ın en yetkili din bilgini idi. Anneannesinin babası İzahar Mizrahi, hem sinagogda çalışır hem de evlerinde şarap ve rakı üretirdi.
Tokat Yahudileri dinlerine sıkıca bağlı idi. Dinî bayram günleri hazırlıkları aylar önce başlar, sinagog cumartesi günleri dolar, taşardı.
Kızlara, ev işleri yanında Osmanlıca, Fransızca çok kez İbranice ve ud çalması öğretilir, kültürleri artırılırdı. Kızlar genelde 16 yaşına gelince evlendirilirdi. Düğünleri şenlikli olur, günlerce sürerdi… Düğünlerin en yaygın yemeği, şüphesiz Tokat Kebabı idi. Zengin bir mutfağa sahip olan Tokatlıların özellikle tereyağla yapılan kurabiyesi çok ünlüydü. Yazın tüm aile yaylaya çıkar, oradaki evlerde kalırdı.
Kaynak:
“Tarih Boyunca Trakya ve Anadolu’da Yahudi Yerleşim Yerleri”, Naim A. Güleryüz, Cilt II, s.253, Gözlem Gazetecilik AŞ, 2018