(Giriş FotoğrafıGüneydoğu Asya ve Okyanus adalarındaki dişi siyaha boyama âdeti, günümüzde birkaç etnik grupta devam ediyor. Ergenlikte başlayıp yaşlılığa kadar sürdürülen bu adet, kolonileşmeyle beraber Batının güzellik anlayışının yaygınlaşmasıyla terk edilmiş.)

Başlıktaki komite, anlayacağınız üzere, yediğimizi öğüten dişler. Konuşurken, gülerken ortaya dökülürler, defo (kusur) varsa saklayamazsınız; karşınızdaki şahsın sizinle ilgili bir karara varma süresi ise 30 saniyecik. İlk izlenim önemli. Önler eksikse, ağzınız temizlik, ferahlık konusunda umut vadetmiyorsa, hayatta işiniz birazcık zor. İç organları etkileyen hastalıkları saymıyoruz bile…

Malumunuz diş ağrısı, böbrek ve doğum sancısı klasmanındadır. Diş hekimi iğnedir-spreydir, acı meselesini halletse de tedavi uzun, eziyetli ve masraflıdır. Başınız arkada, kulağınızda bir vızıltı, ağzınızın içinde su, pamuk, metal kıvır zıvır… Bazen sağlık bazen estetik kaygısıyla bu tatsızlığa katlanıyoruz; çünkü vereceğimiz izlenimi izleyeceklerin çıtası, yeni teknikler sayesinde artık çok yükseldi.

Şimdi kısacık bilgilerle değişik kültürlere bakacağız, tarihin tozunu atacağız. İnsanlar acılardan kurtulmak, adetleri yerine getirmek, beğenilmek için dişleriyle nasıl uğraşmış göreceğiz.


MÖ 2000’lerde Mısırlıların işçiliği. Sallanan diş telle sağlam dişe tutturuluyor.


Amerika
MÖ 8000’lere kadar giden araştırmalarda çürük, diş taşı ve aşınma gibi bulgulara rastlansa da tedavi görmüş dişlerin varlığı o kadar eski değil. Buradan hareketle, uzun bir süre insanlık çürük ağrısı karşısında biçare kalmış diyebiliriz. Yazı çizi işleri başlayınca gelişmeleri gayet net takip edebiliyoruz.
Çürüğün berbat ağrısına, dişe yerleşen kurtların neden olduğu inancı, bin yıllarca hâkim olmuş, tedavi bir şekilde kurtları öldürmekmiş. Amerika’ya misyoner olarak giden bir İspanyol, Azteklerle ilgili notlarında diş çürüklerine yılan yumurtası tozu, deniz tuzu ve tlalcacaoatl bitkisiyle dolgu yapıldığını yazmış. Ağrı çekenlerin çenesine sürülen merhem, solucan ezmesi ve neft yağından müteşekkil. Çürüğün içine tuz basılıyor, üstü dumanı üstünde biberle kapatılıyor, ardından diş eti çizilip tlalcacaoatl konuyor. Enfeksiyon geçmezse son çare diş çekiliyor. Azteklerin kürdan kullandıkları, dişlerini kömür tozuyla ovaladıkları söyleniyor.

Mayalarda dinî ya da estetik amaçla dişleri değerli taşlarla süsleme ve eğe ile şekil verilme işini, kabilenin yaşlı kadınları yapardı.

İnkalı ergenler, hem süs hem koruma amaçlı, dişleri karartan ağaç yaprakları çiğnerlerdi. Mayalar bir bitkinin kökünü ikiye bölüp yakar, sıcakken enfeksiyonlu dişe koyarlardı. Diş çekimi yine yakılmış bir çubukla yapılır, acıyı hafifletmek için koka çiğnenirdi. İlkel toplumlarda eksik dişler, kişinin hangi kabileden olduğunu gösterirdi. Bazı Amazon yerlileri üst dişlerini, menülerinin vaz geçilmezi piranaların dişleri gibi sivriltirlerdi.
Beyazlarla tanışan Kızılderililer, dişlerinin daha sağlam olmasını, beyaz adamın sıcak kahve ve diğer lüks düşkünlükleriyle açıklamıştı. Dişlerini temizlemek ve nefeslerini ferahlatmak için Kızılderililer çam sakızı, reçine ve bazı kökler çiğnerdi. Zanthoxlyum amerikanum ağacının faydalarını beyazlara onlar öğrettiler. Göçmen Avrupalılar buna “diş ağrısı ağacı” ismini taktılar.

Eski topraklar
Hammurabi kanunlarında, saldırgan, kavgada birinin ağzından diş eksilttiyse, cezası aynı dişlerinin sökülmesiydi. Mezopotamya’da tedavi yapan iki grup vardı: Eğitimli saray büyücüleri ve pratikten yetişen, bitkisel ilaçlar kullanan “teknisyenler”. Fenikeliler ve Yunanlılar başarılı tekniklere sahipti. MÖ 5-6. yüzyıllarda metal tellerle eklenen fildişi oyma taklitlerle, günümüzün köprülerine benzer çözümler geliştirilmişti. Yahudiler sağlam dişleri, güzellik ve güçle eşdeğer tutar, eksik dişleri zafiyet addederdi.
Diş kurtları teorisini ilk rafa kaldıran Hipokrat oldu. Ağrıyan dişlere ve diş etlerine koterizasyon (yakma) uyguluyor, çekimde demir davye (kerpeten) kullanıyordu. Roma İmparatorluğu döneminde Yunanlılar süngertaşı, zımpara, kaymaktaşı, mercan tozu, demir pası gibi malzemelerle temizlik yaparlardı. Ferah bir nefes için her sabah diş ve diş etlerinin naneyle ovalanması öneriliyordu.
Antik Yunan’da kadın hekimler vardı, ama erkek meslektaşlarıyla eşit kabul edilmeleri Roma döneminde gerçekleşti. Ağız ve vücut sağlığı ayrı disiplinler olarak addedilmediğinden hekimler her hastalığa bakarlardı. Çekme aşaması öncesinde sıcak lapa, sıcak suyla çalkalama, buhar uygulaması, müshil gibi tedaviler denenirdi. Zengin Romalıların yemek davetlerinde, konuklara altın kürdan hediye edilirdi.
Hintliler ağız bakımını hem tıbbi hem dinî olarak ele alırlardı. Brahmanlar kendilerini ve ailelerini koruyan dualar okuyarak, doğan güneşe karşı dişlerini bir saat ovalardı. Dindar Hindular ağızlarını, gırtlaklarını temizlemeden yemeğe oturmazdı, çünkü hastalıkların kaynağı kötü dişlerdi. Çinliler, 2. yüzyılda çürük dişleri arsenikle tedavi ediyordu. Gümüş dolguyu Batıdan çok önce kullandıkları, cerrahi tekniklere başvurdukları, 7. yüzyıla tarihlenen kaynaklarda geçiyor.
Bizanslı Aegina’nın diş eti iltihabı ve tümöre dair detaylı tarifleri, yakın zamana kadar tanı koymada temel teşkil etmişti. 6-7. yüzyıllarda Başpiskopos Isidore, Aristo’dan kalan yanlış görüşleri tekrarlayarak erkeklerin 32, kadınların 30 dişi olduğunu, diş formasyonunu dişetlerinin sağladığını söylemişti. Avrupa’da Ortaçağ boyunca geliştirilen bir teknikten bahsedilmiyor, bu tarihlerde tıbbi uygulamalar Müslüman ve Yahudi hekimler tarafından atalardan gelen yöntemlerle sürdürülüyormuş.
İslam dünyasına gelirsek, Abul Kasım Zahravi doğal dişlerin korunması gereğini belirtir, düşen dişin sığır kemiğinden taklidiyle telafi edilmesini önerirmiş. İbni Sina, ağrının, biriken sıvının yarattığı basınçla oluştuğunu, dişin delinerek sıvının akıtılması gerektiğini ileri sürmüş. Arapların bulduğu ilaçlar Haçlı seferleriyle Avrupa’ya da yayılmış.


Diş kaybıyla ağızda oluşan boşluğa, altın şeritle bağlanan buzağı veya öküz dişleri yerleştiriliyordu. Etrüsk buluntusu.

Bilimin katkıları
Rönesans döneminde bilime yöneliş yeni buluşlara kapı açar. Her alanda ismini duyuran Da Vinci, maksiller sinüsü (burnun iki yanındaki hava dolu boşluklar) tanımlar, küçük azı ve büyük azı dişleri arasındaki farkı ortaya koyar. Vesalius, dişlerin kemik olmadığını, kadınların erkekler kadar dişe sahip olduğunu ilk açıklayandır. Diş yapısı ve fonksiyonlarıyla ilgili ilk kitap Libellus de Dentibus Eustachius tarafından 16. yüzyılda yazılır.
17. yüzyıldaki önemli gelişme, kan dolaşımının tanımlanmasıdır. Mikroskobun keşfiyle dentin tübüllerinin (dişin dentin dokusundaki sıvı dolu kanallar) ve dişe yapışan bakteriler teşhis edilir. Muayenede ilk defa ağız aynası kullanılır. Cerrah Wilhelm Fabry Von Hilden, kitabında çekimler, ameliyatlar, damak defektleri (kusurları) için hazırladığı protezlerden bahseder ve birçok aletin mucididir.
Pierre Fauchard modern diş hekimliğinin kurucusu olarak kabul edilir, Cerrah Dişçiler ve Diş Tedavisi Üzerine Yazılan Tez isimli kitabı 1728’de basılır. Bu kitaptaki fikir ve uygulamaların birçoğu bugün de geçerliliğini koruyormuş.


Bebeğin ağız röntgeninde sırasını bekleyen dişler. Bebeklerdeki diş folükülleri, 16. yüzyılda bir fetüsün incelenmesiyle fark edilmiş.


1850’ye kadar diş hastalıkları hâlâ hekimlere emanettir. İngiltere’de ilk dişçilik okulu 1859’da açılır. Çocuklara yönelik ilk diş hekimliği hizmeti ise 1902’de Almanya’da belediye tarafından bedava olarak verilir. 1900’lerin ilk yarısında bazı bağışçıların desteğiyle New York, Boston, Roma, Brüksel, Paris ve Stockholm’de çocuklar için klinikler faaliyete başlar.
II. Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusuna asker alınırken, adayların en az 12 dişe sahip olmaları şartı koyulmuştur. İki milyon başvurudan sadece beşte biri uygun çıkınca, bu şart mecburen kaldırılır. Halkın felaket durumu devleti harekete geçirmiş olacak ki, 1950’lerde Amerika’da diş sağlığı bir devlet politikası haline gelir. O gün bugündür gelişmiş ülkelerin vatandaşları gülünce yüzlerinde güller açıyor. Yaşam standardı, “karşılama komitesi”nin durumundan anlaşılıyor.



Türkiye’deki durum
Türkiye’de ilk diş okulunun açılması 1909’da gerçekleşir, eğitim iki yıldır; 1933’te 4 yıllık olur; okul 1964’te tıp fakültesinden ayrılır ve eğitim 5 yıla çıkarılır.
Gelişmiş ülkelerde yılda iki defa diş hekimine gidilirken, Türkiye’de nüfusun yarısına yakını bir yıl içinde hiç diş hekimine gitmiyor. İki evden birinde diş fırçası yok, her 10 kişiden 9’u ağız problemi yaşıyor, nüfusun yüzde 74’ü dişlerini fırçalamıyor, 65 yaş üstü insanların yüzde 50’sinin tüm dişleri eksik. TÜİK verilerine göre ağız ve diş hastalıkları 0-6 yaş grubunda ilk beşte; 7-14 yaş grubunda ise ilk sırada yer alıyor.

Periler, fareler…
“Diş perisi” Batı kültüründen gelen bir figür. Bu gelenek 1200’lerde Kuzey Avrupa’da dişi düşen çocuğa verilen harçlığa dayanıyormuş. İnanışa göre çocuk çekilen dişini, başucuna veya yastık altına koyarsa, sabah yerinde perinin bıraktığı parayı buluyor. Bazı uyanık çağdaş aileler, paranın yanına perinin ağzından diş bakımının faydalarına dair notlar da bırakıyor.
Akdeniz havzasında peri, fare olmuş: İtalya’da topolino, Fransa’da la petite souris, İspanya’da el Ratón de los Dientes adını almış. Asya’da arkadan gelen düzgün çıksın diye, düşen üst diş aşağıya doğru, alt diş yukarıya doğru atılıyormuş. Yunanistan, Arnavutluk gibi burada da, şans getirsin diye diş çatıya fırlatılıyor.
Çocuk dişiyle ilgili muhtelif batıl inançlar var. Mesela Ortaçağ İngiltere’sinde dişi yakmanın, çocuğu öte dünyadaki cefalardan koruyacağına inanılıyor. İskandinav savaşçılar şans getirsin diye çocuk dişlerini boyunlarına asıyor. Cadılar, bir kişinin dişini ele geçirirse, onu kontrol altına alabiliyor.

Kaynaklar
http://www.tdb.org.tr/sag_menu_goster.php?Id=344
https://www.ado.org.tr/odamiz/tarihce/20-yuzyil-oncesi-dis-hekimligi-tarihcesi
Malvin E. Ring, D.D.S., Dentistry, Abradale Press
https://www.birgun.net/haber/turkiye-de-10-kisiden-7-si-dislerini-fircalamiyor-277345
https://en.wikipedia.org/wiki/Tooth_fairy
https://europeisnotdead.com/european-tooth-fairies/