Hayatın kendisi oyun, derler. İster oynarsın, ister oyuncak olursun. İşte bu ‘oyun’ esaslı dünyada oyun ve oyuncak, büyük-küçük her canlının yaşamının ayrılmaz bir parçası. Her canlının diyorum, çünkü hayvanlar da oynar. İnsana yakın diye düşündüğümüz maymun ve yunuslar yanında timsahlar, filler, pandalar hatta yaban arıları bile!
Hayvanla insan arasındaki tek fark, insanın kendi oyuncağını kendi yapmasıdır. Oyuncak, onu çevreleyen dünyanın bir minyatür temsilidir ve tek başına bir toplumun teknik, estetik, sosyal gelişiminin aynasıdır. Oyun ve oyuncak, çok küçük yaştan itibaren çocuk için öncelikli bir yer tutar. Ülkesi, kökeni, zamanı, sosyal seviyesi ne olursa olsun, oyuncak çocuklar için binlerce yıldır var!
İlk çıngırak
Tarihte oyuncak
Birçok arkeoloğa göre, muhtemelen ilk insan evlatlarının oyuncakları, doğada buldukları ceviz, kozalak, küçük kemikler, çakıl, midye kabuklarıydı. Daha sonra, İsviçre Horgen-Scheller’deki neolitik kazılarda M.Ö. 9000 ile 3300 tarihli minyatür yaylar bulunmuşsa da, bunların kullanım amaçları halen meçhul. Oysaki Antik Yunan, Roma veya Mısır’dan kalmış bir çocuk oyuncak sandığı, bizim için kesin kanıt! Antik kalıtlarda birçok güncel oyuncağın izine de rastlandı, mesela yoyo, mesela çıngırak! Çıngıraklar bebeğin dikkatini dağıtırken, o yıllarda kötü ruhları uzaklaştırdığına da inanılırdı.
Oyuncak esasında çocuğu gelecekteki hayatına hazırlıyor. Kızlar anne rolünde, erkeklerse savaşçı. Çocukluktan yetişkinliğe geçişte, antik çocukların oyuncaklarını terk ettiği görülüyor. Erkek çocuklar “misketlerini” (aslında cevizleri) “Nuces Relinquere” (cevizleri terk etmek) denilen törenle, kızlar ise düğünlerinin arifesinde oyuncak bebeklerini tanrılara veriyorlar. Bildiğimiz bilyelerin ortaya çıkışı ancak XVIII. asırda. İlkel toplar masif odundan, kilden veya içi saç, tüy, saman dolu kumaş, papirüs ya da deriden yapılmış.
Latince “Pupa” (küçük kız) anlamındaki oyuncak bebek, antik çağda da kızlar arasında popüler bir oyuncaktı. Kil, ahşap, fildişi, kemik veya paçavradandı, üstelik bazen mafsallı idi ve giydirilebilirdi. Hatta bazı oyuncak sandıklarında tarak, ayna ve minyatür takılar, mobilya ve süs eşyaları ile döşenmiş gerçek oyuncak bebek yatak odaları ve mutfakları bile var.
Topaç, Mısırlı, Yunan ve Romalı çocuklar arasında da çok popüler ve örnekleri Tutankamun’un mezarında bile bulunmuş bir oyuncak. Erkek çocuklar için savaşçı oyunlar, silah, doğal saldırganlık dürtülerinin ifadesi. Zarar vermenin yanında, erkekliğinin timsali, ailesini, kendisini koruma gücüdür de.
Küçük yaşlarda bebeğin, gördüklerini incelemek, atıp tutmak, daha sonra da aile bireylerini anne-baba rolünde taklit etmekle bireysel başlayan oyun, büyüdükçe katılımcı oluyor; ister ailesi, ister arkadaşları ile paylaşmayı, hatta kaybetmeyi öğretiyor. Oyun kurallarına uyum, çocuğu yaşamdaki kurallara uymaya hazırlıyor.
Şiddetin son zamanlardaki artışının ardından, toplumda çocukların eline oyuncak silahların verilmesine karşı bir protest hareket doğuyor. Oysa, çocuklarınıza savaş oyuncaklarını yasaklamayın, diyor pedagoglar. Çocuk saldırganlığını oyuncak tabancası ile boşaltırsa, yumruklarını oyun alanında kullanmaya daha az meyilli olacaktır. Saldırgan dürtülerinin başka bir işlevi de var, çocuğun zorluklara direnmesi, başkalarıyla rekabete girmesi ve zafer kazanması onların sayesinde...
Çocuğun, ona alınan oyuncağı bozma hakkı vardır
Çocuğa oyuncak seçimi konusunda da bilinçli olunmalı, ne eniştem gibi henüz bebek kızına, heves edip üç tekerlekli bisiklet alınmalı, ne kocamın yaptığı gibi 100m² salonu demir ağlarla örüp dört gün boyunca oda işgal altına alınmalı, ne de annem gibi, babamın Suzi de Toledo’ya İtalya’dan sipariş ettiği ilk ve tek taş bebeğimiz “Libellula”yı kırarız diye saklayıp çocukların hevesi kırılmalıdır...
Libellula bebeğimle
Alım gücü düşük ailelerin çocuklarında, imkânsızlıklardır onları yaratıcı yapan. Onlar ellerine geçen her malzemeden: kumaş, gazete, metal parçaları, atılmış eşyalar, hatta böceklerden bile oyuncak yaratmayı başarırlar. Ben, çocuklara her istediklerinin alınmadığı bir nesildenim. Ama ne oyunsuz, ne oyuncaksız kaldım! Kâh gazeteden gömlekler yapıp tezgâhtarlık oynadım, kâh kavanozlara bahçeden boy boy örümcekler doldurup besledim, hatta (çocuklar bazen ne acımasız olabiliyor!) yakaladığım at sineklerinin ayağına hafif olduğu için annemin kaçan naylon çorabından çektiğim bilmem-kaç mikron incelikte ipliği bağlayıp ayağı kopana kadar uçurdum…
“Ebeveynler, imkânlarının üzerinde oyuncak alımını reddetmeliler” der, çocuk psikolojisi konusunda eşsiz çalışmaları ile tanınan Françoise Dolto. “Ama bu reddediş, özellikle endirekt yoldan olmalı. Vitrinde gördüğü bir kamyonu mu istedi? Reaksiyonunuz doğrudan ret değil, konuyu muhabbete açmak olmalıdır: ‘Aaa güzelmiş evet kamyon, sence de değil mi? Neresini beğendin en çok? Tekerlekleri de büyükmüş bayağı. Acaba pili ne kadar dayanıyor? Girelim hele, bir dokunalım… Noel Baba’ya da söyleyelim, yılbaşında listemize eklesin bunu! O zamana kadar da para biriktirelim bakalım.’ Ayrıca her ebeveyn şunu da bilmelidir ki (şimdi şaşıracaksınız) çocuğun, alınan oyuncağı bozma hakkı vardır. Çocuğunuz, doğru ya da yanlış, davranışının sonuçlarına katlanmayı öğrenmelidir çünkü.”
Bizim (oyuncak bebeğimiz) Libellula’yı iki yıl sonra keşfedip ortaya çıkardığımızda, kutusundan çıkarır çıkarmaz, çürüyen yayları nedeniyle gözleri kendiliğinden kafa boşluğuna çökünce, sanki biz zarar vermiş gibi bir temiz de zılgıt yemiştik. Bebek hasreti ile büyüyen kız kardeşim, annemle ilk çeyiz alışverişine çıktıklarında ne yaptı dersiniz? O günkü tahsisatını Amerikan Pazarlarında gördüğü bir taş bebeğe yatırdı!!!
Dışarı çıktığımızda bize sıkı sıkı tembihlerlerdi: Hiç bir şey istemeyecek, ağlayıp zırlamayacaktık! Ama çocuksun işte!
İstanbul’un ilk ‘department store’u!
Hiç unutmam, dört ya da beş yaşlarında mıyım ne, birgün teyzem, görümcesi, annem, anneannem maaile, Bahçekapı Ananyadis’e kardeşimin vaftiz alışverişi için gidilecek.
Ananyadis dediğim, o yılların “department store”u. Bahçekapı’da, Atalar hala var mı bilmem onun yerinde, tam köşede! Eski İstanbul’un heyula gibi taş binalarından. İçinde kumaştan çeyize, oyuncaktan giysiye yok yok! Hatta çok sonraları şirketi Atalar satın aldığında, İstanbul’un ilk yürüyen merdivenini orada görmüştük! Neyse, konuyu dağıtmayayım, mevsim bahar, mağazaya giriyoruz, tam karşımda tavandan asılı dev, rengârenk, şişme deniz topları! Görmemle aklım başımdan gidiyor ve tembihleri unutup mızıldanmam yavaştan zırlamalara dönüyor.
Devir bilgelik devri; devir işini bilenlerin, işini severek yapanların devri. Kasada orta yaşlı Rum bir bey var, “kostüm kravat” çünkü devir aynı zamanda şıklık devri, ve benim ağlamamın büyüklerin rahatça alışverişini engellediğinin farkında. Artık siz deyin müessesenin menfaatini kollamak, ben diyeyim çocuktan anlamak, bana göz kırpıyor ve mimiklerle “sus ağlama, ben sana o topu vereceğim” işareti yapıyor. Ben rahatlamış bir vaziyette, bizimkilerin peşinde mağazayı gezerken de hiç üşenmeden kocaman bir kare kutu içine tek tek ambalaj kâğıtlarını koca bir top gibi sarıyor, koca bir fiyonkla da çıkarken elime veriyor. Uçuyorum ben mutluluktan! Hayal meyal da olsa, kalmış hayalimde, Dodge mu neydi, enine-boyuna paketler, torbalar geniş bir taksiye doluşmuşuz, eve varınca da dörder-beşer çıkıyorum merdivenleri, kutuyu divana atıp açma faslına başlıyorum. İçinden çıkan kağıt topunun kağıtlarını açtıkça açıyorum, matruşka’lar gibi bir tabakanın altında başka bir tabaka, her açışta top daha bir küçülüyor, küçülüyor, kağıtlar bitiyor, ve top …. yok!!! Ama annem iyi kıvırıyor: “Bak gördün mü? Top zaten gelmek istemiyordu ki, arkadaşlarını mağazada bırakıp! Muhtemelen biz arabadayken de uçup gitti yanlarına!” Naif yıllar!
Oyuncaklar medeniyetin elverdiği oranlarda gelişme gösterdi. Önceleri babaların imal ettiği tahta kızaklar, tekerlekli arabalar, kaydırak ve salıncaklar zamanla yerini boyalı teneke oyuncaklara bıraktı. Emeğin çok da pahalı olmadığı yıllarda mesela, kocama mükemmel bir işçilikle yurt dışından, lokomotifi masif demir, vagonları boyalı tenekeden ölümsüz elektrikli bir tren hattı hediye edilmişti. Zira 1940’lar itibariyle imalatçılar, varlıklı ailelerin çocuklarına tek bir oyuncak yerine giysili, möbleli, araç-gereçli, alet edevatlı koca oyuncak setleri alabilecekleri fikrini ortaya atınca, erkek çocukları için mavi, kızlar için pembe fikri doğmuş oldu.
Tehlikeli oyuncaklar
Oyuncaklar aracılığı ile toplumların yapılanması da değişti. Kızlar Barbie’lerden esinlenerek prenses ve makyaj malzemeleri ile başkalarına güzel ve çekici görünme eğilimine girdi. Erkek çocukları ise arabalar, uçaklar, yıldız savaşlarındaki gibi lazer batonlar, “hi-men” gibi kaslı ve güçlü savaşçı ve düşman figürleri, yaratık görünümlülerle daha agresif ve hırslı, istediğini elde edip prenseslerinin gözüne girme mücadelesine girdiler. Para kazanma kaygısı ve devrin alış-verişe endeksli pazarın çekiciliği ile bazıları “Lego” gibi dünyaya nasıl şekil verilebileceğine yönlendiren koca bir endüstri oldu, bazıları ise çocuklar için tehlikeli veya sakıncalı bulunup piyasadan çektirildi.
Acqua Dots
Bugüne kadar imal edilmiş en tehlikeli oyuncak sıralamasında ilk sırayı “Mini Hamaklar” aldı. Filenin içine sıkışan tam on iki çocuğun ölümünden sonra da piyasadan çekildi. İkinci sırada üç çocuğun ölümüne yol açan “Lawn Dart” (çimen Dartı) geliyor.
2007 yılında Çin, “Acqua Dots” adlı, su ile şişen mini toplarını, toksik ve uyuşturucu etkili bir kimyasal içerdikleri tespit edilince piyasadan çekiyordu.
1950’lerde satışa sunulan “Atomic Energy Lab”ın, o yılların en eğitici oyunu olduğu düşünülmüştü. Oysaki aralarında Uranium, Potasyum Nitrat, Ferrocyanide gibi madde örnekleri ve minik reaksiyonların yol açtığı patlamalar ile buram buram tehlike kokuyordu.
lak-lak
“Easy-Bake Oven” (mini fırın) da birkaç çocuk elini yaktıktan sonra piyasadan çekiliyordu. Bizde “lak-lak” adı ile bilinen oyuncağın ise, bağlantıları kopup çocukların yüzüne-gözüne geldiğinde, imalatı durduruldu.
Bu sıralama böylece devam ederken günümüzde çocukları tehlikeye atan “Mini Scooter”lar ile “Hoverboard”ların satışı tepe yaparken, Hoverboard’ların uzun süre şarjda bırakıldığında alev alması ile çıkan yangınlardan birinde bir çocuğun yanmasının ardından, çocuklara hitap edenleri piyasadan çekildi.
Bir de “Chucky” gibi gittikçe ürkütücü görüntüler alan oyuncaklar var ki, imalatçılar bunun için “Bebeklerin zaten her an canlanacak bir cansız varlık gibi korkutucu bir yanı vardır” derler.
Chucky
Günümüzde oyuncaklar çoğaldı ve büyüdü
“Çocukların yaratıcı bir hayal güçleri olması sağlıklıdır,” diyor psikologlar. Yetişkinlerin düşündüğünü çocuklar oynar.
Bugün oyuncaklar hem çoğaldı, hem büyüdü. “En basit oyuncak bile, İskenderiye Kütüphanesi’nin içeriğine eşdeğer, en az altı megaram gerektiriyor,” diyor Bernard Arcan.
İnsan evladı yetiştirmek zor zanaat! Her çocuk ayrı bir dünya. Birimize çalışan bir sistem, diğerimizde tutmayabiliyor. Her anne-baba, elbette ki çocuğuna bildiğinin, aklının erdiğinin en iyisini vermek çabasında. Hata? Elbette ki ve illa ki yapıyoruz. Ama sonucunu ya ileride göreceğiz, ya da farkında bile olmayıp kendimizi sorgulayacağız “Nerede hata yaptım?” diye. Orası da bizim hayat sınavımız…