eçtiğimiz haftalarda, nisan ayının başlarında tam da şu pandemik hapis ortamında, uzun zamandır özlediğimiz bir hareketlilik yaşadık. Telefon trafiği vızır vızır, bizim TV’lerin önemsemediği bir haberi yayıyordu: Akşamına Mısır TV’si naklen, Firavunların, Tahrir Meydanındaki ‘The Egyptian Museum’dan yedi km. ötede, yeni açılacak olan ‘National Museum of Egyptian Civilization / Mısır Medeniyeti Millî Müzesi’ndeki yerlerine taşınmalarını yayınlayacaktı. Programın uluslararası adı “Pharaohs’ Golden Parade” idi.
Aralarında Kraliçe Hatsepsut ile Kral Ramses II’nin de olduğu 18 kral ve kraliçe ile dört kraliyet mensubunun mumyaları, kronolojik hükümranlık sıralamaları ile birkaç km ötede kapısında Başkan Sissi’nin hazırolda ve 41 pare top atışı ile karşıladığı yeni mekânlarına ihtişamlı bir devlet töreni ile nakledildiler.
Demek ki neymiş? Mumya dahi olsan, şansın olsunmuş! Düşünsenize öldükten 3000-3500 yıl sonra, vücudunuz dünya yüzünde gezmeye çıkmakla kalmıyor, pasaport bile veriliyor Ramses II’ye verildiği gibi...
Ramses II’ye bir pasaport lütfen!
Abu Simbel Tapınağı, şahsına ait sayısız boş piramitler, adına anıtlar inşa ettiren, yaşamış en güçlü firavunlardan biri Ramses II. Heykellerini taşlara öyle derin oydurmuş ki, halefleri bozup kendi imajlarını işleyemesin. 3000 küsur yıl sonra seyahate çıkacak, üstelik ilk seyahati de değil! Rahipler çalınmasını önlemek için mumyasının yerini defalarca değiştirmişler, bu nakliye proseslerini de vücudunu saran bezlere not etmişler. Yetmemiş demek ki, sonunda hırsızlar çalıyor ve bulunduğunda mumya bozulma emareleri göstermeye başlamış durumda.
1970’lerde Paris’te bu işin eksperi bulunuyor ve ister istemez mumyanın bakıma gönderilmesi kararlaştırılıyor. Ancak, Mısır kanunlarına göre hayatta veya ölü, ülkeden çıkan herkesin bir belgesi olması gerektiğinden, kendi adına, mesleği bölümünde “ölü” yazılı bir pasaport çıkartılıyor. Yaa işte böyle bu işler, üç bin küsur yaşında Firavun da olsan, kanun ne diyorsa o!. Esasen bu pasaport işi Mısırlılar için, onca çalınıp geri verilmemiş değerlerinin ardından, mumyanın geri geleceğinin bir çeşit garantisiydi. Paris’teki incelemeler gösterdi ki, Ramses II, 1.70 boyunda, kızıl saçlı, birçok savaş yarası olan, artritis ve diş apsesinden muzdarip bir Firavundu.
Firavunların laneti
4 Nisan’da gerçekleşen tören öncesi Süveyş Kanalı’nda yaşanan gemi blokajı, Sohag’da 19 ölümle sonuçlanan tren kazası, Kahire’de yıkılan bir binanın altında kalan 19 kişi, insanlara Firavunların lanetini hatırlattı. Mumyaların sergilenmesi uzun yıllardır tartışılmaktaydı zaten. Müslüman bilim adamları yanında, Başkan Enver Sedat da bu bedenlerin bir garabet gibi sergilenmektense itibar ve saygı gösterilerek artık gömülüp ebedi istirahate bırakılmaları taraftarıydılar.
‘Lanet’ konusu çok eski bir hikâye ve yazıya dökülmesi bile tehlikeli. Daha çok eski krallık dönemi mezarlarının duvar veya kapılarında rastlanıyor. Kimi sadece bir beddua niteliğinde: Mesela ‘Ankhtifi’nin mezarındaki bir yazıt “Bu tabuta zarar verecek herhangi bir yöneticinin tanrılara yapacağı hiçbir sunum kabul edilmesin, ve varisleri mirasçısı olamasın” gibi... Daha geç dönem mumyalarda ise lanetin daha da sertleştiği görülüyor: “Bir Firavun mumyasını rahatsız edene lanet olsun! Mezarın mührünü bozan, hiçbir doktorun teşhis edemeyeceği bir hastalığa yakalanacak” gibi.
Tutankhamun’un mezarının bulunuşu
Ama lanetlerin en bilineni 1922’de arkeolog Howard Cartes ile finansörü Lord Carnarvon’un maruz kaldığı, çocuk Firavun Tutankhamun’un Krallar Vadisi’ndeki mezarına ulaştıktan sonra başlarına gelendir. Lord Carnavaron’un kısa sürede yüzünü ısıran bir sivrisinek yarasının enfekte oluşu ile kan zehirlenmesinden ölmesi, üvey kardeşinin de aynı akıbete maruz kalması, ekip mensuplarından Sir Archibald Douglas-Reid’in muamma bir hastalıktan vefatı, George Jay Gould’un nedeni bilinmeyen bir ateşten ölümü, anı olarak kendisine mezardaki birkaç obje hediye edilen Carter’in arkadaşı Sir Bruce Ingram’ın evinin yanması, tamir edildikten sonra da bu sefer su baskınına uğraması, lanet değilse nedir?
“Tesadüftür,” diyor bilim ve onaylıyor değerli arkeolog Zahi Havass: “Lanet olsa neden 17 yıl daha yaşayıp eceli ile ölen Carter’i muaf tuttu, mezara ilk girenlerden olan Carnavaron’un kızını neden atladı da yetmiş sekiz yaşına kadar yaşadı?”
Mumyalar’ın bilinmeyenleri
Buradan size artık hepimizin bildiği, mumyaları, mumyalanmayı anlatmaktansa, pek bilinmeyen bazı gerçeklere değinmeyi tercih ettim. Mesela, merak etmiş millet, mumya kokar mı, veya ne kokar diye. Bunun için müzelere girip mumya koklayan Michelle Krell Kydd diyor ki, “Çürüme kokmuyor mumya, ama elbette ki Chanel 5 de kokmuyor. Eski Mısırlılar güzel kokulara düşkündü ve mumyalama esnasında bu tabii ve döneme göre lüks sayılan, mesela leylak, sarısakız, tarçın esaslı “Susinum”, kına, kakule, tarçın esaslı “Cyprinum”, sarısakız, Çin tarçını karıştırılmış mum ve reçinelerden yapılmış “Mendesian” dedikleri parfümleri kullanmışlardı.
Altın dilli mumyalar
Peki, mumyaların neden ağızları açık? Hayata geri döndüklerinde yemek yiyebilmeleri için şart diye düşünülmüş. Hatta bazılarının ağzına konuşabilmeleri için dil formunda altın plakalar konduğu görülüyor.
Peki, nasıl oluyor da bunca yıl dayanabiliyor? Çünkü içerdikleri her türlü nemden arındırılmış, mumyalama prosesi ile de iyice kurutulmuştur. Ayrıca, beden iyice keten bezlerle sarıldıktan sonra, yine nem işlemesini önlemek için bütün o bez tabakalar reçineleniyor. Artı, Mısır’ın kurak ve sıcak iklimi de buna destek elbette ki.
Peki, bir mumya tekrar canlanabilir mi? Evet!!! 😊 Şöyle evet, İngiliz bilim adamları mumyalanmış kalıntılarından ses yolunun ayrıntılı rekonstrüksiyonu ile oluşturdukları üç boyutlu dijital modelin, yapay bir gırtlakla kombini ile çıkarabileceği ses tonunu yaratabildiler. Meraklıları için linke tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=94KBXL4D3p4
Şimdi mumyalarla bağlantılı ilginç tespitlerden oluşan küçük bir Potpuri ile devam edelim, Mumyalama prosesinde zaman-zaman vücut boşluklarını doldurmakta (göz çukurları) soğan kullanılmış. / İç organlarının kalp hariç çıkarılması için beden sol yanından kesilirdi. Kalp hariç çünkü ölenin kalbi üzerinden yargılanacağına inanılırdı ve o kalp, Mısır’ın ünlü böceği “scarabée” adını taşıyan bir muska ile korumaya alınmıştı. / Bir tek Tutankhamun, öbür dünyada Tanrı Osiris kademesinde kabul olunması için ereksyon halinde bir penis ve kalpsiz olarak mumyalandı. / Mumyalar, Orta Çağda Avrupa’da ilaç olarak yüksek talep görüyordu. Mumya kaynatılır, elde edilen yağlar morarma, mide ağrıları ve sayısız başka rahatsızlığı tedavide kullanılırdı. / “Ramses” marka prezervatiflere, 160’tan fazla çocuk sahibi olmuş Firavun Ramses’ten esinlenerek bu ad verilmiştir.
Dünyada mumyalar
Mumyalama (anthropogenic mummification) sadece Mısırlılara ait bir buluş olmadığı gibi, dünya yüzünde rastlanmış mumyaların bir kısmı da doğal tabiat şartlarında muhafazada kalarak (spontaneous) oluşan mumyalardır.
Bilinen en ünlü ve en mükemmel “anthropogenic” mumyalardan biri Rosalia Lombardo’dur.
Rosalia Lombardo - Uyuyan güzel
Henüz iki yaşında zatürreeden ölen bu İtalyan küçük kızın yıkılan babası, mumyalama konusunda ünlü Dr. Alfredo Salafia’nın yardımını istemiş. Uzun yıllar sır kalan mumyalama tekniği nihayet çözüldü. Formalin, çinko tuzları, alkol, asit salisilik ve gliserin kompozisyonu enjekte edilen küçük beden o kadar mükemmel korunmuş ki, ona “uyuyan güzel” deniyor.
Spontaneous denilen doğal şartlarda mumyalaşmış bedenlerin en ünlüsü de “Tollund Man”. Yüzyıllarca bir turba bataklığında kalmış cesedin, boğazı kesilip Danimarka’daki bu bataklığa atılmış olduğu düşünülüyor. Bir de İtalya Venzone’deki doğal mumyalar var. Bunlar 14. asırdaki bir kara veba esnasında ölen ve gömecek yerleri kalmadığı için kilisenin içindeki mezar odasına istiflenen Venzone halkının ataları. Bedenlerin o nemli bodrumda çürümemesinin nedeni bilinmiyor. Muhtemelen, nem alıcı bir bakterinin gelişmesi deniyor. Köylüler ataları ile iç içe yaşıyor.
Vladimir Lenin
En ünlü ve en mükemmel mumya
Ancak, dünyanın gelmiş-geçmiş en ünlü ve en mükemmel, binlerce kişinin ziyaret ettiği Moskova’daki mozolesinde ziyarete açık mumya, 20. asrın en devrimci politik figürlerinden, devrin Rusya’sının başkanı, Rus komünizminin babası Vladimir Lenin’in mumyasıdır. Halen Kızıl Meydan’daki mozolesinde sergilenmekte olan Lenin’in bedeni, gelecek nesillere kalıcı bir örnek olması amacı ve çok karmaşık bir işlem ile ardı ardına kimyasal banyo ve enjeksyonlarla zarar görmesi engellenerek sergilenmekte. Onun halefi Stalin de mumyalandıysa da, Sovyet yetkilileri, acımasız lideri oy birliği ile reddetmiş, bedeni toprağa verilmiştir.
Komünist ülkelerde rağbet gören bu mumyalama işlemi, zamanında şahsen de ziyaret etmiş olduğum Bulgaristan’ın liderlerinden Georgi Dimitrov’a da uygulanmıştı. İlginç ve şaşırtıcıdır ki, Atatürk’ün de naaşı, kim bilir belki kendi arzusu, belki yukarıdaki başarılı komünist örneklerinin ilhamı ile suretini gelecek nesillere aktarmak, belki de kıyamamaktan, (embalmed) tahnit edilmişti. Bugüne kadar nedense saklı tutulan bu gerçek, “Atatürk’ün Tabutunun Açıldığı Gün 1953” başlığı ile yaygın bir şekilde internette yerini alana kadar bilinmedi.
Tahta sandukanın içindeki havası alınmış, lehimlenmiş madeni sandukanın açılmasının ardından, basında yer aldığı şekli ile metin:
“Sandukanın içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu. Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında, ağzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şişe bulundu. Bu, cesedi muhafaza için kullanılan solüsyondan bir numuneydi. Üzerinde terkibi yazılıydı. Ata'nın naaşı beyaz kefene sarılmış, sonra kahverengi bir muşambayla kaplanmıştı... Kefenin sargıları aralanınca Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle anlatacaktı: ‘Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü ile karşılaştım. Başı yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine düşmüştü. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri. Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında uyuyor gibiydi.’”