ANI - Lydia Albukrek
Çizimler: Dr. Musa Albukrek
Fotoğraflar: Yılmaz Kayini, Arlet Avazyan arşivi
İstanbul’da olduğu gibi, modernleşme uğruna, Adalarda da birçok yapı ve Ada’ya kimliğini yansıtan bazı özellikler yok edilmiştir.
Ada aşığı olan eşim Musa, her çıktığında, elinde kalem kâğıt, beğendiği yapıları resmeder. Zamanla resimlerine ve eski fotoğraflara bakıldığında, Ada’da, artık olmayanları görebiliriz.
Geçtiğimiz seneye kadar Ada’da, halka sunulan ve Ada’nın “anakronik” (zaman dışı) havasını veren, tek ulaşım vasıtası faytonlardı. Tabi ki, isteyen bisikletini alıp istediği yere gidebilirdi. Tek tük benzinli araçlar vardı: itfaiye, ambülans, polis ve makam arabaları gibi. Zamanla bunlar artırıldı ve inşaat malzemesi taşıyan devasa kamyonlar da eklendi.
Eskiden faytonların âdeti çok fazla değildi; faytoncular temiz pak giyinirdi, arabada oturuş ve atlara davranış şekillerinden, yaptıkları işin gururunu nasıl hissettikleri anlaşılırdı. Bu son senelerde Adalar turistik bir hedef olmaya başladı. İnsanlar kalabalık gruplarla gelip, Ada turuna çıkmak için, hemen fayton kuyruğuna girip, sıraları gelince tura çıkmaya başladılar. Bu ihtiyacı karşılamak için fayton âdeti artırıldı, atlardan pek anlamayan insanlar arabacı oldu ve bunlar atlara hiç acımadan, kızgın güneşin altında onları koşturarak, bir an önce merkeze varıp tekrar tura müşteri almak hedefinde idiler.
Zavallı atlar, içler acısı, kan ter içinde, sırtları ve ayakları yara bere, kötü beslenmiş, zayıftılar. Tabi ki, bu durum böyle devam edemezdi, nitekim, geçtiğimiz yazdan beri faytonlar kaldırıldı ve atlar emekli oldu.
Şimdi Büyükada’ya gelenlere İBB’nin sunduğu ve gerçekten çok iyi hizmet veren, elektrikli küçük otobüsler ve taksiler tahsis edildi.
Herkes durumdan memnun gibi, ancak temennimiz Büyükada’da çok az sayıda faytonun, atlara saygı gösterebilecek faytoncuların da olmasıdır ki, gelenler tekrar Ada’nın eski romantik ve anakronik havasını soluyabilsinler.
(Günümüzde iki atla çekilen ada arabasına “fayton” denmesi, Yunan mitolojisinde dört atla çekilen efsanevi arabanın sürücüsü Helios’un oğlu Faeton’a atıftır.)
Corci'nin evi
Ne kadar ince bir zevkle yapılmıştı bu “CORCİ”nin evi! Beyaz tahtadan ve balkonu ince oyulmuş.
Yok oldu! Yerinde olan apartmanı göstermezsek daha iyi olur!
İkiz ev
Tıpatıp aynı yapılar
Çankaya Caddesinin girişinde, hemen sağda, ikiz iki bina bulunuyor. Bir tanesi şimdi bakımlı ve kulesiyle çok güzel, öteki ise bakımsızlıktan harap olmuş ve utancından gözlere görünmemek için önüne bir perde çekmiştir. Yıkıldı yıkılacak gibi!
Biraz karanlık, yarısı taştan, yarısı ahşap, ajurlu perdesi ile Parma Ailesinin iki katlı evi, ailenin yok olmasından sonra tamamen yıkıldı ve şimdi yerinde dört katlı, eski evle hiç ilgisi olmayan, koca bir apartman mantar gibi peydahlandı.
Seyyar su bidonu
Orada işsiz yatıyor!
Uzun seneler boyunca onsuz yaşanmazdı.
“Sucuuu” diye bağıran bir ses! Toprak küplerin ince örtüsü kaldırılırdı, “klup klup klup” sesiyle su ile doldurulurdu. O sıcak günlerde onsuz asla yaşayamazdık! O su temiz miydi acaba? Bugün olsa bir sürü tahlilden geçirirdik! Şükür, hiç hastalık bulaşmadı. Günümüzde son derece steril suyumuz var, genelde plastik (!) kaplarda! Onlar gerçekten sıhhi mi? Tabi ki, öyle diyelim ve hala tekerleklerinin üstünde uzun senelerin yorgunluğunu gideren su bidonuna hizmeti için teşekkür edelim. (Aslında resimde görülen tekerlekli su bidonu da yok oldu.)
Sedefli konak
Yaldızlı veya Sedefli Köşk nerede?
Hayaleti bile yok artık! Çankaya Caddesinde, 19. asrın sonlarına doğru Yorgo Ralli tarafından yaptırılmıştı. Sedef kakmalı ahşap parçalardan oluşan yapı, Hindistan’da hazırlanmış ve Büyükada’ya getirilip iki ay zarfında monte edilmişti. İki veya üç bölümden oluşan köşkün bir de sekizgen planlı, üzerinde bir kubbesi ve mızrak gibi sekiz paratoneri olan bir kulesi vardı. Mehtabiye veya Cihannüma denen bu kule, etrafı ve göğü seyretmeye yarardı. Ne yazık ki, 1956 yılında köşk tamamen yandı ve yerinde inşa edilen “be-te-be’li” yapı, zevksizliği ile hala göze çarpıyor.
Yaldızlı Köşkü günümüzde gösteren fotoğraf Sayın Arlet Avazyan’ın babasının koleksiyonuna aittir.