Space X projesinin sahibi Elon Musk’un Mars’ın kolonileştirilmesi hedefinin ardından gözler tekrar göklere çevrildi. İlgiyi canlı tutmak adına, NASA da Eylül ayında interaktif bir çizgi roman “First Woman”ı yayınladıklarını duyurdu: Robot yardımcısı RT ile birlikte Ay’ı keşfeden ilk kadın olan Callie Rodriguez’in hikâyesi. “Callie’nin hikâyesi kurgusal olsa da ilk kadın ve ilk siyahi insan, ‘Artemis’ (2024’e kadar insanları Ay’a özellikle de Ay’ın güney kutbuna indirecek uluslararası uzay uçuşu programı) projemizin bir parçası olarak Ay’da yürüyecek. Bu çizgi roman aracılığıyla, yeni nesil kâşiflere -Artemis Nesli- ilham vermeyi amaçlıyoruz,” dediler.


Ay'ı keşfeden "ilk kadın" Callie Rodriguez’in çizgi romanı "First Woman"

İnsanın yaradılışından beri duyduğu uçma hevesi
Gerek havanın, gerekse uzayın kendilerine has mitleri vardır. Bilmeyenimiz var mı? İkarus’un hikâyesi gibi mesela. Gerçekten sadece mit midir, yoksa bir kehanet, bir ikaz mı… Buradan alınacak ders, çok fazla güneşe yakın uçarsanız, kanatlarınız yanar; diğer bir deyişle insan kendini Süpermen veya Tanrı sanıp kapasitesini aşmayı denememelidir. İyi de, bu hikâyenin mitik tarafının yanı sıra, işaret ettiği bir diğer husus da İkarus’un yani insanın yaradılışından beri duyduğu uçma hevesi.

Uçmak sadece yükseklik kazanmak değil, aynı zamanda yeni bir özgürlük biçimi kazanmaktır. İnsanlar, uzayda uçup uçamayacaklarını akıl edemeden çok önce, kuşların havadaki hareketlerini, süzülmelerini, dönmelerini, rüzgârla oynamalarını hevesle izleyerek, bunun elbette ki risklerinin de olacağını hesap etmeden, neden acaba kendilerinin de bu sonsuz gibi görünen hürriyete sahip olmadıklarına kafa yordular.


Johannes Kepler

1610
yılında ünlü Alman gökbilimci Johannes Kepler’e, Galile’nin göndermiş olduğu ve astronomide ihtilal yaratacak Sidereus Nuncius (Celestial Messenger) adlı yaklaşık yüz sayfalık minik çalışmasının bir kopyası ulaşır. Galile 1609’da biri yakınsak, diğeri ıraksak iki merceğin birleşimiyle lineer bir magnifikasyon (büyütme) elde etmiş, kullanmaya bile başlamıştı. Kepler ona, Sidereus Nuncius’la sohbet niteliğinde bir yazı ile destek vermeye karar verdi: “Uçma sanatını öğrendiğimizde, bunun illa ki öncüleri olacaktır. Bir zamanlar okyanuslarda gezinmenin, Adriyatik veya Baltık denizlerinin dar ve ürkütücü körfezlerinden daha bile güvenli ve sakin olabileceğini kim düşünebilirdi ki? Hele gökyüzü şartlarına uygun gemiler ve yelkenler yapalım, illa ki bu bilinmeyenleri keşfe çıkacak öncüler olacaktır. O zaman, tez elden gök cisimlerinin, gök haritalarını yapmaya girişelim. Ben ay için yapacağım, sen de dostum Galile, Jüpiter için yap.”


Galile'nin 
Sidereus Nuncius
(Celestial Messenger) adlı yaklaşık yüz sayfalık minik çalışması 

Öte yandan Leonardo da Vinci, çizdiği hayali uçak projeleri ile insanı havalandırmıştı bile! Hatta mimarlar, yazarlar (Jules Verne’in hayal gücünü anımsayalım), şairler bile kendi çaplarında birbirinden gerçeküstü anlatımlarla mademki demeye getiriyorlardı, mademki gökler sadece Tanrıların mekânı değil, o halde gelecekte oralara çıkma olasılığı vardı. Ancak 20. yüzyıla kadar, hiç kimsenin hayal gücü, bu işin Aya, Mars’a kadar uzanabileceğini düşünemedi.


Hayallerine inanan insan, onlardan bir gerçek yarattı
Bu noktada çizgi roman kahramanı Hergé’yi de kutlamadan geçmeyeceğiz. Mart 1953’te, astronot Neil Armstrong’dan 16 yıl önce, Hergé’nin yarattığı çizgi roman karakteri Tenten, Syldavia’daki “Sbordj” gizli uzay üssünden hareketle, aya ilk ayak basan insan oluyordu. Aya seyahatin gerçekleşmesi ise esasen dünyaya hâkim iki süper gücün birbirine kafa tutması sonucuydu ve bugün için bile çok zor bir olay gerçekleştirilmişti. Eski NASA yöneticisi Bridenstine’nin de ifade ettiği gibi, Apollo programının tek amacı vardı, Sovyetlere üstün gelmek ve bu nedenle Kongre, NASA’ya çok büyük miktarda paralar tahsis etmişti. Bugünkü şartlarda artık bu miktarları gözden çıkarmak mümkün değil. 1969’da Neil Armstrong’un aya ayak basması, kendi ifadesi ile “insanlık için bu büyük adım” insanın, doğanın dayattığı sınırları aştığı ve zekâların insanlığın hizmetinde birleştiğinde sonsuz olasılıklara yol açabileceğinin de göstergesiydi. İnanılmaz hedefin hayalinin öncüsü Hergé ise, “Rüyalarına inanan insan, onlardan bir gerçek yarattı” cümlesi ile başarıyı alkışlarken de kendine düşeni yaparak Casterman yayınlarından çıkan “Hedef Ay” ve “Ay’da Yüründü” adlı maceralarını tek bir ciltte toplayarak olayı onurlandırdı.

“İstikbal göklerdedir”
“İstikbal göklerdedir” demişti Atatürk, her ne kadar Prof. Sina Akşin gibi bir Atatürk’çünün bile “‘İstikbal göklerdedir’ sözü de ‘Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur’ sözü de Mustafa Kemal’e ait değildir. ‘Söylev ve Demeçler’ dâhil hiçbir orijinal yayında geçmez” diyorsa da; ve her ne kadar Tuğrul Şavkay da Hürriyet Haziran 2000 tarihli köşesinde “İtalyanların faşist Duçe si Mussolini’nin -İstikbal göklerdedir- sözünün altına Atatürk’ün imzasını atıp yıllarca uçaklarımızın girişine asmıştık” demişse de; belki böylesine sloganlaştırılmış hâli ile olmasa bile, birçok konuda öngörüleri ile hepimizi şaşırtan Atatürk’ün, Türkkuşu’nun açılışı vesilesiyle hava alanında yaptığı tarihî konuşmanın bir bölümündeki şu ifadesi kesin ve kayıtlıdır: Türk çocuğu, her işte olduğu gibi, havacılıkta da en yüksek düzeyde, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek Türk ulusu mutlu olacaktır.”



Nitekim “İstikbal göklerdedir” sözünü dedi veya demedi, Atatürk, geleceğin göklerde olduğuna inancını ve havacılığa verdiği önemi, Türkkuşu’nun ardından ilk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökcen’i teşvik ve destekleyerek ispat etti zaten! Bugün havacılıktan uzaya sıçrayan teknolojinin geldiği nokta göz önünde bulundurulduğunda, bu söz olmasa dahi, bu fikre olan inancı inanılmaz bir ileri görüşlülük! Ömrü vefa etseydi belki uzay konusunda da bize yol gösterici liderlerden biri olacaktı.
Amerika’nın 1969’daki başkanı Kennedy, Atatürk’ün ileri görüşüne sahip olmasa da ülkesinin, imkânlarının gücüne güveniyordu “Aya insan indireceğiz” dediğinde ve dediğini de yaptığında. Onun ardından Apollo projesinin 20. yıldönümünde başkan George Bush, Ay’a ve hatta Mars’a dönüşten bahsettiyse de, maliyetleri gözü yemedi, oğul Bush da hedefi kaçırdı. Derken Obama, aya geri dönmeyi önermek yerine, 2025 yılına kadar Mars’a geçmeden önce bir asteroide astronot göndermeleri gerektiğini söylediyse de, Cumhuriyetçiler reddetti ve nihayet Trump da NASA’ya Ay’a bir erkek ve bir kadın astronotun gönderilmesi talimatını verdiyse de, ya süresi yetmedi ya da öylesine salladı. Hâsılı Kennedy dışında hiçbir Amerikan başkanı hedefin bir adım ötesine gidemedi.

Yeterli ödeneği alabilecek miyiz, mesele bu
Mars’a gidecek olan Perseverence uzay aracının fırlatılmasında gazetecilerle konuşan Bridenstine: “Sorun teknolojik olarak yeterli olup olmamamız değil, çünkü yeterliyiz. Ancak, yeterli ödeneği alabilecek miyiz, mesele bu. Soğuk Savaş şartları olmayınca, NASA artık uluslararası partnerler aramak durumunda.” Görülen o ki, hedefte artık Ay yok. Onca para harcanacaksa, bir sonraki adım olan Mars’a harcanmalıydı.
Bu projelerin en büyük mali ve manevi destekçisi, son yılların maddi gücü ile sivrilen iş adamlarından Elon Musk, Atatürk’ün “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” sözlerini ilke edindiğini ifade etmişti bir tweet’inde: “Uzayı insanlığın hizmetine açmak istiyorsak, ekonomik olarak ulaşılabilir olmalı. Birkaç yıl önce emin değildim ama, artık bir Mars kolonisi kurmak şansının oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum” diyorsa da onun gibi düşünmeyenlerin sayısı çok.


Mars

Terraforming in situ

Her yeni buluş, fikir, proje, beraberinde kendi lügatini da getirir. “Terraforming” buyurun, bu da gezegenlerin dünya şartlarına kavuşturulması anlamını taşıyan ve Elon Musk’ın hedefini kapsayan bir kelime. Terraforming ile “in situ” (yerinde) çözümler. “Mars’ın yörüngesine daha fazla güneş ışığı toplayarak onu ısıtacak reflektörler konabilir. Sonra da yeterince ısınan gezegende meydana gelecek karbon dioksiti yiyen ve karşılığında oksijen salan mikroorganizmalar getirilir” gibi, şimdi uçuk kaçık görünen projeleri var.
Diyelim ki, olası, peki bu ne kadar sürecek? “Yüz yıl? Bir milyon yıl??” diyor skeptikler. Florida Tech’te profesör ve bitki biyokimyacısı Andrew Palmer, İyi de” diyor, Mars altı ay uzakta. Olası bir sorunda oradaki insanların hayatını kim kurtaracak? Besin açısından mısır, turp, lahana ön planda ancak protein için de haşere lazım diye de ekliyor ya da sentetik et üretimi.”

“Oturun oturduğunuz yerde!!!”
Astronot Al Worden ile Eski NASA Yönetici Yardımcısı Lori Garver’in ise ayakları daha sağlam basmış yere: Mars’ı kolonileştirmektense, dünyadaki sorunlarımızı çözsek? diyor ve ekliyor: “1972’den beri aya geri dönememişiz, şimdi başka bir güneş sistemindeki bir gezegene gitmeye çalışmak bana göre bilim kurgudan başka bir şey değil, kaldı ki, bizim burada birbirimize faydamızdan çok zararımız varken, orayı da buraya benzetiriz.”
Bunun yanında NASA bilim adamları bir dolu farklı teorilerle çıkıyor karşımıza. Uzun süre uzayda kalan astronotların immün sisteminin zayıfladığı biliniyor. Suçiçeği, zona gibi hastalıklara daha açıklar. Bunun nedeni de stres: ailelerinden uzakta, hapis hali, uykusuzluk, sirkadiyen ritim bozulması (bünyede günlük fizyolojik ve biyolojik ritim bozuklukları) ile, artan kaygı hissi; ayrıca kozmik radyasyon, düşük veya değişken yer çekimi şartları gibi yaşamsal riskler de cabası.
Anlayacağınız, Ay’a veya Mars’a gitme heveslilerine benim şahsen diyecek bir tek lafım var: “Oturun oturduğunuz yerde!!!” Yoo, bu konuda yalnız değilim! Elton John bile demiş ünlü “Rocket Man” adlı şarkısında: “Mars ain’t the kind of place to raise your kids.” (Mars, çocuklarınızı büyütebileceğiniz türden bir yer değil.)