Norveçli tiyatro yazarı Henrik Ibsen, 19. yüzyılda yazdığı oyunlarıyla dönemin muhafazakâr ve münasip aile yapısını mercek altına alır. Ibsen’e göre dışarıdan mutlu, kusursuz ve terbiyeli gözüken aileler aslında içeride hiç de öyle değildir, münasip aile dinamiğini yerinde tutan tek şey gizlenen, konuşulmayan ve bastırılan hakikattir. Ancak Ibsen’in çağdaşı Sigmund Freud’un da dediği gibi, “Bastırılanlar asla ölmez, sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde ortaya çıkarlar.” Öldü sandığımız, mezarlarına gömdüğümüz gerçekler en beklemediğimiz anda mezarlarından kalkarlar, bizi kovalayan hayaletlere, hortlaklara dönüşürler.
Ibsen’in 1881’de yazdığı ve ilk defa 1882’de sahnelenen “Hayaletler” oyunu tam da bunu konu alır. Oyunda Bayan Alving, on sene önce ölmüş kocası Kaptan Alving’in anısına bir yetimhane açmak üzeredir. Bayan Alving’in genç ressam oğlu Oswald Paris’ten annesinin yanına dönmüştür. Açılacak yetimhanenin yönetiminde Bayan Alving’e Rahip Manders yardımcı olmaktadır. Rahip Manders ile Bayan Alving’in arasında geçen konuşmalardan seneler önce Kaptan Alving’in Bayan Alving’i aldattığını, bu sebeple Bayan Alving’in kocasını terk etmek istediğini ama Rahip Manders’ın onu aksi yönde ikna ettiğini öğreniriz. Bayan Alving, kocasının çeşitli sadakatsizlikleri arasında evdeki hizmetçi kızla bir ilişkisi olduğunu açığa vurur. Bu ilişkiden doğan gayri meşru çocuk, evin şu anki hizmetçisi Regina’dır! Bu sırada Bayan Alving, oğlu Oswald’ın hizmetçi Regina’yı baştan çıkarmaya çalıştığına şahit olur. Oswald babasının günahlarını tekrarlayıp yeniden bir hizmetçi kızı baştan çıkarmaya çalışmaktadır, fakat ne Oswald ne de Regina aslında üvey kardeş olduklarını bilmezler!
Birçok sır su yüzüne çıkmaya devam eder. Bayan Alving’in kocasını terk ettikten sonra Rahip Manders’a âşık olduğunu öğreniriz. Oswald, Bayan Alving’e frengi hastalığına yakalandığını ve ölmekte olduğunu açıklar. Oswald’a göre hastalığa yakalanmasının sebebi kendi günahlarıdır. Bayan Alving, hastalığın gerçek sebebinin irsi olduğunu, hastalığın babasının sadakatsizliklerinden dolayı Oswald’a geçtiğini söyleyemeden yetimhanenin yandığı haberi gelir. Ailesinin geçmişinin “hayaletlerini” yok etmek için çaresiz kalan Bayan Alving, oğluna babası hakkındaki gerçeği, Regina’ya da gerçek babasının Kaptan Alving olduğunu anlatır. Gerçeği duyan Regina evden kaçar. Oswald annesine hastalığının beynine sıçradığını söyler ve hastalığı ilerlediğinde annesinden onu öldürmesini ister. Oyun, Bayan Alving’in oğlunun isteklerine uyup onu öldürüp öldürmemek arasında karar verirken sona erer.
Geçmişin hortlaması, olup bitmiş olanın geri dönmesidir
“Hayaletler” ve Freud arasında birçok paralel görebiliriz. Bunlardan en önemlisi hem psikanaliz kuramında hem de oyunda gördüğümüz geçmişte yaşanan trajedinin hortlayışı ve bugünkü deneyimi kendine köle edişidir. Freud’a göre “Anlaşılmamış olan yeniden ortaya çıkar; tıpkı toprağa verilmemiş bir hayalet gibi gizemi çözülene ve büyüsü bozulana kadar huzura eremez.” Geçmişin hortlaması, olup bitmiş olanın geri dönmesidir. Hayaletler tekrar canlanır, ölüler mezarlarından kalkar, geçmiş, şimdi ve gelecek birbirine karışır. Burada Freud’un “hayalet” metaforunu kullanması tesadüf değildir. Tıpkı hayaletler gibi, bastırılan gerçeklik de ölüm ve yaşam arasındadır. Ne tam olarak yaşamaktadır ne de kesin bir biçimde ölmüştür. Oyunda Kaptan Alving’in ölümünü üzerinden seneler geçse de “hayaleti” hala ailesini etkilemektedir. Her ailede olduğu gibi Alving ailesinde de bastırılanlar, konuşulmayanlar ve konuşulamayanlar vardır. Belki de tüm gerçeklerin su yüzüne çıkmasının sebebi Kaptan Alving anısına açılacak olan yetimhanedir. Bayan Alving’in Regina’ya hiç babalık etmemiş olan, oğlunun frengiye yakalanmasına sebep olan kocası adına bir yetimhane inşa etmesi son derece ironiktir. Bayan Alving gerçekleri bastırmaya çalışır, kocasının mirasının bir yetimhane olmasını ister, bu sayede belki de kocasının işlediği günahların aklanacağını ummaktadır. Fakat yetimhane yandığında aynı zamanda temsil ettiği yalanlar da ortaya çıkar. Gerçek her ne kadar bastırılıp unutulmaya çalışılsa da bu imkânsızdır. Bayan Alving kocasının sadakatsizliklerini unutmaya çalışır, sanki çok onurlu bir adammış gibi kocasının adına yetimhane açar, oğlunu babasına dair gerçeklerden korur, fakat tüm çabası nafiledir. Freud’un dediği gibi gömülen sonunda şiddetli bir şekilde ortaya çıkar, Kaptan Alving hakkındaki gerçekler öğrenilir, yetimhane yanar, oğlu babasından ölümcül bir hastalık miras alır.
“Kuşaklar arası travma aktarımı”
Oswald babasından sadece frengi hastalığını miras almaz, aynı zamanda çeşitli bilinçdışı süreçleri de miras alır. Psikanaliz kuramı en başından beri geçmişten günümüze, bir nesilden diğerine, ebeveynden çocuğuna bilinçdışı bir aktarım yaşandığını ileri sürmüştür. Yani aynı hastalıklar gibi, travmalar da irsi olabilir. “Kuşaklar arası travma aktarımı” olarak adlandırabileceğimiz bu olgu, travmanın kuşaktan kuşağa yayılabildiğini, aile hikâyesinde uzak geçmişte yaşananların bugün hâlâ etkili olabileceğini öne sürer.
Örneğin Holokost’tan sağ kurtulanların çocuklarında sıklıkla gözlemlenen duygusal problemler, kuşaklar arası travma aktarımın bir etkisi olarak görülür. Bu şekilde bir travma aktarımına maruz kalan çocuklar, kendi kontrollerinin dışında hareket eden hortlaklara dönüşürler, psikanalist Perel Wilgowicz dediği gibi, “Ebeveynlerin travmasına hapsolurlar, ne ölü ne diri, doğmamış, imgesiz, zamansız bir durumda, kendi deneyimlemediklerini tekrarlamaya mahkûm edilirler.”
Oyunda Bayan Alving, babasının sadakatsizliklerine şahit olmaması için Oswald’ı yurtdışına yolladığını anlatır. Psikanalist Peter Shabad’a göre önceki nesiller ile başarılı bir duygusal iletişim, çocuğun duygusal gelişimini sağlar. Bu iletişim bozulduğunda veya sekteye uğradığında çocuğun ruhsallığı travmatik bir tema etrafında sabitlenebilir. Oswald her ne kadar kendi şahit olmasa da ebeveynlerinin evliliklerindeki mutsuzlukların ve sadakatsizliklerin yarattığı travmaya hapsolmuştur. Aynı babası gibi Oswald da hizmetçi bir kızı baştan çıkarmaya çalışır. Bastırılanlar bu tip tekrarlamalar sayesinde geri döner.
Oyunun en çarpıcı repliği, geçmişteki sırlar artarda su yüzüne çıkarken Bayan Alving tarafından söylenir. “Hayaletler! Regina ve Oswald’ı içeride duyduğumda sanki hayaletler önümde canlandı. Ama ben hepimizin hayalet olduğunu düşünüyorum, Rahip Manders. İçimizde yaşayan sadece annemizden ve babamızdan miras aldığımız şeyler değildir. Her türden ölü fikirler, cansız eski inançlar ve benzerleridir. Yaşamıyorlar ama yine de bize yapışıyorlar ve biz onları silkeleyemiyoruz. Ne zaman elime bir gazete alsam, satırlar arasında süzülen hayaletler görüyorum. Tüm ülkede denizin kumları kadar hayaletler olmalı. Ve biz, hepimiz, acınası şekilde ışıktan korkarız.”
Bir kişinin mezara gömülmesi, bir olayın geçmişte kalması, gerçeklerin saklanıp bastırılması öldükleri anlamına gelmez. Bunlar çoğu zaman yaşayanların zihnine “yapışarak”, ne ölü ne de tam anlamıyla canlı, var olmaya devam ederler. Ibsen’in de yazdığı üzere “kargoda bir cesetle seyahat ediyoruz”. Başka bir deyişle, hepimiz çeşitli sırlarımızla ve geçmişimizin hayaletleriyle yaşıyoruz.