Bilinçdışı, bilince taşınana kadar hayatını yönetir ve sen ona kader dersin.” Bu cümle İsviçreli psikiyatr Carl Jung’un şüphesiz en sevdiğim sözüdür. Bu söz bilinçdışının işleyişini anlatır ve bilinçdışının incelenmesinin önemini, incelenmezse nelerin tehlikede olduğunu ifade eder. Psikanalizin temelini oluşturan bilinçdışı kavramı, Jung’un akıl hocası Freud’un dünyaya en büyük katkısıdır. Bilinçdışı, rüyaların ve kasıtsız ortaya çıkan düşünce ve duygularımızın kaynağıdır, unutulmuş anıların ve bilinçten saklanan bilgilerin yaşadığı yerdir.

Bilinçdışı ve Bilinç beraber hareket etmelidir
Hem Freud’un hem de Jung’un bir parçası olduğu psikanalitik kavrayışa göre zihinsel ve hatta fizyolojik sağlık adına, bilinçdışı ve bilinç ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olmalı ve böylece beraber hareket etmelidir. Bu bağ koparsa veya çözülürlerse, psikolojik rahatsızlığa sebep olur. Jung’un kavrayışının Freud’dan ayrıştığı nokta ise “kolektif bilinçdışı” kavramıdır.


Jung’a göre bilinçdışı Freud’un dediği gibi sadece bireysel değildir, aynı zamanda toplumsaldır.
Bu kolektif bilinçdışının içinde kalıtsal içgüdülerin yanı sıra çeşitli arketipler bulunur. Arketipler arkaik veya ilkel tiplemelerdir, en eski zamanlardan beri var olan evrensel imgelerdir. Jung’a göre insanın gerçek benliğini keşfedebilmesi için kolektif bilinçdışında bir maceraya çıkması, buradaki arketipleri tanıması ve bilince taşıması gerekmektedir. Bu maceranın ilk adımı ise Gölge arketipi ile tanışmaktır.

Gölge arketipi
Gölge arketipi bireyin kendi kişiliğinin kötü, negatif, istenmeyen, reddedilen veya korkulan yönlerini temsil eder. Gölgenin birçok ismi vardır: reddedilen benlik, alt benlik, kötü ikiz, bastırılmış benlik, “alter ego”...

Kendi karanlık tarafımızla yüz yüze geldiğimizde şeytanla güreşmek, yeraltına iniş, ruhun karanlık gecesi, orta yaş krizi gibi metaforlar kullanırız. Bunlar Gölgemizle karşılaşmamızı tanımlamak için kullandığımız metaforlardır. Bir kişi Gölgesiyle karşılaştığında, kendinde reddettiği yönlerinin ve dürtülerin farkına varır. Çoğu zaman bundan utanır çünkü çoğu insan bencillik, tembellik, özensizlik, korkaklık, açgözlülük gibi “kötü” özellikleri kendine yakıştıramaz. Gelişimsel bir noktadan bakarsak Gölge, toplumsal beklentilere uyma eğilimimizle de alakalıdır. Örneğin çocukluğumuzda ebeveynlerimizde veya öğretmenlerimizde korku veya kaygı uyandıran kişilik özelliklerimiz, onların bizi cezalandırmasına veya eleştirmesine neden olur. Biz de bu “kötü” özellikleri ifade etmemek için bilinçdışımıza bastırırız. Böylece bilinçdışımızda, tüm istenmeyen özelliklerimizin içinde toplandığı bir Gölge oluşur. Fakat bu bastırış, bizi güçlü ve sağlıklı yapma potansiyeline sahip olan kişilik özelliklerini ve dürtüleri de bastırmamıza neden olur.


Gölge figürü ile filmlerde, edebiyatta ve mitolojide sıklıkla karşılaşırız. “Dr. Jekyll ve Bay Hyde” isimli kitapta saygın ve iyi kalpli doktor Jekyll, Bay Hyde isimli bir canavara dönüşür. Bu Gölge kişilik, benliğini ele geçirir ve hayatını mahveder. Sherlock Holmes’un azılı düşmanı Moriarty, Sherlock kadar zekidir fakat kendini dedektifliğe değil, tam zıttı, suça adamıştır. “Breaking Bad” dizisinin başlarında Walter White ılımlı, sakin, herhangi bir hırstan yoksun bir kimya öğretmenidir. Fakat dizi ilerledikçe yıllarca bastırdığı öfkesi ve hırsı “Heisenberg” kişiliğinin altında ortaya çıkar.

Gölge kavramının en sevdiğim örneği “Dövüş Kulübü” filminde gösterilmiştir. Filmde Brad Pitt’in canlandırdığı Tyler Durden karakteri, Edward Norton’un canlandırdığı ana karakterin kişiliğinin bir parçasıdır. Ana karakter hayattan bıkmış, uyurgezer, materyalist biridir. Ana karakterin kişiliğinde bastırdığı karizma, güç ve liderlik özellikleri sadece Gölgesi Tyler Durden’a dönüştüğünde ortaya çıkar. Ancak uzun bir mücadeleden sonra ana kahraman Gölge tarafıyla “uzlaşır” ve onu kendi benliğinde bütünleştirir.

Jung’un yazımın başındaki sözünü hatırlayalım, “bilinçdışı, bilince taşınana kadar hayatını yönetir ve sen ona kader dersin”. O zaman, inkâr ettiğimiz, kendimizden uzak tuttuğumuz, bastırdığımız Gölgemiz bilinçdışımızda yaşadığı sürece hayatımızı yönetecektir. “Ne yazık ki, insanın, kendini hayal ettiği veya olmak istediği kadar iyi olmadığına şüphe yoktur. Herkesin bir Gölgesi vardır ve bireyin bilincinde ne kadar az somutlaşmışsa, o kadar karanlık ve yoğun olur. Gölge, en iyi niyetli davranışlarımızı bile bozguna uğratan bilinçdışı bir engel oluşturur.” Peki, bilince taşınmamış Gölge hayatımızı nasıl etkiler?

Gölge, içgüdüsel ve mantık dışı olduğu için insanın kendinde kabul edemediği eksiklikleri dışarıya, başkalarına yansıtır. Reddedilen “kötü” özellikleri kendimizde göremeyiz ama başkalarında rahatlıkla fark edebiliriz. Yansıtmalarımız başkalarını algılayışımızı etkiler, çevremize hatalı bir şekilde bakmamıza sebep olur. Örneğin, eğer çevremizdeki herkesin bencil olduğunu düşünüyorsak, bu bilincimizden uzaklaştırdığımız, kabullenemediğimiz kendi bencilliğimizin bir yansıması olabilir. Her şeyden önce kendi bencilliğimizi kabul etmezsek, yani Gölgemizle tanışmazsak tüm dünya bizim için tehlikeli olacaktır.

Jung’a göre, Gölge, bir kişinin eylemlerini tamamen ele geçirir, kendini dürtüsel veya kasıtsız eylemlerde belli eder. Düşünmeye vakit bulamadan insanın ağzından kötü bir söz çıkar, yanlış bir karar verir ve asla bilinçli olarak istemeyeceği sonuçlarla karşı karşıya kalır. Jung’a göre, “Gölgesinin etkisinde kalan biri her zaman kendini engeller ve kendi tuzağına düşer, kendi seviyesinin altında yaşar.” Gölgemiz bilincimizin dışında hareket ettiğinde hayatımızı darmadağın edebilir. Çünkü zihnimizdeki bastırılmış içerikler hiçbir zaman kaybolmaz, sadece bilincimizin dışında hareket ederler. Bilince taşınmamış Gölge, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız üzerinde kontrol uygulayarak varlığımızı ele geçirme gücüne sahiptir. Gölgemiz tarafından yönetildiğimizde, zor zamanlara sürüklenebiliriz ve bunun kötü şanstan veya kaderden dolayı olmadığını, kendi kendimize yarattığımız bir durum olduğunu fark edemeyiz.

O zaman görünen tek çare, Gölgemizle tanışmak, onu benimsemektir. Kendimizi keşfimizin ilk adımı sevmediğimiz, korktuğumuz, reddettiğimiz özelliklerimizle hesaplaşma cesaretini göstermemizdir. Jung’a göre Gölge, benliğimizin yaşayan bir parçasıdır ve yaşamaya da devam etmek ister. Mantık yoluyla onu yok etmek veya zararsız hale getirmek işe yaramaz. Yani tüm arketiplerde olduğu gibi Gölgeyi de sadece mantık ve akılla benimsemek imkansızdır. Arketipler kendilerini rüyalardaki semboller ve mitolojik motifler ile gösterir. Jung, bu sebeple arketiplerin araştırılmasında rüya analizlerini, sanatı ve terapi odasındaki diyalogu kullanmıştır.

Görevimiz mükemmel olmak değil, benliğimizde bütün olmaktır
Hedefimiz Gölgemizdeki özellikleri benliğimizin “kötü” yönleri olarak değil, varlığımızın gerekli ve hayati parçaları olarak kabul etmek olmalıdır. Yani hayattaki görevimizin, mükemmel olmak olmadığını, bütün olmak olduğunu anlamak önemlidir. Bu bütünlük hem iyiyi hem de kötüyü, hem ışığı hem de karanlığı içerdiğinden, benliğimizde bütünlüğün elde edilmesi için Gölgemizi bilincimize katmamız gerekir.

Yazımı Jung’un şu sözleriyle bitirmek istiyorum, “Gölgemizin dostumuz mu düşmanımız mı olacağı büyük ölçüde kendimize bağlıdır. Aslında Gölge, durum ne olursa olsun bazen teslim olarak, bazen direnerek bazen de sevgi vererek geçinmek zorunda olduğumuz herhangi biri gibidir. Gölge, yalnızca görmezden gelindiğinde veya yanlış anlaşıldığında düşman olur.”