Haber resmi: Paul Gauguin. Işık halkası ve yılanla çizilmiş otoportresi (1898)

Paul Gauguin (1848-1903)
Ocak 1882’de Paris Borsası yüzyılın en büyük ekonomik kriziyle çakıldı. Hisse senetlerinin %80 düştüğü ve pek çok borsa şirketinin iflas ettiği hafta Paul Gauguin’i çalıştığı bankadan çıkardılar.
Gauguin evine döndüğünde kararını vermişti; ona endişeyle bakan karısına, artık asla borsacılık ya da bankacılık yapmayacağını, sadece sevdiği işleri yapacağını söyledi. Uzun zamandır keyif için zaten yaptığı gibi, resim yapacak, sanat eserleri alıp satacaktı.


1882 yılından önce Gauguin’in fırçasından resmedilmiş Madam Mette Gauguin

Aslında Paul Gauguin daha önceleri iyi bir borsacıydı. Bankada çok iyi para kazanıyordu. Zengin ve güngörmüş bir aileden gelen Danimarkalı eşi Mette Gauguin ve dört çocuğuyla Paris’in en gözde semtinde lüks bir hayat sürmekte, pahalı sanat eserleri toplamaktaydı. Karısının, öğrenince yakınıp durduğu, ancak çocuklarının hatırına katlandığı ufak tefek aşk kaçamakları bile yapabiliyordu.
Ama o günden sonra Gauguin evindeki stüdyosuna kapandı ve bir süre hiç kimsenin para verip satın almadığı resimler yapmaya başladı. Aile önce birikimlerini yedi, sonra evdeki sanat eserlerini bir bir satarak geçinmeye çalıştılar. Ama öyle bir gün geldi ki, sefalet kendisini göstermeye başladı. Mette Gauguin kocasına bankaya dönmesi için ısrar etmeye başladı ve ikna edemeyince de dört çocuğunu yanına alıp Kopenhag’daki ailesinin yanına gitti.

Öykü burada bitmiyor…
Hepinize tanıdık ve olağan geldiğini tahmin ettiğim bu öykü burada bitmiyor. Ressam Paul Gauguin’in bilinen yaşamı bankacılık ve başarılı aile reisliğini elinin tersiyle itmesinden sonra başladı. Çünkü Gauguin eski düzenlerine dönebilmeleri için hiç çaba sarf etmedi. Vicdanı çok rahat olmasa da başka planları vardı. Günlüğünde şu satırları görebiliyoruz;
“İnsanın her şeyi çocukları ve ailesi için kurban etmesi doğru mu? İnsanları dehadan mahrum bırakmak yanlış olmaz mıydı? Ben çocuğum için kendimi feda etsem, o da yetişkin olduğunda kendini çocuğu için feda edecek. Yaşamda sadece fedakârlıklar olacak, ve aptallıklarla dolu bu boş yaşamlar ilelebet sürecek.”

Gauguin sadece ve sadece resim yapmak istiyordu ve kendisinin bu isteğini yerine getirebilmek için pek az şeye ihtiyacı olduğunu biliyordu. O yıllarda yapmış olduğu yukarıdaki resim belki de bunu anlatmak istiyor.
Resim sanatı açısından bakacak olursak; yukarıdaki satırları yazan Gauguin gerçekten bir dâhiydi. Evet; onu büyük bir usta yapanın, onu bütün yaşamı boyunca yiyip bitiren tatminsizliği ve acıları olduğu söylenebilir. Dört çocuğunu ve eşini yüzüstü bırakmış olmanın ruhunda yaratmış olduğu yıkıntı -ki devamlı yazdığı mektuplarında bunu görebiliyoruz- belki de onu olağanüstü üretken yapmıştı. Yaşamının hiçbir döneminde resim dersi almamış olmasına rağmen o güne kadar pek az sanatçının yapabildiği şekilde duygularını renklerle yansıtabilmiş, doğada gördüğü çiçekleri, ağaçları, kuşları, hayvanları sembolik anlamda kullanabilmiş, resimlerinde kadınları doğal halleriyle en güzel görebilmiş / gösterebilmiş, modern resimde post-empresyonizmin kurucu büyük ustası olmuştu. Bütün bunların bedelini de kimine göre ailesinin ve kendisinin yaşamlarındaki huzurla ödemişti.

Yukarıda 1888 yılında yapmış olduğu “Sefiller” isimli otoportresinde Gauguin kendini aynı isimli romanın kahramanı Jean Valjean’a benzetmiştir. Jean Valjean da işlemiş olduğu bir günahın ağırlığını bütün roman boyunca çekmişti.

“Ben görebilmek için gözlerimi kapatırım”
1891’de önce eşine yazdığı bir mektupta şöyle yazmıştı; “Bana ihtiyacınızın olduğunun farkındayım ama ben artık kendime ait değilim, hayallerim ve sanatım beni çağırıyor” ve sonra da beş parasız Tahiti’ye gitti.
Bir anlamda, sonraki yıllarda sanatıyla ilgili olarak söylemiş olduğu kült sözün gereğini yapmıştı denilebilir: “Ben görebilmek için gözlerimi kapatırım.” Gerçekten de Gauguin Tahiti’ye giderek sanatının onu nereye sürükleyeceğini görebilmek için ailesine ve modern ve kolay yaşama gözlerini kapamıştı.

Yukarıda resmi görünen tahta oyma bugün Paris’te Musée d’Orsay’ın salonlarında duruyor. İsmi üstünde yazılı; “Soyez mysterieuses” (Gizemli ol!)
Eleştirmenler bu eserin sanatçının artık uygarlığın gereklerinden bıkışını simgelediğini düşünüyor. Nitekim en önlü sözlerinden biri de “Uygarlık insanı onulmaz bir biçimde hasta eder”dir.

“Tehura ile birlikte mumyalanmak istiyorum!”
Gauguin Tahiti’de yaşamındaki -karısından sonra- en önemli ikinci kadın olan Tehura ile karşılaştı. Resmini çizmek için bir model ararken 13 yaşında çok güzel bir yerli kızla karşılaştı ve orada çok olağan olduğu şekliyle kızı ailesinden satın aldı. “Tehura” yerli dilinde “güç veren” demekti. Kız gerçekten de Gauguin’e güç-ilham vermişti. Kızın onlarca resmini yaptı ve onunla birlikte satın aldığı 3 kız arasından ona farklı bir bağlanma hissetti. Bir yıl içerisinde de kendisinden 30 yaş küçük Tehura ile evlendi. Aynı günlükte, o dönemle ilgili olarak şunlar da yazıyor;
“Mutluluk evimde yaşıyor. Her sabah güneşle birlikte parıldayarak doğuyor; Tehura’nın yüzünün altın rengi evi neşe ve ışıkla dolduruyor... Tehura bana kendini sevgi dolu ve uysal bir şekilde verdi. Onunla birlikte mumyalanmak istiyorum!”
Gauguin’in ilham perisi Tehura hiçbir eğitim almamış, başlarda Gauguin’le aynı dili bile konuşamayan, onun yapmak istediklerini, sanatını, düşüncelerini, fikirlerini kavraması olanaksız, çok farklı neredeyse ilkel diyebileceğim bir kültürde yetişmiş saf küçük bir kızdı. Ama birlikte oldukları yıllar boyunca Gauguin’e -isminin gereği gibi- güç ve ilham verdi. Tahiti’de, Tehura’nın yanı başında, Gauguin sanatında özgün, özgür, etkileyici ve çok verimli oldu.


Yukarıda, meşhur Tehura isimli resminin bir bölümünü görmektesiniz. Gauguin Tahiti’deki Tehura gibi kadınların resimlerinde, yerli kadınların çekiciliklerini hissettirmiş ve onların basit, ama ulaşılmaz derin doğalarını yansıtmıştır.

Gauguin, resimlerinde izleyicinin gözlerini belli noktalara yoğunlaştırabilmeyi becerdi. Renkleri ve sembolizmayı ustaca kullanarak derin düşünceleri tetikleyebildi. O günlerde yaptığı en önemli eserlerinden biri “Nereden geliyoruz, neyiz ve nereye gidiyoruz” isimli resimdir.

“Nereden geliyoruz, neyiz ve nereye gidiyoruz” isimli resmi

Resmin sol tarafında yaşamın ilk evresi olan “Çocukluk” görülmektedir. Sağ tarafta da yalnız yaşlı kadın ile “Yaşlılık” simgelenmektedir. Yaşlı kadın boyun eğmiş ve yaşamın döngüsüyle uzlaşmış bir görünüm vermektedir. Beyaz kuş ile “Ölüm” hatırlatılmaktadır. Bundan başka resmin her yerindeki figürler pek çok insan davranışını, yaşam evresini düşündürür.

----------

Gauguin bir süre sonra Paris’e gitti ve sonra tekrar Tahiti’ye hasta ve güçsüz olarak geri döndü. Geçen kısa zaman içerisinde, Tehura başka biriyle evlenmişti. Çok kısa bir süre daha birlikte yaşadılar ama sonra birbirlerinden koptular. 1903 yılında 54 yaşında Fransız Polinezyasında -muhtemelen frengiden- öldüğünde yoksul, güçsüz ama yaşamda yapmak istediklerini gerçekleştirebilmiş bir adamdı.
Ölmeden önce şunu demişti;
“Yaşam çok kısadır. Ama yine de büyük işler başarmak için yeterli zaman vardır.”

Sevgili okuyucu,
Yargılamak çok kolay. Ama hakkımız var mı? Ve de akıllıca mı?
Kim, Gauguin’e “iyi” ya da “kötü” gibi sıfatlar yükleyebilme hakkını kendisinde görebilir ki?
Bu sorunun yanıtını bizzat kendisi bile verememiş zaten, şunları söylemiş;
“Hiç kimse iyi değildir; hiç kimse kötü de değildir; ama herkes her ikisidir.”

Yazının en başında 1898’de kendini iyiliğin simgesi olan hale ve kötülüğün simgesi olan yılanla çizdiği oto portresini hatırlatırım…