Haber resmi: Napolyon'un Taç Giyme Töreni, ressam Jacques-Luis David

1795 yılının başında Eugène Rose de Beauharnais adında genç bir adam, devrime bağlı önemli bir general olan Napolyon Bonapart’ın yanına giderek haksız yere giyotinle öldürüldüğüne inandığı babasının kılıcının kendisine verilmesini rica etti. Konu ile ilgilenen Napolyon, delikanlının ailesiyle tanışmak istedi ve anne Rose Josephine de Beauharnais ile tanıştırıldığında bir anda yıldırım çarpmışa döndü ve tarihin en büyük aşklarından biri başladı. Napolyon’dan 6 yaş büyük olan Rose, kocasının ölümünden o güne kadar, kendisine yaklaşan aşıklar sayesinde sosyal basamakları adım adım çıkmakta olan çok güzel ve akıllı bir kadındı ve Napolyon’daki potansiyeli hemen fark etti. 1795 bitmeden önce generalin metresi olmuştu bile. Ocak ayında, Napolyon aşktan sarhoş olmuş bir şekilde Josephine’e (Napolyon artık genç kadının öyle çağrılmasını istiyordu) evlenme teklif etti, mart ayının başında evlendiler. Evlilik belgesine göre ikisi de yaşıttı. Gerçekteyse Josephine kendini dört yaş küçük yazdırmıştı, Napolyon da iki yaş büyüyüvermişti.

Napolyon’un aşkının ateşi, ölümüne kadar dinmedi. Başlarda eşinin bir dediğini iki etmiyor, görevli olarak Paris’ten uzaklaştığında her gün ona en az bir mektup yazıyordu. Josephine’in gül merakını bildiğinden, eşine sürekli vermek için Fransız savaş gemilerinin uğradıkları her limandan farklı cinsten gül getirmelerini emretmişti.

Ancak tarihî kayıtlar bize; Napolyon Paris dışındayken Josephine’in fırsat buldukça genç ve yakışıklı aşıklarla gönül eğlendirdiğini ve onu takip ettiren Napolyon’u çileden çıkardığını da fısıldıyor.

Ama tabi bunlar, Napolyon döneminde su üstüne çıkmayan pek çok şey gibi, fısıltı gazetelerinin söyledikleri...



“Görkemli” Taç Giyme töreni
Napolyon bir yandan da sürekli rakiplerini, ve kendisini kifayetsiz taşralı bir subay olarak görenleri bertaraf ediyor, ilerliyordu. 1804 yılında gücünün doruğunda kendisini İmparator ilan etti ve 2 Aralık 1804 tarihinde, Notre Dame Katedralinde, bu yazının konusu olan görkemli bir taç giyme töreni düzenlendi. Katedral harap bir haldeydi. Uzun kadife perdeler, uydurma mermer motifli kartonlar, taşınan eşyalar vs. ile süslendi, seyirciler için sıralar kondu. Papa Pius VII ve Fransa’nın en ileri gelenleri Paris’e çağrıldılar ve dakika dakika planlanmış dev bir gösteri yapıldı.

Plan gereği, Napolyon ve Josephine törene belirtilen saatten bir saat sonra geldiler. Kışın ortasında eski yapıyı ısıtmak kimsenin aklına gelmemişti. Papa oldukça üşüdü. Gösteriler ve konuşmalar başladı ve beş saat sürdü. Napolyon bile durmadan esnedi durdu. Dişleri takırdayan izleyiciler zaman zaman perdelerin arasına geçerek soğuktan dolup dolup duran sidik torbalarını boşaltmaya başladılar.

Törenin sonunda, Napolyon bütün beklentilerin aksine hareket ederek tacı kendi başına kendisi taktı. Bu şekilde Papa sadece bir figüran durumuna düşürülmüştü. Sonra da Josephine’e imparatoriçelik tacını giydirdi. Napolyon’un annesi Maria Letizia Ramolino hiç haz etmediği gelinine bu onurun bağışlanacağını öğrenmişti ve bu durumu sindiremediğinden, törene Napolyon’un kardeşleriyle birlikte katılmamıştı. Josephine’in dişleri çürük içinde olduğundan, ağzını sürekli kapalı tutmaya gayret ederdi. O taç giyme esnasında da ağzı kapalı gülümsemeye çalışması yüzünden, yüzünde garip bir ifade belirdi ve bu, izleyenler esnasında konu oldu.


Ve tablolar…
Törenden sonra Napolyon, dönemin büyük ressamı Jacques-Luis David’i çağırarak, o töreni ölümsüzleştirmek için birbirinin aynı iki adet büyük tablo yapmasını emretti. David, fırsattan istifade her bir tablo için 100.000 Frank* istedi. Tablolar, 1805-1807 yılları arasında yapıldılar. Tablolar son derece detaylı olarak, sürekli Napolyon ile değerlendirilerek resmedildi. Napolyon kısa boylu idi ama resimlerde heybetli bir adammış gibi tam merkezde çizildi. Duruşu, kararlı etkileyici büyük bir lider izlenimi vermektedir. Sanatçı kompozisyonu ve ışığı o şekilde düzenlemişti ki, tabloları izleyenler otomatikman Napolyon’u görüyorlardı. Papa ise gerçekte iri yarı bir adamdı ama resimlerde ufak tefek çizilmişti. Kullanılan renkler, resmedilen süsler, apoletler, kürkler, brokar kumaşlar, pelerinler göz alıcıydı. Töreni izleyenler de dönemin en önemli tanınmış şahsiyetleriydiler. Dönemin ileri gelenleri törende hazır bulunup bulunmadıklarına bakılmadan resme konulmuştu.

Tabi, geçen iki senede törenin aslında, bu kişiler ve eşyalar var mıydı, yok muydu kimse hatırlamıyordu ya da hatırlamamak tercih ediliyordu. Bu arada, resmin bir yerinde, o yıllarda Paris’te Osmanlı İmparatorluğunun büyükelçisi olan Halet Efendi de görülmektedir.

Bu tablolarda, resimlerinin bulunmasını isteyen dönemin soyluları, sanatçıya el altından büyük paralar vaat ettiler. Bu şekilde, o gün o törende bulunmayan pek çok kişinin yüzleri de izleyici sıralarında ve localarda resmedildi.

Ama asıl gülünçlük şurada ki, törende bulunmayan Napolyon’un annesi, resimlerde tahtta başköşeye konulmuştu. Yine o gün gelmeyen kardeşleri de tablolarda çok önemli noktalarda resmedilmişlerdi. Napolyon’un kız kardeşleri, Josephine’in pelerinini tutmaktaydılar. Anlaşılan, geçen iki yılda Napolyon annesiyle sıkı pazarlık etmişti. Sonunda ona, “D’altesse Impériale et de Madame Mére” (İmparatorluk Yüksek Üyesi ve İmparator Annesi) unvanını vererek iznini aldığı anlaşılıyor.



Birbirinin aynı iki tablo sipariş edildiğini söylemiştik. (Günümüzde biri Louvre’da diğeri Versailles’da asılıdır.) İlginçtir, tabloların bir tanesinde (Versailles versiyonunda), Napolyon’un kız kardeşi Pauline Bonapart, çok göz alıcı pembe bir elbise giymişti. Devrin dedikodularına göre ressam David, o ikinci resmi yaparken Pauline ile bir aşk ilişkisi içindeydi ve genç kadını sevindirmek istemişti.

Yine ressam hızını alamayıp Julius Sezar’ın resmini bile bir büstünden esinlenerek izleyici biri gibi resmetmişti. Bunun parasını kimden alabilmişti bilinmiyor tabi…

“Je vous salue, David”
Sonunda, 10 metreye 6 metre boyutlarında olan dev tablolar bitti. Napolyon son şekillerini görmeye geldiğinde büyülendi ve coşkuyla bağırdı; “Que c’est grand! Que c’est beau! Quel relief ont tous ces ornements! Quelle vérité! Ce n’est pas une peinture. On vit, on marche, on parle dans ce tableau.” (Ne kadar muhteşem! Ne kadar güzel! Bütün bu süsler ne kadar da huzur verici! Ne kadar da doğru! Bu sadece bir resim değil. Hepimiz bu resimde yaşıyoruz, yürüyoruz, konuşuyoruz.)

Tablolar törenle Louvre ve Versailles saraylarının en büyük salonlarına konuldu, tören esnasında Napolyon, ressamı “Je vous salue, David” (Seni selamlıyorum David) diye haykırarak selamladı.


Tablolar bugün bile durdukları yerlerde Napolyon döneminin meşru ve görkemli olduğunu paradoksal bir biçimde hissettiriyorlar. Günümüzde birkaç tarihçi hariç hiç kimse, o tören ve tabloların, Napolyon ve ailesinin aşağılık duygusu dolu zevklerine ve hayal güçlerine göre resmedildiklerini düşünmüyor. Ancak şurasını da teslim etmek gerektir ki, Jacques-Luis David bu eserleriyle dünya sanat tarihine geçmiştir. Sanatıyla Napolyon’un yönetimini meşrulaştırmasına yardım etmiş ve imaj yaratabilmişti…

Ve sonuç…
Eski bir söze göre, otoriter iktidarlar balık gibidirler, uzayınca kokarlar. Nitekim bir müddet sonra muhalifler seslerini yükseltmeye başladılar. Napolyon önce, kendisine bir veliaht vermeyen Josephine’i 1809 yılında boşamak zorunda kaldı. Bu kararını büyük aşkına, “Bunu yapmamı benden ailem ve Fransa istiyor,” diyerek açıkladı. 1810 yılında sırf çocuğu doğsun diye Habsburg Hanedanından bir prensesle evlendi. Bir yıl sonra da yasal varisi Napolyon II doğdu. Ancak, Napolyon artık Fransa için bir zamanlar olduğu gibi bir kurtarıcıdan çok bir diktatör olmuştu. Yeni bir zafere ihtiyacı olduğu için ordusuyla Rusya’ya saldırdı ve 1812 yılında korkunç bir yenilgi aldı. Basını ve muhalifleri sansür yasalarıyla çok sert susturmaya çalıştı ve bilinen kötü sonuna doğru ilerledi.

Josephine ise çekildiği evinde 1814 yılında zatürreden öldü. Napolyon haberi aldığında odasına kapandı ve iki gün hiç çıkmadı. Sürekli kendi kendine, “Josephine’i ben gerçekten çok sevdim ama ona ne yazık ki saygı duymadım,” diye mırıldandığı söylenir. Yıllar sonra ölürken de sadece şu kelimeleri söyledi: “Fransa, Ordu, İmparatorluk, Josephine…”

Bugün bu resimleri, bulundukları yerlerde yılda yaklaşık 10 milyon turist izliyor. Tabi pek çoğu da, “Ne görkemli yıllarmış o yıllar!” diyordur.

*Not: 1805 yılında tablo başına devlet hazinesinden ödenen 100.000 Frangın bugünkü karşılığını anlayabilmek için yapay zekâya başvurdum. Bir süre hesapladı ve her bir tablonun bugünkü parayla 400.000 Euro’dan fazla olduğunu bildirdi.