2006 yılında bir sabah, Bristol şehrindeki Frogmore sokağı sakinleri uyandıklarında sokağın en büyük binası olan Zührevi Hastalıklar Polikliniği binasının duvarının üzerine çizilmiş bir “Grafiti” gördüler.
Aşağıda resmi görünen “münasebetsiz” grafitiyi, olmadık yerlere böyle resimler yapan ve kimliği bilinmeyen meşhur Banksy imzalamıştı.

“Pencereden sarkan çıplak adam”, Banksy
Belediye yetkilileri resmi silmek için ekip göndermeye karar verdiler ama görevli olarak gelen temizlikçilere mahalleli izin vermedi. Banksy’nin bu “Anlamlı” resmiyle evlerinin şenlendiğini ve sokaklarının değerlendiğini düşünüyorlardı. Oysa yasalar açıktı, belediyenin resmi silmesi gerekiyordu.
Sonunda Kent Konseyinde mini bir referandum yapıldı ve katılanların %97’sinin kararıyla grafiti yerinde kalmış oldu. Böylece o yıl, İngiltere’de ilk kez yasadışı olarak resmedilmiş bir grafiti halkoyuyla yasal hale geldi ve o günden sonra titizlikle korundu.
Ne demek?
“Grafiti”, eski Yunanca “yazmak” ve İtalyanca “karalamak” kelimelerinden türetilmiş bir kelimedir. Bilinen bir olguyu tanımlama, karikatürize etme, vurgulama amacıyla sokaklara kısa zamanda izinsiz -ya da artık izin alarak- yapılan resimler / çizimler için kullanılır. Bugün pek çok ülkede grafitiler yasadışı kabul ediliyor ancak giderek daha çok sayıda her yerde yapılıyorlar ve hatta bulundukları şehirlerde vazgeçilmez olarak nitelendirilen grafitiler bile var.
“Tanrım, beni bu ölümcül aşktan koru!”
Ekim 1979 yılında Doğu Almanya’yı, Komünist devletin yıldönümü törenleri vesilesiyle ziyaret eden Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Leonid Brejnev, karşılama töreni esnasında Doğu Alman liderini öperken fotoğraflanınca oldukça gündem olmuştu. İki “devlet adamı” o günlerde keskinleşen soğuk savaşta daha caydırıcı olabilmek için ne yapmaları gerektiğini tartışmışlardı. Anlaşılıyor ki, grafiti, kamuoyuna sızan bu görüşmeler sonucu düşünüldü ve yukarıda, başlıkta yazan ismi de o zaman tasarlandı.
Berlin duvarı yıkıldıktan sonra 1990 yılında Dmitri Vrubel isimli bir sanatçı fotoğrafı 5 metre genişliğinde bir duvara resmetti. Bugün bu grafiti Berlin şehrinin simgelerinden biri kabul ediliyor. Tıpkı 1989’da yıkılan duvar gibi şehrin tarihinin vazgeçilmez bir parçası haline geldi.
“Tanrım, beni bu ölümcül aşktan koru!”, Dmitri Vrubel
Tarihte bilinen ilk grafiti İzmir’de
Çok ilginçtir; bilinen ilk grafiti de ülkemizin sınırları içinde İzmir-Efes’te bulunmuştur. Limandan çıkan yolun üzerinde -bugün halen korunan- bir taşa işlenmiş sol ayak izi ve yanındaki kalp çiziminden oluşan grafiti, aslında şehrin genelevinin azıcık ileride yolun solunda olduğuna işaret ediyor. Ayak izinin hemen yanı başında -bugün büyük ölçüde silinmiş olan- kraliçe başı da genelevdeki kadınların kraliçe gibi güzel olduklarını fısıldıyor.
Efsaneye göre genelevin karşısında da kütüphane mevcutmuş çünkü anlaşılan Efesliler okumaya meraklıymışlar. Kütüphanenin önünde bulunan, isimleri Sofia (Bilgelik), Arete (Hayal gücü), Ennoia (Zekâ) ve Episteme (Bilgi/ustalık) olan 4 güzel kadın heykeli, kütüphanedeki ilimleri mi yoksa binanın altından gizli dehlizle geçilen genelevin vadettiklerini mi anlatıyordu bilmiyoruz. Galiba genelevin de kütüphanenin de sahipleri aynıymış. Tam anlamıyla bilemeyiz tabi…
Bildiğimiz tek şey asırlardır kalan bu işaretlerin bugün dünyanın ilk grafitisi olarak nitelendirildiği.
Görüyorsunuz değil mi grafitiler tarih boyunca ne kadar etkiliymiş.
“Kilroy” buradaydı!
Dünyadaki en ilginç grafitilerden biri de ABD Washington’da 2. Dünya Savaşı anıtında ABD devleti tarafından yapılmıştır.
Aşağıda gördüğünüz çizim ve yazı tam anıtın üzerinde durmaktadır.
“Kilroy was here”
Bu kel kafalı uzun burunlu figür -yani Kilroy- ve çizimi 2. Dünya Savaşı esnasında Amerikan askerlerince dünyanın her tarafında duvarlara çizilmişti. Tercümesi de “Kilroy buradaydı”dır.
Gerçek Kilroy, başlıca işi perçin saymak ve kontrol etmek olan bir tersane işçisiydi. Zamanla tersane yönetimi, geceleri perçinleri kontrol edip sayan Kilroy’un saydığı perçinlerin, gündüz vardiyasındaki işçilerce bir kez daha sayıldığını fark edip, Kilroy’a saydığı perçinlerin yanına tebeşirle bir işaret koymasını tembih etmişlerdi. Kilroy da bu sevimli çizimi yapmaya başlamıştı.
Daha sonra Amerikan askerleri düşmandan kurtardıkları her yere bu figürü çizdiler. Bu grafiti 2. Dünya Savaşında savaşanları simgeledi ve 1960’lara kadar Amerikalıların savaşta gittiği her yerde görüldü.
Resmî makamların ısmarladığı grafitiler bile var
2000’li yılların başından itibaren kimi yerel yöneticiler grafitilerin her zaman vandalizm olarak nitelendirilemeyeceğini, hatta kentlere kimlik kazandırabileceklerini fark ettiler ve sanatçıları özendirdiler ve desteklediler.
2016 yılında Melbourne Belediyesi, eserlerini Smug diye imzalayan Sam Bates isimli çok yetenekli bir sanatçıya birkaç tane yer gösterdi ve kendisinden dilediği bir şeyi resmetmesini istedi. Smug da çok sevdiği ve yaşlanmış olan büyük anne ve büyük babasının resimlerini şehrin iş merkezindeki bir duvara yalnızca püskürtme boya ile fotoğraf netliğinde resmetti. Merak ediyorum büyük anne ve babası resmi gördüğünde ne düşünmüşlerdir?
Smug’ın büyük anne ve babası
2016 Olimpiyatlarının yapıldığı Rio şehrinin belediyesi ise açılışa yetiştirmek üzere Kobra ismiyle anılan bir grafiti sanatçısına dev bir resim sipariş etti. Grafiti, olimpiyatların ruhunu yansıtmalıydı. Kobra aylarca çalışarak beş kıtayı ve değişik ırktan insanları olimpiyat ambleminin üzerine rengarenk bütün bir sokak boyunca çizdi. Bugün insanların kardeşliğini simgeleyen bu grafiti Rio’nun simgelerinden sayılıyor.
Eduardo Kobra’nın 2016 Olimpiyatları için yaptığı çizim
2015 yılında da Paris’te eşzamanlı kanlı terörist saldırılar gerçekleşince bu kez kent konseyi ABD’li sanatçı Shephard Fairey’den bu saldırılar anısına bir grafiti istedi. Fairey Fransa’nın simgesi olan Marianne isimli kadını bir kat otoparkı duvarına aşağıdaki gibi resmetti. Fransız bayrağı renklerine ve gözyaşı damlasına dikkatinizi çekmek isterim.
“Liberté, Égalité, Fraternité”, Shephard Fairey
Grafiti özünde özgürdür
Tabi her zaman grafiti sanatçıları yetkililerce yönlendirilemiyorlar. Bu sanatın özünde büyük ölçüde başkaldırı ve eleştiri var.
2011 yılında büyük ekonomik bunalım yaşayan Yunanistan’da Pavlos Tsakonas isimli bir sanatçı Atina’nın merkezine çok kısa bir sürede bir grafiti yaptı. Atinalılar kent yönetiminin grafitiyi silmesine izin vermediler.
Sanatçı galiba Albrecht Dürer’in “yakaran eller” tablosunu baş aşağı çizerek ülke ekonomisinin Allah’a kaldığını vurgulamıştı. Ya da daha kötüsü Allah’ın bile Yunanlılar için ümit görmediğini ve dua etmekte olduğunu ima etmiş de olabilir.
Pavlos Tsakonas’ın “Tarihe not düşen elleri”
Aynı yıl meşhur Banksy de tüketim çılgınlığının sonucu olarak gördüğü ekonomik bunalımı işledi ve oldukça anlamlı bir grafitiyi Londra’nın en pahalı ve gözde alışveriş merkezinin duvarına resmetti.
Banksy’nin “Alışverişe kadar devam et” adlı eseri, tüketim toplumuna ve materyalizme güçlü bir eleştiri getiriyor
“Hush!”
Bu yazıyı yazarken grafitilerin dünyasında kayboldum. Ama yazıyı da çok uzatamazdım, en beğendiklerimi paylaşmam gerekiyordu. Size yukarıdakileri seçtim ancak bir tane daha grafiti var ki, beni çok etkiledi. Seçilen resim sanki dünyanın pek çok yerinde insanların birbirlerine fısıldadığı uyarıyı gözümüzün içine sokuyor.
Jef Aerosol diye anılan Jean-François Perroy isimli sanatçı Paris’in en önemli meydanlarından birine “Hush!” (Sus!) adını verdiği aşağıdaki grafitiyi yapmış.
“Hush!”, Jean-François Perroy
Ne diyelim? Paris’te bile artık susmak gerekiyorsa, yanmışız.
Anlaşılan yazmayı bırakıp elimize fırça almanın zamanı geldi…