Edebiyatımızın ulu çınarı Yaşar Kemal, “Hayat, umutsuzluktan umut yaratmaktır” demiş… Şalom Dergi Genel Yayın Yönetmeni Suzan Nana Tarablus’un son kitabı “Umudun Kanatlarında”, esasen bir “umutsuzluktan umut yaratma” öyküsü. Simone Toledo İshaki’nin aile öyküsünü konu alan kitap, 1900’lü yılların başlarından günümüze, Lombrozo, Toledo ve İshaki aile üyelerinin yaşamlarının dönüm noktalarını; savaşlarla, göçlerle savrulan hayatları, okurun kalbine yer eden dokunaklı anekdotlarla aktarıyor.
Lombrozo ailesinin yedi çocuğunun kimisi Türkiye’de kalırken, geriye kalanlar Fransa, İspanya ve İsrail’i tercih ediyor. Her bir karar, farklı bir kader… Daha müreffeh bir yaşam umuduyla yeni ufuklara yelken açan kimi aile üyesi, yeni yuvasında bolluk, bereket ve huzur bulurken, bir diğerinin güzel başlayan yaşam öyküsü, Nazi mezalimi ve ardı sıra gelen darbelerle kâbusa dönüşüyor. Biricik hayat arkadaşı İsrael Toledo’yu, güvenilir olduğu iddia edilen bir “pasör” (Fransızca “passeur”; insan kaçakçısı) eşliğinde çıkacağı tehlikeli yolculuğa uğurlayan Fortüne Lombrozo Toledo’nun endişesini kalbimde hissediyorum. Acaba Bay Toledo, Pireneleri aşıp İspanya’daki akrabalarına ulaşabilecek ve eşinin kendisine verdiği küpenin tekini pasör’le Fransa’ya geri göndererek, “Vardım; güvendeyim” mesajını iletebilecek mi? Josef (Jo) Lombrozo’nun, balık istifi gibi doldurulmuş yük vagonunda Drancy Kampı’na doğru yol alırken, güçlükle yazarak bir şişenin içine koyup trenden yakınlardaki tarlaya fırlattığı mektup, vicdan sahibi birileri tarafından bulunacak mı? Bulan kişi, bu imdat çağrısını belirtilen adrese, geç de olsa ulaştırabilecek mi?
Kitabın başkahramanlarının, Simone ve annesi Fortüne’nin, yaşamın önlerine çıkardığı zorlu sınavlar karşısındaki duruşlarına hayranlık duydum. Okur olarak, kahramanların katlandıkları güçlükler karşısında kendi kendime, “keşke gerçek değil de kurmaca olsaydı” diye düşünmeden edememiş olsam da, “Umudun Kanatlarında” her şeyiyle gerçek bir yaşam öyküsü… Suzan Nana Tarablus ile kitabın yazım sürecini konuştuk.
Suzan Nana Tarablus, “Umudun Kanatlarında” adlı son kitabı ile (Foto: Sebla Selin OK)
Sevgili Nana, “Umudun Kanatlarında” adlı son kitabına konu olan, Simone Toledo İshaki’nin mücadelelerle dolu yaşam yolculuğu, ilham verici… Bu öykü ne şekilde gündemine geldi? Kaleme alma kararın nasıl oluştu?
Miryam Friedman’ın yaşam hikâyesini konu alan “Anlatmak İçin Yaşadım” kitabımı henüz bitirmiştim ki, Simone’un oğlu İzzet İshaki beni aradı. “Annemin müthiş bir hikâyesi var, lütfen dinler misiniz? Annemin anlatısının gelecek nesillere ulaşmasını çok isterim,” dedi. Konuşmamız esnasında İzzet’in beni derinden etkileyen sözü de “Annem kurban iken, kahraman oldu!” idi.
“Düşüneceğim…” dedim. Tesadüflere inanmadığım için, bu konuyu ele almaya karar vermeden önce Simone’u dinleyecektim: Bir dinledim, pir dinledim.
…Ve karşınızda şimdi de son kitabım “Umudun Kanatlarında”.
Kitabında, Lombrozo, Toledo ve İshaki aile üyelerinin yaşamlarını derinden etkileyen siyasi olaylara, savaşlara, göçlere yer verdin. Kitabı nasıl bir araştırma süreci sonucunda yazdın?
Simone’un aile bireylerinin neredeyse her biri kendi dönemlerini derinden etkileyen siyasi olaylara, göçlere, savaşlara, Holokost’a, kayıplara maruz kaldı. Onlarınkisi adeta 20. yüzyıl travmalarının bir özeti; belki de tüm zamanlarda, tüm insanlığın özeti…
Bir biyografide, bir dönem tanıklığında kanımca en önemli unsur, anlatıyı ait olduğu mekân, zaman ve tarihsel bağlamda yansıtmak. Hatta çevre ve dünya gelişmelerinden ayrıntılar dahil edilirse hikâye dimdik ayakta durduğu gibi, okuyucu açısından daha açıklayıcı olur inancındayım. Araştırma ve yazma dönemlerinde, olayları ve karakterleri eşleştirirken, farklı bakış açıları kazandığımı itiraf etmeliyim.
Benim için bir ilham kaynağı olan gerçek yaşam öykülerinin ayrıntılarına inmek, titiz bir araştırma ve düzenli bir yazım süreci gerektiriyor. Bu çalışmam yaklaşık iki sene kadar zaman aldı.
Dönemin tarihini tekrar tekrar araştırmanın yanı sıra, Simone ve ailesiyle duygudaşlık kurabilmek için dönem filmleri izledim. Yazar olarak büyük bir merakla başka hayatlar dinliyorum; onların duygularını, motivasyonlarını ve bakış açılarını anlamaya çalışırken, empati kapasitem derinlik kazanıyor; farklı yaşam deneyimlerini kazanç haneme yazıyorum. Geçmişte yaşanan olayları ve kültürel değerleri derinlemesine araştırıyorum. Bu sayede daha gerçekçi bir tarih bilgisi ediniyorum ve dönemsel bağlamla kişisel öyküleri iç içe geçirerek, tarihin tozuna insan sıcağını eklemeye çalışıyorum.
Lolita Nahmias Haleva ve Suzan Nana Tarablus (Foto: Sebla Selin OK)
Fransa’da dünyaya gelmiş olan Simone’un anne ve babası Hasköy doğumlu. Eğer II. Dünya Savaşı planlarını altüst etmeseydi, Toledo çiftinin Fransa’nın hazır giyim sektöründe bir ticari başarı öyküsüne imza atması muhtemeldi. Karı kocanın, modanın merkezi Fransa’ya hızla uyum sağlamalarında, dünyaya gözlerini açtıkları, senin de “Çek Kayıkçı Balat’a!” kitabında vurguladığın, Hasköy’ün çok kültürlü ve kozmopolit ortamının da payı var diye düşünebilir miyiz?
“Çek Kayıkçı Balat’a” kitabımdan bir alıntıyla yanıtlayabilirim:
“Avraham Camondo’nun ilk laik eğitim kurumu ‘Escuela’yı Hasköy’de açtığını, aynı doğrultuda Yahudi toplumunun aydınlanma sürecinin mihenk taşı olan Alliance Israélite Universelle’in de İstanbul’da (Keçeci Piri Mahallesi, Hasköy Mektebi Sokak’ta 1875 yılında inşa edildi), kapılarını ilk kez Hasköylü çocuklar için açtığını, daha sonralarında bu eğitim yuvasının Ruhban Okulu’na dönüştürüldüğünü düşündüğümüzde, ecdadımın yadigârı hafıza mekânım olan Hasköy’e” verilen paye az bile.
Ecdadım… Babam ve ataları Hasköylü. Onlar Alliance’ın Batılı eğitimiyle birer dünya insanı olarak yaşadılar. Aynen Lombrozolar, Toledolar gibi… Şayet II. Dünya Savaşı, planlarını altüst etmeseydi, Toledo çiftinin Fransa’nın hazır giyim sektöründe önemli bir ticari başarı öyküsüne imza atması kanımca kuvvetle muhtemeldi. Karı kocanın, modanın merkezi Fransa’ya hızla uyum sağlamalarında, dünyaya gözlerini açtıkları Hasköy’ün çok kültürlü ve kozmopolit ortamının elbette büyük payı var. Büyük anneler-büyükbabalar, anneler-babalar… Temellerimiz… Bizi şekillendirenler onlar değil mi?
Simone, hayatta sayısız güçlükle karşılaşmış ve tabiri uygunsa tekrar tekrar küllerinden doğmuş bir kadının, Fortüne Lombrozo Toledo’nun kızı… Her ikisinin de yaşamın önlerine çıkardığı zorlu sınavlar karşısında gösterdikleri metanet ve maharet hayranlık uyandırıyor. Simone için, “güçlü annenin güçlü kızı” ifadesinin vücut bulmuş hali diyebilir miyiz?
Simone da annesi Fortüne gibi küllerinden doğan bir Anka kuşu… Farklı sınavları oldu: Fortüne yaşamının her anında, dik duruşuyla kızına örnek bir anneydi. Simone da annesi gibi yılmadı, direndi; yıkılmadığı gibi hep başarıya koştu…
Kitabımdaki Fortüne ve kızı Simone gibi insanların zorlukları aşma, başarıya ulaşma veya kendilerini bulma çabaları, herkesin kendinden bir parça bulabileceği hikâyeler. Onların değerleri, hayat görüşleri ve deneyimleri bana da kendi hayatım üzerine düşünme fırsatı sundu.
Simone yaşam öyküsünü, en zor sınavlarını sakince anlatırken, yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmedi. Evet, evet, Simone için, “güçlü annenin güçlü kızı” ifadesinin vücut bulmuş hali diyebiliriz.
Babaannenin öyküleriyle büyüdün; bu öyküler, Pamuk Prenses ve Yedi Yüceler, Hansel ve Gretel veya Kırmızı Başlıklı Kız değildi. Sana 15. yüzyılda İspanya’dan kovuluşumuzu, Osmanlı kadırgalarına binişimizi, capcanlı, bizzat kendisi yaşamış gibi anlattı. Senin torunların babaannelerinden hangi öyküleri dinlemeyi seviyorlar?
Şimdilik henüz küçük olduklarından torunlarıma genelde “yaşamım”la ilgili, onların ilginç bulacakları kısa anılarımı anekdotlar şeklinde anlatıyorum. Zamanı gelince kitaplarımı okuyacakları inancındayım. İşte o zaman, yaşadığı dönemde babaannelerinin ve atalarının Yahudi olsun, kadın olsun… azınlık olduğunu varsaymayan bir “azınlığın” mensubu olarak, içinde yaşadıkları her toplumda nasıl mücadele verdiklerini görecekler. O mücadeleci insanların dar kavramlara sığmadıklarını; önyargılarla, şablonlarla anlatılamayacaklarını, her mücadelenin biricik olduğunu hissedecekler; belki böylece kendi “biricikliklerini” kucaklayacaklar. Yazı başka ne için sonraya kalsın ki…
Dünyadan paylarına düşeni bize aktaran Fortüne ve Simone’unkilere benzeyen sesler, umudun kanatlarına tutunup bize ulaşır. Bize düşen, emaneti yere düşürmemek ve devretmek. Bu, nefes alıp veren herkesin kendi olanakları çerçevesinde altından kalkabileceği bir insanlık görevi... Eğrisi ve doğrusuyla insanlık mirasını unutturmamak, bir anlamda değişime şans vermek, umutta inat etmek demek.
Çocuklarım başta olmak üzere, umarım torunlarım da az seçilen bir yola yönelseler bile umutta inat etmekten vazgeçmezler.
Suzan Nana Tarablus’un gündeminde ne gibi projeler var?
Ah, evet benim projelerim bitmiyor. “Umudun Kanatlarında” kitabımı yayınevine teslim eder etmez yenisine başladım. Bir biyografi daha inşallah…