Antarktika yolculuğumun güzergâhında ilk durağım Buenos Aires’e (Güzel Rüzgâr) ulaştığımda, sözleri, hayatta sahip olduklarıma minnettarlık duymamı hatırlatan Şilili folk müziği sanatçısı Violeta Parra tarafından yazılmış ve birçok sanatçı tarafından yorumlanmış “Gracias a la Vida” (Teşekkürler Hayat) şarkısını dinlemek rastlantı mıydı, bilmem!

Arjantin’in başkentinde başlayan üç hafta süren keşif gezimin sonunda da dudaklarımda hep aynı şarkı “Gracias a la Vida…” Farklı kültürlerin ve insanların bu buluşma noktasında Latin Amerika’nın kültürel zenginliği, müzikal mirası, sanatsal atmosferi, enerjisi, canlılığı, tangosu, dansları… içsel yolculuğa sürükleyen yeni bir maceranın başlangıcıydı…
Şehrin en eski ve en tarihi bölgelerinden biri olan San Telmo’nun tarihî binalarla dolu dar sokaklarında, kentin ikonik semtlerinden olan La Boca’yı adımlarken, Rio de la Plata (Gümüş Nehir) boyunca yürürken dudaklarımda hep aynı şarkı ile yaşama şükranlarımı terennüm ediyorum. Oradan Ushuaia’ya uçuyorum…


Suzan Nana Tarablus

Dünyanın en güneyindeki şehir
Ushuaia, Arjantin’in Tierra del Fuego (Ateş Ülkesi) eyaletinde yer alan ve dünyanın en güneyindeki şehir olarak bilinen, muhteşem doğal güzellikleri ve macera fırsatlarıyla dopdolu bir yer. Ushuaia’da geçirilecek zaman, doğal manzaralar, vahşi yaşam ve çeşitli açık hava aktiviteleriyle zenginleştirilmiş unutulmaz deneyimler sunuyor. Tekne turları, doğa yürüyüşleri, trekking, deniz aslanları, penguen kolonileri ve deniz kuşları gibi vahşi yaşam türlerine ev sahipliği yapan bu yörede müzeler restoranlar gezginlere sonsuz olanaklar sunuyor. Mahkûmların eskiden odun taşımak için kullandığı tarihî “Tren del Fin del Mundo” (Dünyanın Sonu Treni) gezisiyle güzergâhındaki doğa ile iç içe macera arzularını yanıtlayan zengin bir deneyim…
“Dünyanın sonu” olarak nitelendirilen Ushuaia limanından keşif gemisi yolcularını coşkuyla karşılıyor. Hedeflenen, Dünya’nın güney kutbunda yer alan ve Güney Yarım Kürenin en güney bölgesini kaplayan bir kıta, en az nüfusa sahip beşinci büyük kıta Antarktika. Burada kalıcı yerleşim bulunmuyor, sadece araştırma istasyonlarında geçici olarak bulunan bilim insanları ve araştırmacılar yaşıyor. Birçok ülke Antarktika’da araştırma istasyonları işletmekte. 1959’da imzalanan Antarktika Antlaşması, kıtayı barışçıl ve bilimsel amaçlarla koruma altına almış ve günümüzde birçok ülke tarafından desteklenmekte. Zaten bütün bu keşif gezileri, kıtanın barışçıl ve bilimsel amaçlarla korunmasını sağlayan Antarktika Antlaşması’nın belirlediği kurallara uygun olarak yapılıyor. Çünkü bu geziler, özellikle bilim insanları ve öğrenciler için önemli bir eğitim ve araştırma fırsatı sunuyor: Gözlemler ve veriler, iklim değişikliği, biyoloji ve ekosistem çalışmaları için değerli bilgiler sağlıyor.
Antarktika, Dünya’nın iklim sistemi üzerinde kritik bir role sahip. İklim değişikliği nedeniyle buzların erimesi, küresel deniz seviyeleri üzerinde önemli etkiler yaratıyor. Ayrıca kıta, çevresel bozulmalara karşı hassas olup, biyolojik çeşitliliğin ve bilimsel araştırmaların korunması açısından büyük önem taşıdığından gemiden Zodyak’la ayrılırken özel çizmelerimiz, karaya gider gelirken özel kimyasallarla dezenfekte ediliyor.
Beraberimizde getirdiğimiz termal iç giyim ve su geçirmez pantolonlarımıza ek olarak gemide her yolcuya aynı parlak mavi renkte parkalar dağıtılıyor. Eksi 60-80°C’ye ulaşan kış mevsimleri zaten ziyarete geçit vermeyen Antarktika keşfim, “yaz” mevsimine, ocak ayına rastladı. Isı sıfırın altında eksi derecelerde olsa da hiç mi hiç üşümedim.



Keşif ruhuyla yola çıktığım bu macera üç hafta sürdü. Antarktika’yı keşfetmek benzersiz ve derinlemesine etkileyici bir deneyimdi. Özellikle Antarktika’nın geniş, ıssız manzaralarının yarattığı büyük bir yalnızlık ve izolasyon duygusuyla karşı karşıya kalınca… Sık sık kamaramın balkonumda otururken geminin seyrini izlediğim zihinsel ve ruhsal bir dinginlik içinde, şehirlerin stresinden, gürültüsünden ve kalabalığından uzakta olmak, derin bir sükûnet ve huzur hissi verirken doğayla ve iç dünyamla kurduğum bağlantıyı derinleştirdiğini fark ettim. Hayranlık dolu bir şaşkınlık içinde buzulların muazzam büyüklüğü, devasa buzdağları ve uçsuz bucaksız beyazlık doğanın sade ve güçlü güzelliğini, görkemini… gözlerimin önüne sergiledi. Antarktika’nın uçsuz bucaksız ve güçlü doğası, bana insanın ne kadar küçük ve kırılgan olduğunu hatırlattı. Aynı zamanda doğaya ve gezegenimize karşı daha büyük bir saygı ve sorumluluk duygusu uyandırdığını da itiraf etmeliyim.

Yolculuk sırasında gemideki uzmanların rehberliğinde deniz biyolojisi, jeoloji ve Antarktika’nın tarihi hakkında bilgilendirici seminerler düzenlendi. Yine uzmanlar eşliğinde Zodyak botlarıyla kıyıya çıkışlar yaptığımızda buzullar, penguen kolonileri, deniz kuşları ve foklar gibi doğal güzellikler hayatımın belki de en güzel manzaralarıydı. Gözlerimin tanık olduklarını anlamlandıracak sözcüklere sahip değilim… Bunları anlatmayı fotoğraflarıma teslim ediyorum.
Antarktika’daki vahşi yaşamla bu yakın temas, bu hayvanların hayatta kalma mücadelesini ve ekosistemlerinin hassasiyetini daha iyi anlarken diğer canlılarla olan bağlantısını derinleştirdi… Empati duygusunu güçlendirdi. Antarktika’yı keşfetmek, doğayla derin bir bağ kurmayı ve kişisel dönüşümü teşvik eden, zihin açıcı ve duygusal bir deneyim oldu. Yeni yerler keşfetme arzuma ilham oldu... Bilinmeyenle yüzleşme heyecanımı tetikledi.

Aynı güzergâhtan ülkeme, şehrime, eve döndüğüm zorlu, upuzun yolculukta terennüm ettiğim yine aynı şarkıydı: “Gracias a la Vida… - Teşekkürler Hayat…”