Haber fotoğrafı: Prof. Dr. Ülker Öneş
Çocuk alerji ve immünoloji alanında yalnızca ülkemizde değil, uluslararası ölçekte de isim yapmış, sayısız çocuğu sağlığına kavuşturmuş, binlerce öğrenci yetiştirmiş Prof. Dr. ÜLKER ÖNEŞ’in, Atatürk konulu şiirler yazdığını bilirdim. Büyük Önder’i yâd ettiğimiz Kasım sayımız için, kendisiyle bir söyleşinin anlamlı olacağını düşündüm. Sorularımı itinayla hazırlayıp, Hoca’nın karşısına geçtim. Ancak Ülker Hoca aile öyküsünü aktarmaya başladığında, şunu anladım: Söyleşimize sorularımın yanıtları değil, Reşat Nuri Güntekin’e ilham kaynağı olabilecek bu anlatı hâkim olacaktı!

9. Balkan Tıp Kongresi (1968) toplantısından (en sağda Dr. Ülker Öneş; önde solda Dr. Somer Öneş; ortada Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan)
Babam Prof. Dr. Bahri Vedat Alpman, anasız babasız büyümüş bir kişi…
Dedem, yani babamın babası Hasan Remzi Bey1, Vodina’lı2 büyük bir şair ve yazar. Birçok kitabı var. Eleştirel bazı yazıları nedeniyle sürgüne yollanmış: Girit’e, Lefkoşa’ya, Londra’ya… Babaannem Yanya’lı3 bir kız. O da şiire düşkün bir insan. Dedemle babaannemi, Abidin Paşa4 Yeniköy’deki köşkünde evlendirmiş. Babaannem hamileyken, dedem Rodos’a sürgüne gönderiliyor. Babaannem, dedem ve babaannemin annesi, gemiyle Rodos’a doğru yola çıkıyorlar. Gemi İzmir’e vardığında, dedem “Biraz dolaşayım; hava alayım” diyor. Bunun üzerine, “Vay sen sürgünden kaçıyorsun!” suçlamasıyla hapse atılıyor! Arada gemi demir alıyor; Samos adasına doğru yola çıkıyor…
Babaannem ve annesi gemide… Babaannemin doğum sancısı tutuyor ve babamı gemide dünyaya getiriyor. Onun için babama “Vedat”ın [sevgi, dostluk] yanı sıra “Bahri” [denize ait] ismi veriliyor. Ne yazık ki babaannem gemide “lohusa humması”na5 yakalanıyor ve hayatını kaybediyor. Babaannemi Rodos’ta Müslüman mezarlığına gömüyorlar. Anneannesi sütanne buluyor ve babamı büyütüyor. Babamın amcası Baki Bey, İzmir kadısı… Hiç çocukları olmamış. Anneannesi vefat edince, babam onların yanına gidiyor. Onlar da vefat edince, kendi başına, beş parasız kalıyor.
Babam kendi imkânlarıyla İstanbul’a geliyor. İstanbul’da, Sarıyer’de, babamın uzaktan akrabası Seniha Hanım var. Babama, sahibi oldukları eczanede kalfa olarak çalışmayı teklif ediyor. Babam bir süre çalışsa da, esas isteği okumak... Bunun üzerine, nereye gidebilirim diye araştırmaya başlıyor. Kastamonu Lisesi’nde bedava kalmak ve okumak mümkünmüş. Giriyor imtihanına; kazanıyor ve Kastamonu Lisesi’ne giderek okuyor. Orayı bitirdikten sonra da doktor olmak istiyor. Askeri doktor… Parasız olsun diye… Boyu uzun ve çok zayıf olduğu için kabul edilmiyor. Bunun üzerine, o da matematik bölümüne giriyor ve öğretmen okuluna da kaydolarak, orada bedava okuyor. Ayrıca gazetelere yazılar yazıyor. (“Babamın da birçok şiiri var. Şimdi kitap şeklinde çıkarıyorum onları: ‘Dededen Toruna Şiir Dünyası’ adıyla… Bitmek üzere…”) Ondan sonra da matematik hocası olarak ilk Balıkesir’e tayin oluyor. Bir iki sene orada kaldıktan sonra da Samsun’a tayini çıkıyor. 
Prof. Dr. Ülker Öneş, Ana Bilim Dalı Başkanlığı döneminde açılışını yaptığı “Kekemelik Merkezi” için kendisine verilen plaketle (2002)
“Atatürk sizi, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde matematik kürsüsünü kurmakla görevlendiriyor…"
Annem Çerkez kızıydı; uzun boylu, yeşil gözlü, çok güzel bir kadındı. İran’da Prenses Süreyya vardı; ona benzerdi. O da ortaokulu bitirmiş; babası evi terk etmiş. Anneannesi büyütmüş. O da öyle biçare… Aralarında 15 yaş fark var. Annemle babamı evlendiriyorlar. Ondan sonra da okulun, öğretmenler için yapılmış tek katlı lojmanına yerleşiyorlar. Orada yaşarlarken, bir gün akşam yemeğinden sonra birden bir bomba patlıyor. Bütün camlar aşağıya iniyor. Sonradan öğreniliyor ki, babamın sınıfta bıraktığı birisi bunu yaptırmış. Bunun üzerine okul müdürü babamı çağırtıp, “Seni burada barındırmazlar artık! Samsun’u terk et!” diyor. Babam da mecburen tayinini istiyor. O zaman Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanı. Babam doğuda bir ile tayin ediliyor. Bunun üzerine, “Git konuş bir Maarif Vekiliyle…” diyorlar. Babam Saffet Bey’den randevu alıp, Ankara’ya gidiyor. Konuşuyorlar… Saffet Bey, “Ben bir inceleyeyim sizi; Atatürk’e de danışayım; hakkınızda ne var bakalım…” diyor. Bunun üzerine 2-3 gün sonra çağırıyor babamı ve şöyle diyor: “Biz sizi sanki haksızmışsınız gibi tayin etmişiz. Özür dilerim... Aslını araştırdık, baktık. Siz son derece haklısınız. Namuslu bir öğretmensiniz. Atatürk sizi, burada [Ankara’da] Gazi Eğitim Enstitüsü’nde matematik kürsüsünü kurmakla görevlendiriyor. Ayrıca, Atatürk size üç maaş ikramiye veriyor…” Bunun üzerine babam hemen annemi de alıyor ve Ankara’ya gidiyorlar. Ankara’da kerpiç bir evin üst katında, kirada oturuyorlar.
Atatürk bir gün babamın dersine geliyor… “Bir dinleyelim sizi bakalım…” diyor. Babam hemen ayağa kalkıyor; kürsüsünü Atatürk’e vermek istiyor. Atatürk, “Hayır, siz oturun; ben burada talebeyim…” diyor. Oturuyor, babamın dersini dinliyor. “Ben sizi çok beğendim… Sizin aynı zamanda Ankara Polis Koleji’nde matematik hocası olmanızı istiyorum. İkinci bir maaş da alırsınız oradan…” diyor. Babam da kabul ediyor.
Atatürk’ün vefatından sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanı oluyor. İnönü, Atatürk’ten babamın methini duymuş. Babamı köşke çağırıyor. “Bahri Vedat Bey…” diyor. “Sizin matematikteki başarınızı, hocalığınızı Atatürk’ten dinledim. Benim iki oğlum var: Ömer ve Erdal İnönü... Onlara ders vermenizi rica etsem... Neyse ücretiniz veririm… Onlar mühendis olmak istiyorlar; matematik bilgileri desteklenmeli…” Babam şöyle yanıt veriyor: “Bir cumhurbaşkanının çocuğuna ders veriyorsam, bu benim için büyük bir onurdur. Para alamam sizden… Ama arabam yok; beni aldırırsanız, gelir giderim…” diyor.

Türkiye Milli Pediatri Derneği tarafından “Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Onur ve Hizmet Ödülü”ne layık görülen Prof. Dr. Ülker Öneş’e sertifikası takdim edilirken (2025)
Babam sekiz lisan biliyordu. Muazzam bir beyindi…
Ondan sonra ben dünyaya geliyorum... Ben dünyaya geldikten sonra, babam İsmet İnönü’ye soruyor: “Sayın Cumhurbaşkanım, kızım dünyaya geldi… Hangi doktora baktırayım?” İnönü, “Kızını Prof. Eckstein6 görsün” diyor. Almanya’dan gelen hocalardan…
İsmet İnönü babama, “Biz hafta sonları köşkte klasik batı müziği konserleri tertipliyoruz. Siz de davetlim olarak eşinizle beraber gelin… Ben sizi arabayla da aldırtırım…” diyor. Bunun üzerine, annemle babam bir-iki konsere gidiyorlar. Annem de hiç hayatında makyaj yapmadıydı. Vekillerden anneme bakanlar oluyor… Babam rahatsız oluyor. “Hanım…” diyor, “Biz bu konserlere gitmeyelim; evimizde oturalım.” [Gülüşmeler]
Babam Ankara’da öğrenci yetiştirmeye devam ederken, Prof. Dr. Ratip Berker7 ve Prof. Dr. Cahit Arf8 kendisine, “Sen çok çalışkansın; kariyer yapacak bir insansın… Seni İstanbul Teknik Üniversitesi’ne alalım…” diyorlar. Babam kabul ediyor. Tayini yapılıyor. İnşaat Fakültesi, Makine Fakültesi ve Elektrik Fakültesi’nde hocalık yapmak üzere… Böylece İstanbul’a geldik.
Çırağan’da, eski ahşap bir köşkün en üst katında kiracı olarak oturduk. Babam o esnada, Nazi mezaliminden kaçan profesörlerden Weirich’in9 yanında doktorasını, doçentliğini yaptı. Doktora konusu çok orijinaldi; babam bütün dünyadan tebrik aldı.
Babam sekiz lisan biliyordu. Muazzam bir beyindi. Yunancayı ana dili gibi konuşurdu… 7 yaşına kadar hiç Türkçe bilmemiş babam. Hep Yunanca konuşuyor. Sonra Arapça, Farsça derken, yan dil olarak Fransızcayı almış. Ondan sonra da İngilizce öğrenmiş. Prof. Weirich gelince Almanca öğrendi. Sonra da, bir kitabı okuyabilmek için Rusça öğrendiydi.

Prof. Dr. Ülker Öneş ve eşi Prof. Dr. Somer Öneş Türkiye Milli Pediatri Derneği ödül töreninde (2025)
“Benim kızım Fransızca biliyor. Onu ikinci hazırlığa alın…”
İlkokul dördüncü ve beşinci sınıfları Şişli’de, Talat Paşa İlkokulu’nda okudum. Somer’le [Eşi, Prof. Dr. Somer Öneş] sınıf arkadaşıydık. Ben Amerikan Kız Koleji’ne gitmek istiyordum. Bu sebeple, babam bana dördüncü sınıftayken İngilizce dersi aldırmaya başladı. Ama fakültedeki arkadaşları babama, “Fransız okuluna verin; rahibe okulunda okusun; hanımefendi gibi yetişsin…” demişler. Bu sebeple, Dame de Sion’da etüt hocası olan, Bercuhi adında bir mademoiselle’den ders almaya başladım.
Babam beni Dame de Sion’a götürdü. Okul müdiresi Mère Solange’a, “Benim kızım Fransızca biliyor. Onu ikinci hazırlığa alın…” dedi. Müdire Hanım babama, “Fransızca bilmekle bitmez; bunun matematik dersi var, fen dersi var! Biz kızınızı ikinci hazırlığa alırız; öğretim üyesi olduğunuz için indirim de yaparız; ama kızınız başarısız olursa, bir iki ay içinde birinci hazırlığa indiririz” dedi. Bunun üzerine, babam beni karşısına aldı ve şöyle dedi: “Kızım, bak ben bu kadar çalışıyorum, gayret ediyorum. Eğer birinci hazırlığa indirirlerse, seni o okuldan alır, devlet okuluna veririm!” Ben o zaman kolit oldum. Bir sene! Ama başarılı oldum. Birinci hazırlığa indirmediler!
Büyüyünce Sami Ulus olacağım…
Prof. Eckstein’dan sonraki doktorum Dr. Sami Ulus10 oldu. Yine İnönü’nün babama tavsiyesiyle… Babam eczanede çalıştığı için, tıp bilgisi çok iyiydi. Bir gün boğazım ağrıyordu. Babam boğazıma baktı; “Kızım beyazlık var boğazında. Sen kuşpalazı oldun galiba…” dedi. Hemen beni aldı; Sami Ulus’a götürdü. Sami Ulus baktı, “Evet, kuşpalazı” dedi. O zaman aşısı yok; antibiyotik yok. Karnımdan verilen difteri serumunun yanı sıra, idrarı kırmızı yapan bir sülfamitle tedavi edildim. Beni Sami Ulus kurtarmıştı. İşte ben o gün, “Büyüyünce Sami Ulus olacağım” dedim.
Tıbbiye seçimimde bir diğer önemli etken, hep yâd ettiğim ve çok şeyimi borçlu olduğum Doç. Dr. Yani Anastasiadis’dir11. Dame de Sion’da, Lise 2. sınıfta okurken, bir gün Dr. Anastasiadis sınıfımıza geldi. “Kızlar, kâğıt kalem çıkarın, test yapacağız” dedi. “Ne testi?” diye sorduk. “Zekâ testi” dedi. Ben de çok atılgandım: “Biz geri zekâlı mıyız hocam! Bu kadar okumuşuz!” dedim. [Gülüşmeler] “Sen konuşma, otur!” dedi bana. Sonra ikinci bir test, yetenek testi... “Bu ne?” diye sorduk. “İleride ne olacağınızı gösteren bir test” dedi. Onu da yaptık, bekliyoruz sonucu… “Sen…” dedi, “Çok konuşan, kalk ayağa…” “Geri zekâlı mı çıktım?” dedim. [Gülüşmeler] “Yok yahu!” dedi; “Çok iyi zekân! Sen doktor olacaksın” dedi.
“Allah Allah!” dedim. “Hem de araştırmacı doktor olacaksın; kariyer yapacaksın sen!” dedi. Ondan sonra dedi ki, “Araştırmacı doktor: Ben sana bir kitap vereceğim. Yaz boyunca bunu okuyup, bize özet çıkaracaksın…” Bana, Claude Bernard’ın “Introduction à l’Etude de la Médecine Expérimentale” [Deneysel Tıp Çalışmalarına Giriş] adlı kitabını verdi. Kitabı okudum; özetini çıkardım. Sınıfa anlattım. Anastasiadis beğendi.
Prof. Dr. Ülker Öneş, Prof. Dr. Somer Öneş, Lolita Nahmias Haleva
“Kızım sen doktor olmaktan vazgeç…”
Dame de Sion’dan mezun oldum. Babam bana, “Kızım sen doktor olmaktan vazgeç” dedi. Dame de Sion’da edebiyat şubesi vardı; fen şubesi yoktu o zaman. Matematiğimi güçlendirmek için babam bana ders veriyordu. Bu bağlamda bana, “Sen mimar ol; çizimlerin çok güzel…” dedi. Güzel çiziyordum hakikaten; resimde yetenekliydim.
Sonra Teknik Üniversite’nin imtihanına girdim. Birinci sıraya mimarlık, sonra da sırayla elektrik mühendisliği ve meteoroloji mühendisliği yazdım. Babam, “Eğer meteorolojiyi kazanırsan, ertesi sene mimarlığa yatay geçiş yaparsın” dedi.
“Ben sana doktor olacaksın demedim mi!”
Dame de Sion’dan pekiyi ile mezun olmuştum. Mezun olurken, kimya hocamız Mère Marie-Berthe’ten kimya özel ödülünü aldım. Ama Teknik Üniversite giriş sınavında zorlandım. “Nişadırın [amonyum klorür] formülünü yazın” diyor. “Göztaşının [bakır sülfat] formülünü yazın” diyor. Ne olduklarını bilmiyorum ki! Boş boş bakıyorum. Hepsinin Fransızcasını biliyorum. Meteoroloji mühendisliğini kazandım. Allah Allah! Ne yapacağım ben diyorum! Sırada İstanbul Üniversitesi’nin imtihanı var. Oraya da ilk sıraya tıbbı, ikinci ve üçüncü sıralara da kimya mühendisliği ve kimyagerliği yazdım. Bu sefer Türkçe terminoloji konusunda hazırlıklıydım. İmtihana girdik; sonucu bekliyoruz. Akşam saat 21:00-22:00 sıralarında evde telefon çaldı. Annem açtı. “Kızım” dedi, “Hocanmış; seni arıyor”. Kim arıyor? “Yani Anastasiadis’miş ismi” dedi. Bakın, hocaya bakın! Babamın adına kayıtlı telefonumuz. Babamın telefon numarasından buluyor beni! “Kızım” dedi, “Ben sana doktor olacaksın demedim mi! Hemen gidin; asıldı liste...” Biz babamla fenerlerle gittik baktık; tıbbiyeyi en yüksek puanla kazanmışım! Aaa, bak dedim. Kısmetim buymuş! Ondan sonra Anastasiadis’le aynı yerde çalıştık. O kadar iyi bir hocaydı ki!
“Seni Ankara’dan aradılar; bir yere başkan olmuşsun!”
Profesör olduğumda, üç bilim dalının başkanıydım [Pediatrik Enfeksiyon, Klinik İmmünoloji, Alerji]. Muayenehane de açmışım. Bir gün bir seyahatten döndüm. Eşim dedi ki, “Seni Ankara’dan aradılar; bir yere başkan olmuşsun!” Şaşkınlıkla, “Nereye başkan olmuşum?!” diye sordum. Açıkladı sonra, “İhsan Doğramacı12 aradı seni” dedi. Allah Allah, niye arıyor! Fransa’ya giderken Doğramacı ile aynı uçaktaydık. Bana “Ankara’ya gel” demişti. “Yok” demiştim… “Gelemem hocam; Çapa’ya söz verdim…” Sonra Barcelona’da büyük bir pediatri kongresi vardı. İlk açılış kolokyumunda İngilizce bir sunumum olmuştu; Doğramacı çok beğenmiş, beni tebrik etmişti. Meğer Türkiye Milli Pediatri Derneği’ne yönetim kurulu başkanı seçmiş beni. “Hocam…” dedim. “Ana bilim dalı başkanıyım. Nasıl geleyim?!” “Her ay geleceksin. Uçak paranı vereceğiz. Burada otelde bir gece kalırsın…” Aaa! Mecburen gittik…
O personel bugün hâlâ beni arar…
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı seçildiğim zaman ilk yaptığım iş, personeli toplamak oldu. Kadın ve erkek personele, “Sizin kaldığınız yerleri görmek istiyorum…” dedim. Birlikte gezdik. Ne tuvaletleri var, ne soyunma odaları, ne oturma odaları. Hiçbir şey! Bağışlarla oraya, kadın ve erkek personel için ayrı ayrı giyinme ve dinlenme yerleri, duşlar, tuvaletler yaptık. O personel bugün hâlâ beni arar. İkinci olarak, anons sistemini geliştirdim. Uyku apnesinden ölen çocuklar vardı. Onun için, yine bağışlarla bir uyku apne merkezi açtık. Sonra Hisar Lions Kulübü olarak, Hollanda’daki bir sistemi Türkiye’ye getirerek bir kekemelik merkezi açtık. Astım servisini, alerji servisini, her şeyiyle yeniledik. Fransa’da bir hastanede immünoloji bölümünü gördüm; gezdim. Bunun aynısını Çapa’da yapmaya çalıştım. Böylece, immün yetmezlik bölümünü açtık. Üç senelik ana bilim dalı başkanlığımdan sonra, oy birliğiyle ikinci defa seçildim.
Batı müziğine ilgim esas Fransa’da başladı…
Ben Dame de Sion’da okurken, babam Klasik Türk müziğine meraklıydı. O zamanlar Şan Sineması’nda Türk müziği konserleri olurdu. Biz annem-babam-ben üçümüz giderdik. Taksim Gazinosu’nda da konserler olurdu; oraya da giderdik. Türk müziğine ilgim orada gelişti. Klasik Türk müziğindeki makamların hepsini, Hüzzam, Hicaz, Rast, Nihavent vb. öğrendim.
Yine Dame de Sion’da okurken Mère Fidélia vardı. Macar kökenli olduğu için bize hep Macar Besteci Liszt’in eserlerini çalardı. Fakat Batı müziğine ilgim, esas Fransa’da başladı. İhtisasımı bitirdikten sonra, 1968 yılında Fransız hükümetinin verdiği bursla Fransa’ya gittim. Orada bursiyerlere, Activités Culturelles [Kültürel Faaliyetler] başlıklı bir kitapçık veriliyordu. Bu sayede, Fransa’daki tiyatrolara, operalara, opera komiklere, konserlere vesaire, daha ucuza gitme imkânım oluyordu. Örneğin, “Heure Musicale de Montmartre” [Montmartre Müzik Saati] adlı bir program kapsamında, Cumartesi günleri evinde sadece 20 kişi için oda müziği konserleri düzenleyen bir hanım vardı. Öncelikle ona kayıt oluyordum. İzleyicilere önce beste hakkında bilgi veriliyor; biraz şarap içiliyor ve sohbet ediliyor, sonra da müzik dinleniyordu. Pek çok operaya, konsere gittim. Hatta bir tanesinde İdil Biret13 de oradaydı. Yan yana oturduk; dinledik. Eşim Somer de meraklı olduğu için, Paris dönüşü de tiyatrolara, konserlere gitmeye devam ettik.
Atatürk kadınlara çok destek verdi…
Atatürk sanki göklerden indirilmiş Türkiye’nin başına; kadınların başına... Türk kadınının tahsil yapmasının, okumasının, yükselmesinin, her yerde var olmasının uygun olduğunu düşünmüş. Hakikaten, kadınlar olarak bizi eğitimsizlikten korumuş! Aynı zamanda çocukların iyi yetişmesi için, kadınların bilinçli olmasının gerektiği görüşündeydi. Atatürk kadınlara çok destek verdi…
Ben bugün eğer bir kadın olarak bir yerlere gelmişsem, yurt dışında ismimi duyurmuşsam, örneğin Amerikan Alerji, Astım ve İmmünoloji Akademisi’ne Türkiye’den üye ve “International Fellow” seçildiysem, hepsi Atatürk’ün bana sağladığı imkânlarla olmuştur.
Prof. Dr. Saime Ülker Öneş kimdir...
1939 yılının 8 Mart günü (Dünya Kadınlar Günü), Şükriye Alpman ve ünlü matematik hocası Prof. Dr. Bahri Vedat Alpman’ın kızı olarak, Ankara’da dünyaya geldi. Babasının İstanbul’a tayini sonrasında girdiği Notre Dame de Sion Lisesi’nden, 1957 yılında Pekiyi dereceyle mezun oldu.
Tıp eğitimini İstanbul Tıp Fakültesi’nde üçüncülükle tamamlayan Öneş, 1967 yılında Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı, 1973 yılında Doçent, 1980 yılında da Profesör unvanlarına hak kazandı. 1980-1997 yılları arasında Pediatrik Enfeksiyon, Klinik İmmünoloji, Alerji Bilim Dalı Başkanlığı’nı; 1997-2005 yılları arasında Pediatrik Göğüs Hastalıkları ve Alerji Bilim Dalı Başkanlığı’nı; 2000-2005 yılları arasında ise Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı’nı sürdürdü. Türkçe, İngilizce ve Fransızca çok sayıda yayını bulunan, ayrıca gerek yurt içi, gerek yurt dışında birçok derneğin üyesi olan Öneş, Amerikan Alerji, Astım ve İmmünoloji Akademisi (AAAAI) tarafından “International Fellow” (2005) ve “Emeritus Professor” (2023) unvanlarına hak kazandı.
Prof. Dr. Somer Öneş’le (İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi) 61 yıldır evli olan Prof. Dr. Ülker Öneş, iki evlat ve iki torun sahibi.
-----------
ATATÜRK’ÜME
SEN Türkiye’ye ALLAH’ın bir lütfu muydun?
Mavi bakışlarınla ufkumuzu aydınlatan,
Parlak bir YILDIZ mıydın?
Dimdik duruşunla düşmanlara çelik bir PERDE miydin?
Gönlü zengin, kültürlü, matematik bilgisi engin,
Bir DAHİ miydin?
SEN kadınlara değer veren bir CENTİLMEN miydin?
SEN çocukları seven, onlara ışık tutan bir BABA mıydın?
SEN dil, din ayrımı yapmayan bir HÜMANİST miydin?
SEN yoksa uzaydan gönderilmiş bir MELEK miydin?
ATATÜRK’ÜM
SEN
Bunlardan her şeysin!
Ama
SEN toprağa değil, KALBİMİZE gömülmüş bir
VATANSEVERSİN!
RUHUN ŞAD OLSUN!
Adın EBEDİ olsun!
SAİME ÜLKER ÖNEŞ
10 KASIM 2016 – ANTALYA
Dipnotlar:
1) (1871-1919) Şair, yazar, kalem kâtibi
2) Yunanistan’ın Makedonya bölgesinde bir şehir (Yunanca: Edessa)
3) Yunanistan’ın Epir bölgesinin en büyük şehri (Yunanca: İoannina)
4) Prevezeli Abidin Paşa (1843-1906), Osmanlı Devleti’nin son döneminde hizmet vermiş bir devlet adamı ve yazar. Ressam ve şair Arif Dino ile çağdaş Türk resminin öncülerinden Abidin Dino’nun büyükbabaları
5) Doğum sırasında hijyene dikkat edilmemesi sonucunda idrar yollarının iltihaplanması ve ateşin yükselmesiyle ortaya çıkan, tedavi edilmediğinde ölüme neden olan sorun
6) Ord. Prof. Dr. Albert Eckstein (1891-1950) - Nazi zulmü nedeniyle Almanya’yı terk etmek zorunda kalmış, Türkiye’nin sağlık politikalarının ve uygulamalarının geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuş Alman bilim insanı; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Kürsüsü Kurucu Direktörü
7) Ord. Prof. Dr. Ratip Berker (1909-1997) - Akışkanlar mekaniği alanındaki çalışmalarıyla tanınan uygulamalı mekanik ve matematikçi, Türk bilgini
8) Ord. Prof. Dr. Cahit Arf (1910-1997) - Türk matematikçi ve bilim insanı, TÜBİTAK Bilim Kolu eski başkanı
9) Prof. Dr. Rudolf Weirich - Nazi zulmü nedeniyle Almanya’yı terk etmek zorunda kalmış, Alman matematik profesörü
10) Ankara Çocuk Hastanesi’nin ilk başhekimi. Hastaneye büyük emekleri geçmiş olan başhekimin görevi başında yaşamını yitirmesi sonrasında, hastanenin adı 1965 yılında “Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi” olarak değiştirildi
11) İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda ilk defa bir klinik psikoloji laboratuvarı kurmuş, başta “Rorschach testi” olmak üzere birçok testin dilimize uyarlamasını yapmış bilim insanı
12) Bilkent Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi kurucusu; ilk YÖK başkanı
13) Harika Çocuk Yasası ile Paris Konservatuvarı’nda öğrenim görmüş, dünyaca ünlü Türk piyanist; devlet sanatçısı






