Haber Fotoğrafı: Rodger Fenton, "Ölümün Gölgeli Vadisi"


“Hiçbir yerde özgürlüğe kolay bir yürüyüş yok ve çoğumuz arzularımızın zirvesine ulaşmadan önce ölümün gölgesi vadisinden tekrar tekrar geçmek zorunda kalacağız.”

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahî başkanı, ayrımcılığa karşı savaşmış bir barış adamı olan Nelson Mandela’nın sözleri bunlar. Bu cümlede tarih boyunca birçok farklı bağlamda alıntılandığını bildiğimiz Kitab-ı Mukaddes’te yer alan Davud’un Mezmuru’nu “Ölümün Gölgeli Vadisi” sözlerinden tanırız hemen. Bu ikonik ifade aynı zamanda tarihe ilk savaş fotoğrafı olarak geçen Roger Fenton’un da fotoğrafına verdiği isim olarak savaş fotoğrafının konumu üzerine sonu gelmeyen bir tartışma başlatmasıyla tanınmaktadır. Bu noktadan ele alındığında ve geçmişe doğru bir projeksiyon yapıldığında ise savaş fotoğraflarının gösterdikleri, belki de çağımız insanının durumunu en açık şekilde gözlemleyebileceğimiz verileri sunar.

Freud, Totem ve Tabu adlı kitabında savaşlara ve bu savaşların insan yaşamı üzerindeki etkisine dair dikkat çekici bir saptamada bulunur. Geçmişte, özellikle “ilkel” kabilelerde, savaş sırasında yenilgiye uğrayarak ölen kişiler için savaşın galip gelenlerinin yas tuttuğuna dikkat çeker. Freud’a göre, söz konusu kabileler, öldürdükleri düşmanlarının ruhlarından batıl inanç kapsamına giren bir korku duyar; öyle bir korku ki, klasik eski çağın da yabancısı değildir ve büyük İngiliz oyun yazarı Shakespeare, Macbeth ve III. Richard yapıtlarında bu korkuyu ilgili kişilerin sanrıları kılığında sahnede seyirci karşısına çıkarmıştır. Bu bilgi bizi insanların geçmiş yüzyıllarda özellikle savaş etiği konusunda daha adil olabildikleri yorumuna götürebilir. Başkalarının acıları karşısında gösterdikleri bu davranışlar, korku temelli görünse de, önemli olan bu korkunun kaynağı olan acı ve ölümün her canlı için geçerli olduğu bilgisini göz ardı etmemektir. Freud’a göre, bu yas süreci içerisinde; Gerçekleştirilen eylemden duyulan pişmanlık, düşmana değerli bir kişi gözüyle bakılması ve yaşamına son vermenin yol açtığı vicdan rahatsızlığı gibi duyguların da yer aldığını görüyoruz. Henüz bir tanrının herhangi bir yasayı insanlara bildirip, onları bu yasaya uymakla yükümlü kılmasından çok daha önce, “ilkel”lerde başkalarını öldürme yasağı bulunmakta ve yasağa aykırı davranışlar cezasız bırakılmamaktaydı. Bu tanımların yapıldığı dönemlerle ve koşullarla ilgili olarak, bugünkü adıyla “savaş suçlarından” bahsetmek belki de olası bile değildi. Buna benzer bir tarihsel sürece fotoğraflar aracılığıyla da tanık oluruz.


Don Mc Cullin, "Vietnam Savaşı"

Savaşların şiddetini betimleyen fotoğrafların ilk örneklerine baktığımızda, yakın tarihe ve günümüze ait fotoğraflarda gördüklerimizden çok daha farklı bir anlatım dili karşımıza çıkar. Bu durum fotoğrafın ilk yıllarında teknolojinin aktüel görüntüleri kaydetme konusundaki yavaşlığıyla bağdaştırılabilirse de ölümün ve acının şiddetini göstermek konusunda, dönemler arasında önemli anlayış farkları vardır.

İşte, İngiliz fotoğrafçı Roger Fenton tarafından 1855 yılında çekilmiş olan Kırım Savaşı’nı anlatan belgesel fotoğraflar, bugün çekilen savaş fotoğraflarının aksine, savaşın şiddetini yansıtan görüntülerden oluşmuyordu. Savaşın şiddetini göstermek, dönemin ahlak ve etik kurallarına aykırıydı. Victoria dönemi koşullarında şiddet içeren görüntülerin kullanımına izin verilmiyordu. Sonuç olarak, Fenton’un fotografik anlatım diliyle savaşın yıkıcılığını betimleyen metaforik görüntüler elde edilmişti. Ölümün Gölgeli Vadisi adlı fotoğraf, zaman içerisinde fotografik bir ikon haline geldi. Günümüzde bu fotoğraf ile karşılaşan izleyicilerin, tarihçilerin, eleştirmenlerin ve sanatçıların yorumları, genellikle bu görselin savaşı en etkili biçimde betimlediği üzerinde birleşmektedir. Fotoğraf kuramcısı Rana Simber Atay bu fotoğrafı tanımlarken, “Savaş fotoğrafına özgü şimdiki zaman ile manzara fotoğrafına özgü zamansızlığın kesişmesidir. Varlığın içinde yokluğu, yokluğun içinde varlığı algılayan metafizik bilince işaret eden bir göstergedir,” ifadelerini kullanır. Bu fotoğrafın, “Savaş fotoğrafçısının eleştirel, evrensel ve individüalist konumunun ideal bir temsili” olduğunu vurgular. Bu fotoğrafın, acının şiddetini gösteren fotoğraflardan farklı olarak acının bilinmezliğini gösterdiğini söyleyebiliriz.

Fotoğrafın ilk yıllarına ait, savaşın şiddetini betimleyen örnekler Fenton’un fotoğrafındaki sade ve metaforik anlatımın ötesine kısa sürede geçmeye başlar. 19 Eylül 1862 tarihinde Antietam Muharebesi’nde, fotoğrafçı Alexander Gardner’ın Amerikan İç Savaşı’nda savaşın şiddetini ölü asker fotoğrafları üzerinden ilk defa bu kadar yakın hissettirdiğine tanık oluruz. Gardner’ın, savaş alanında ölen askerleri taşıyarak yerlerini değiştirmesi, belirli bir düzen içerisinde ve fotoğrafların kompozisyon değerlerini vurgulayacak biçimde yerleştirmesi ise günümüzde hâlâ etik ve ahlaki değerler açısından ele alınan bir tartışma konusudur.


Robert Capa, "Madrid", 1936


Fotoğraflarda şiddetin belgelenmesine dair benzer kaygılar çok önemli sayılabilecek tarihsel olaylar ve savaşlarla İkinci Dünya Savaşı’na dek sürdü. Ve ardından daha sert bir dönem başladı. İkinci Dünya Savaşı sonrası gerek belgelenen gerekse açığa çıkan görseller artık sadece savaş fotoğrafları değil “insanlık suçları” karşısında nasıl bir konum alacağımız sorusuna eviriliyordu. Savaşın şiddeti, buna maruz kalan bedenlerin tasvir alanına dönüşüyordu. Ancak yine de her zaman aynı tartışma ekseninde asılı kalan soru; “Bu savaş fotoğrafları bize ne gösteriyor ya da gösteremiyor?” sorusuydu.


Picasso, "Guernica", 1937

Ünlü Fransız cerrah René Leriche, “Katlanılması kolay tek bir acı vardır, başkalarının acısı,” demiştir. Bu yorum, başkalarına ait acı yüklü durumları gösteren görsellerle yüzleşmemiz esnasında verdiğimiz somut tepkilerle gözlemlendiğinde daha iyi anlaşılabilir. Amerikalı yazar Robert Bloch’un katil Ed Gein’den esinlenerek yazdığı romanından Hitchcock’un 1960 yılında uyarladığı Sapık (Psycho) filmi, döneminin sinema çalışmalarının ötesinde olduğu yönünde değerlendirildi. Hitchcock, acı dolu görsellere bakma iştahına yenik düşecek insanın doğasını çok önceden çözümlemiş görünüyordu. Hitchcock konuyu şöyle yorumlayacaktı: “Uygarlık günümüzde o denli koruyucu bir hal almıştır ki, artık korkularımızdan içgüdüsel olarak kurtulma olanağımız kalmamıştır. Uyuşukluğumuzu gidermek ve ahlaksal dengemizi canlandırmak için tek yol, şok yaratacak yapay araçlara başvurmaktır. Susan Sontag’a göre ise, “Bir görüntüye irkilmeden bakabilmenin yatıştırıcı bir tarafı vardır. Ama irkilmenin de ayrı bir hazzı vardır.” John Berger bu ikircikliğin nedenlerinden birini, tüm teknoloji ve bilgi düzeyindeki gelişimlere karşın acı karşısında fiziksel ve zihinsel açıdan kesin çözümlere varılamamış olması olarak sunar. “İçimiz keder ya da öfkeyle dolar. Keder başkasının acılarının bir kısmını amaçsız bir biçimde yüklenir. Öfke eyleme ihtiyaç duyar” der. “Fotoğraftaki andan kurtulup kendi hayatlarımıza dönmeye çabalarız. Bunu yaparken karşıtlık öyle bir haldedir ki, hayatımıza kaldığımız yerden devam etmek, biraz önce gördüklerimiz karşısında umutsuzca yetersiz kalan bir tepki olarak görünür... Ancak, fotoğraf tarafından tutuklanan okur, bu süreksizliği, kendi kişisel ahlaki yetersizliği olarak duyma eğilimi taşıyabilir.”


Wall Street Journal muhabiri Daniel Pearl, Pakistan 2002

Sonuç olarak, bu fotoğrafların bize ne gösterdikleri sorusu bir yana, savaşı ve hiçleştirdiği insanı izlemenin sıradan, basit, acı vermeyen, ahlaki bağlamda tartışılmayan, kolay bir tarafı olduğunu söylemek zordur. Susie Linfield bu noktada, yani fotoğrafların gösterdiği şiddetin aşırıya kaçtığına dair eleştirilere karşılık olarak, “Bir insanın alçalmasının sorunsuz biçimde gösterilmesi mümkün müdür?” diye sorar.

Şimdi en başa dönelim ve en azından kendi yaşadığımız tarih özelinde bile tekrar tekrar geçmek zorunda bırakıldığımız Ölümün Gölgeli Vadisi isimli fotoğrafa bir kez daha bakalım. Şimdi ve buradan bakınca barındırdığı yokluk hissiyle ve ona rağmen, içinde barındırdığı ipuçları insanı insanca yaşamaya değer bir varlıktan yoksun kılması bağlamında daha fazla kanımızı dondurmuyor mu?