Bu yazımda yılın son film festivali olan 14. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali filmlerini ve Jüri Üyesi olduğum Uluslararası ALTIN TERAZİ Uzun Metraj yarışmasını tanıtmaya çalışacağım.
“Adil Yargılanma Hakkı” temasıyla yola çıkan 14. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali 22-28 Kasım 2024 tarihleri arasında zengin programını sanatseverlerle paylaştı. Adaletin tartışıldığı son yıllarda bu festivalin yapılması önem kazanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sponsorları arasında olduğu festival, Nişantaşı City’s, Kadıköy Sineması ve İBB Beyoğlu Sineması salonlarında, programındaki 60 filmi sanatseverlerle buluşturdu. 21 Kasım gecesi CRR salonundaki açılışında, festival yönetimi Yılın Sinema Ödülü’nü Füsun Demirel’e, Akademik Onur Ödülü’nü Prof. Dr. Sami Selçuk’a, Sinemaya Katkı Ödülü’nü Çetin Tunca’ya takdim etti.
KLASİKLER
Festivalin açılışını yapan film, “Güncelliğini Kaybetmeyen Klasikler” bölümünün 3 filminden biri olan, Orson Welles’in “Dava / The Trial”inin 60 yıl aradan sonra restore edilen kopyası oldu.
Dava / The Trial
Franz Kafka’nın 1924 tarihli aynı adlı romanından 1963’te Orson Welles’in senaryosunu yazıp yönettiği ve bir yan rolde gözüktüğü “Dava / Le Procès / The Trial”, güncelliğini hala koruyan bir klasik olarak takdir gördü. Welles’in “en otobiyografik filmim” diye tanıttığı “Dava”, suçu bile söylenmeden dava açılan memur Joseph K.’nın (Anthony Perkins) sistem karşısında çaresizliğini konu alıyor. Film Jeanne Moreau, Romy Schneider, Elsa Martinelli, Akim Tamiroff başta olmak üzere yıldız bir kadroya sahip. - “Akademik Program” teması ile “Adil Yargılanma Hakkı”na dikkati çeken festival, geçen yıl kaybettiğimiz Fransız sinemasının efsane oyuncusu Alain Delon’u “Şehirdeki İki Adam / Deux Hommes Dans La Ville” (1971) ile andı.
Şehirdeki İki Adam / Deux Hommes Dans La Ville
Jean Gabin’in Delon ile başrolleri paylaştığı, José Giovanni’nin yönettiği bu film, Suç ve Ceza Festivali’nin ruhuna uygun özellikteydi. Polis soruşturmasından, mahkemelerden, infaz kurumlarına kadar adalet sisteminin içinde geçen ve birçok tartışmaya yol açan film, Fransa’da hala giyotinin kullanıldığı bir dönemde idam cezası karşıtlığıyla öne çıkmıştı. Filmografisinin büyük çoğunluğunda suçluları, bir kısmında da kanun adamlarını canlandıran Alain Delon’u da anmaya vesile oldu bu festival. Bu vesileyle José Giovanni ile bir anımı anlatayım. Cannes Film Festivali’ni izlemek için gittiğin 1972 yılında, Nice’teki Studios de la Victorine’de çekilmekte olan bir filmin platosuna davet edilen gazeteciler arasındaydım. Giovanni’nin senaryosunu yazıp yönettiği polisiye drama “La Scoumoune”un setinde Jean-Paul Belmondo, Claudia Cardinale ve Michel Constantin’i bu kez kırmızı halıda değil, işlerini yaparken izlemek fırsatını bulmuştum.
Festival programındaki üçüncü klasik, kısacık (42 yıllık) ömründe Brezilya sinemasının unutulmazları arasına giren Glauber Rocha’nın “Kara Tanrı, Beyaz Şeytan / Black God, White Devil”i (1964) idi. Filmde bir adam maaşını elinden almak isteyen işverenini öldürdükten sonra kanun kaçağı oluyor ve kendisini aziz ilan eden bir adamın peşine düşüyordu. Bu film Cannes Film Festivali’nde gösterilmişti. Ancak biz yenilenen kopyasını izledik. Glauber Rocha’yı ömrümde tek kez, 1967’de Cannes’da “Antonio Das Mortes” ile En İyi Yönetmen Ödülü’nü alırken görmüştüm.
“ALTIN TERAZİ” YARIŞMA FİLMLERİ
Suç ve Ceza Festivali’nin ana bölümü olan “Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması”nda on film var. SİYAD jürisi olarak, üniversite öğretim üyesi Pınar Tınaz ve sinema eleştirmeni Ekrem Buğra Büte ve benim değerlendireceğim filmler arasında, son Cannes Film Festivali’nden üç film var. “Süleyman’ın Hikayesi / L’Histoire De Souleymane” bu festivalin Belirli Bir Bakış bölümünde Jüri Ödülü’nü, Abou Sangare En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. Paris doğumlu Boris Lojkine’in (55) senaryosunu yazıp yönettiği film, Paris’te bisikletiyle yiyecek teslimatı yapan sığınmacı bir adamın, yasal ikamet hakkı elde etmek amacıyla yapılacak bir görüşmeye hazırlandığı iki günü anlatıyor. Yönetmen Boris Lojkine’in “Hope” adlı filmiyle Cannes’da kazanılmış iki ödülü var.
İMDb notu 8.1 olan “Hayallerin Eşiği / The Brink of Dreams” belgesel dramasının iki yönetmeni var: ilk filmlerini yapan Ayman El Amir ve Nada Riyadh. Film, Yukarı Mısır’da oldukça muhafazakâr küçük bir köyde, ailelerinin reddine rağmen tümü kadınlardan oluşan bir oyuncu topluluğu oluşturan bir grup Mısırlı genç kızın hayatını anlatıyor. Aktris, şarkıcı, dansçı olmayı hayal eden, ailelerine ve köy halkına isyan eden genç kızların çocukluktan kadınlığa kadar mücadelelerini izliyor ve önemli seçimlerle karşı karşıya kalmalarını takip ediyoruz. Film kişiliklerini ispatlama savaşı veren kadınların hayallerini nasıl gerçekleştiklerini anlatıyor. Film, Altın Kamera Ödülü adayı olarak yarıştığı Cannes’dan Golden Eye (Altın Göz) Ödülüyle ayrıldı. Hindistan’dan gelen “Santosh”, senarist-yönetmen Sandhya Suri’nin ilk filmi.
Santosh
Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde ödül listesine giremeyen bu cinayet ve gerilim draması, Kudüs Film Festivali’nde En İyi Uluslararası İlk Film Ödülü’nü kazandı. Filmde, yeni dul kalan Santosh kocasının işini Kuzey Hindistan kırsal kesiminde bir polis memuru olarak devralır. Bir kızın cesedi bulunduğunda, karizmatik feminist müfettiş Sharma’nın himayesinde soruşturmasını sürdürür.
Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gösterilen “Siyah Işık Gördüm / Yo Vi Tres Luces Negras” Suç ve Ceza Festivali yarışma programına girdi. Senarist-yönetmen Santiago Lozano Alvarez’in kariyerindeki bu ikinci filmde, yaşlı bir adam ölmek için huzurlu bir yer arayışında Kolombiya ormanlarına gider. Ancak bölgeyi kontrol eden paramiliter askerler, onun ölüm yolculuğunu tehdit eder. “Altın Terazi” yarışmasına katılan iki yerli filmden biri olan Mehmet Ali Konar imzalı “Ceviz Yaprakları Sarardığında” Türkiye’nin yasaklar, kayıplar ve başka dertlerle yaralı Kürt coğrafyasında geçiyor. Film, ölümcül bir hastalıktan muzdarip baba Ciwan’ın ergenlik çağındaki oğlu Fevzi’ye bildiği her şeyi öğretmeye çalışırken politik gerilimin ortasında, iki taraf arasında sıkışmasını konu alıyor. İkinci yerli film, Türkân Süer’in yönettiği “Gecenin Kıyısı”, orduya kayıtsız şartsız sadakatini asker babası aleyhine tanıklık ederek kanıtlamış genç subay Sinan’ın, ne suç işlediğini bilmediği, kendisi gibi subay olan ağabeyi Kenan’ı ifade vermek üzere Malatya’ya doğru çıktıkları 15 Temmuz 2016 darbe girişimine denk gelen yolculukları sırasında geçiyor.
Yunan sinemasından gelen, Elina Psykou’nun bol ödüllü filmi “Boşluktaki Bedenler / Stray Bodies”, AB üyesi devletlerin kürtaj, tüp bebek ve ötanazi yasalarındaki tutarsızlıklar nedeniyle bir ülkeden diğerine giden kadınları takip ediyor. İranlı yönetmen Ferahnaz Şerifi’nin “Çalınan Gezegenim / My Stolen Planet” kahkaha ve gözyaşlarıyla dolu, yaratıcı bir belgesel. Film, 2022’de Mehsa Jina Emini’nin katledilmesinin doruğa çıkardığı protestolarla sona ediyor. Jonathan Millet’nin ilk uzun metrajlı filmi “Hayaletler / Ghost Trail” Suriye’deki savaşa yol açan baskı rejiminin mağdurlarından birinin adaleti sağlama çabasına odaklanıyor. “Altın Terazi” yarışmasının son filmi, Lotfi Achour’un “Kırmızı Çocuklar / Red Path”, terörizm ve terörizmle yetersiz mücadelenin sonuçlarına odaklanan çok katmanlı bir film. Film, kuzeni Nizar’ın yasaklı bölgelerine girdiği için Tunus’un dağlarında cihatçılar tarafından gözü önünde öldürülen çocuk yaştaki Achraf’ın gözünden yaşananları anlatıyor.
İKİ YAN YARIŞMANIN İDDİALI FİLMLERİ
“Adalet Terazisi” başlıklı yedi filmlik bölümde yer alan “Ham Elmas / Wild Diamond” bu yıl Cannes yarışmasının en sönük filmlerinden biriydi.
Agathe Riedinger’in kariyerinin bu ilk filmi, reality TV aracılığıyla yıldız olma hayalleri kuran 19 yaşındaki Liane’ın yolculuğunu anlatıyor. Liane annesi ve küçük kız kardeşiyle Cote D’Azur’deki Fréjus’te yaşar, fiziksel görünüşüne takıntılıdır, yapılan bir oyuncu çağrısına sevinçle yanıt verir. Kafasındaki zafer hayali onu arzularıyla yüzleşmeye götürür. Cannes Direktörü Thierry Frémaux: “Ham Elmas son derece çağdaş ve modern bir film. Agathe’ı davet etmemizin sebebi, Cannes’ın bir keşif ülkesi olmaya devam etmesini sağlayacak güce sahip olduğunu düşünmemizdendir.” Zamanın ruhunu genç nesil üzerinden yansıtan bu toplumsal eleştiri, merkezine gelecek hayalini internet fenomeni ve TV şöhreti olma üzerine kuran Liane’ı alıyor. Film hayatımıza giren ünlü olma isteği gibi bir kavramı, beden sömürüsüne varan tehlikenin boyutlarını ve günümüzde “birisi” olmak tanımının değişen algısını gözler önüne seriyor.
“4. Kuvvet Direniyor” başlıklı 6 filmlik bölüm, tüm dünyada 4. kuvvet olarak bilinen haberciliği farklı açılardan yansıttı. Bölümün ilginç filmi “Pol Pot ile Buluşma / Rendez-Vous Avec Pol Pot” prömiyerini Cannes’da yaptı. Film ülkesi Kamboçya’da Kızıl Kmerler’in yaptığı soykırımı, sinema dilinin sunduğu yaratıcı olanaklardan yararlanarak anlatmaya adayan, usta yönetmen Rithy Panh’ın imzasını taşıyor. Gazeteci Elizabeth Becker’in “When The War Was Over” kitabından esinlenen film, 1978 yılında Kızıl Kmerler’in lideri Pol Pot ile röportaj için Kamboçya’ya davet edilen Amerikalı muhabirler Elizabeth Becker ve Richard Dudman’ın deneyimlerinden yola çıkıyor. Arşiv görüntülerinin etkileyici kullanımı ile dikkati çeken film, hem diktatörlük rejimini hem de kaybolmaya yüz tutan gazeteciliğin sahadaki rolünü sorguluyor. Kamboçya’nın Oscar adayı olan filmde Elizabeth’i Irene Jacob canlandırıyor. Ben kendi hesabıma, Kiéslowski’nin “3 Renk Kırmızı” başyapıtından hayran kaldığım, henüz 58 yaşında olan Fransız aktrisin bu denli yıpranmış halini görmekten çok üzüldüm.