İstanbul Tükenmeden tarihi yarımadanın en eski ticaret merkezlerini geziyoruz!
KENTİN İZİ
İstanbul’un tarihi öneme sahip ve Osmanlı modernleşmesi sonrası ekonomiye can katan Eminönü-Sirkeci bölgesi hanları günümüzde kaybolma riski ile karşı karşıya… Tarihi eser niteliğindeki pek çok han, yakın zamanda restore edilmeyi bekliyor. Gelin bu sayımızda İstanbul tükenmeden Sirkeci Garı’ndan çıkacağımız yolculuğumuzda Sirkeci-Eminönü-Küçük Pazar yönünde devam edelim.
Sirkeci Tren Garı
Sirkeci Tren Garı her ne kadar günümüzde yapılan değişiklikler ile eski işlevini ve özellikle bir dönem Orient Express’in İstanbul’daki son noktası olma görevini kaybetse de, biz İstanbullular bu muhteşem eseri kıyının öteki tarafında Pera’daki Pera Palas oteli ile birlikte düşleriz. 1870’lerde yapımına başlanan ve ilk olarak Yedikule’ye kadar uzanan tren yolu Topkapı Sarayı’nın içinden geçtiği için saraydaki birçok yapının yok olmasına sebep oldu. Her ne kadar Alman mimar Jachmund’un eklektik üslubu çağdaşları tarafından eleştiriye uğrasa da dış cephede inanılmaz süslü çiçek kolyeler, Mağribi at nalı kemerleri, rokoko süslemeleri ile bizlere görsel bir şölen sunar. Yapının sekizgen kuleleri tam bir Mağrip esintisi iken saatler ise Paris’ten özel olarak getirilmiştir. Yapıda yine tipik bir Osmanlı mimari üslubu olan mukarnasları da rahatlıkla görebiliriz. Garın bahçesinde bugün halen ilk Türk makinisti İsmail Hakkı Besem’in kullandığı vagon da sergilenmekte.
İmparator Nikephoros Botaneiates’in Sarnıcı
Cağaloğlu semtinde, Cemal Nadir Sokak’ta yer alan yapının bulunduğu bölge Bizans döneminde yoğun olarak yerleşim görmüştür. 10-11. yüzyıllar dolaylarında inşa edildiği düşünülen sarnıcın, İmparator Nikephoros Botaneiates’e ait bir sarayın altyapısı olabileceği öne sürülse de söz konusu iddialar kesinlik kazanamamıştır. Cemal Nadir Sokak’a bakan cephe duvarına, yapının Osmanlı dönemindeki kullanımı sırasında çeşitli büyüklükte pencereler açılarak içeriye ışık girmesi sağlanmıştır. Günümüzde sütunlu orta mekânı suyla dolu olarak bakımsız bir halde bulunan yapı, kısmen içecek deposu olarak kullanılmakta.
Osmanlı Neo-Klasiği Örnekleri ve Büyük Postane
Yapımına 1905 yılında Posta ve Telgraf Nezareti binası olarak başlanan Büyük Postane, Mimar Vedat Tek’in ilk eseri olup ülkemizin en büyük postanesidir. 1909 yılında yapımı tamamlanan bina 1930’lu yıllarda “Yeni Postane” adını alırken sonraları “Büyük Postane” ismi ile günümüze kadar gelmiştir. Tuğlalarını Vedat Tek’in özel olarak tasarladığı girişi çok büyük bir salona açılır. Çatıya dek yükselen tavan, turuncu ve mavi renk ağırlıklı camlarla kaplıdır. 1927-1936 yılları arasında İstanbul Radyoevi olarak da hizmet eden Postane binası içerisinde, günümüzde telekomünikasyon tarihi hakkında bir müze de bulunmakta.
Vlora Han (Güllü Bina)
İstanbul’daki en önemli art-nouveau üslup bina sayılan Vlora Han’ın günümüzdeki hali maalesef içler acısı. Yıllarca bakımsızlıktan simsiyah olmuş binanın güllerle kaplı cephesi ancak Beyoğlu’ndaki Botter Apartmanı ile karşılaştırılabilir. Binanın ne yapım yılı, ne de mimarı tam bellidir.
Sanasaryan Han (Tabutluk)
Aslen Ermeni patrikliğine ait olan bu binanın el değiştirmesinin ve sonrasında günümüzde beş yıldızlı bir otel olmak üzere hazırlanmasının hikâyesi aslında tarihin karanlık sayfalarına bir dönüş gibidir. 1935 yılında el konulan ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan bina uzun yıllar işkence metotları nedeni ile halk arasında korku salmaya devam etti. Dik bir tabuta benzeyen hücrelerinden ötürü binaya “Tabutluk” da denilir. Oturmanın mümkün olmadığı bu hücrelerde kişi, günlerce ayakta kalma işkencesine mahkûm edilirdi. Sanasaryan Han’ın işkence tezgâhlarından çok sayıda yazar, aydın, sanatçı geçti.
Bir Restorasyon Mucizesi: Yeni Camii Hünkâr Kasrı
17. yüzyıl Osmanlı kasırlarının en ihtişamlılarından biri olan Hünkâr Kasrı, III. Murat’ın eşi Safiye Sultan’ın isteği üzerine inşa edilmiş. Kasır, padişah ve ailesinin zaman zaman namaz öncesi ya da sonrası, zaman zaman da özel günlerde ibadet etmesi ve dinlenmesi amacıyla uzun yıllar hizmet vermiş. Asırlar boyunca padişahlarla sultan hanımların en gözde yerlerinden de biriymiş. 2004’te imzalanan protokolden sonra, yapının restorasyonu için 50 kişilik bir ekip 4 yıl boyunca çalıştı ve bu çalışma sonucu binanın ömrü 400 yıl daha uzatıldı. Bu özenli ve âdeta kılı kırk yaran üstün çalışma elbette karşılıksız kalmadı. Avrupa Birliği Kültürel Miras Ödülleri’nde, Türkiye’den “Yeni Camii Hünkâr Kasrı Restorasyon Projesi” ‘koruma’ kategorisinde ödüle layık görüldü. Yeni Camii’nin bitişiğinde yer alan yapı iki büyük oda ve bir büyük terastan oluşmakta. Yüksek tavanlarıyla, tepeden tırnağa çini kaplamalarıyla, dev ve görkemli kapısıyla, penceresi denize bakan odasıyla Hünkâr Kasrı bizlere Topkapı Sarayı Harem Daire’sinin ihtişamını sunmakta.
Mısır Çarşısı
Çarşı kelimesinin kökeni Farsça “cahar” (dört) ve “su” (taraf, sokak) sözcüklerine dayanmakta olup, “dört sokak” manasına gelmektedir. Mısır Çarşısı’nın bulunduğu Eminönü sahil kısmı, Bizans devrinden itibaren yoğun bir pazar alanı olma özelliği göstermektedir. Ticarette denizin önemli bir yer tuttuğu o dönemler için İstanbul’un tarihi yarımadasındaki sur içinin merkezi noktalarından biri olan bu bölgede işlek ticaret faaliyeti şaşırtıcı değildir. Ptokhoprodromos’un bir yazısında dile getirdiği gibi Bizans devrinde de yaklaşık olarak Mısır Çarşısı ile aynı yerde Makron Envalos adında bir baharatçılar çarşısı bulunmaktadır. Mısır Çarşısı, Yeni Camii Külliyesinin bir parçası olarak inşa edilmiştir. Padişah III. Murad’ın eşi, Safiye Sultan’ın emriyle 1597 tarihinde temeli atılan Yeni Camii’nin inşası 1663 tarihinde bitmiştir. Bu yapı Osmanlı tarihinde en uzun süren cami inşası olan Yeni Camii külliyesi içerisinde yer almaktadır.
Balkapanı Hanı
Osmanlı İmparatorluğu’nda her sanat dalı topluca aynı çarşıda bulunuyordu. “Kapan” adı verilen ve genellikle kapalı bir çarşı halinde olan bu yerler, satıldıkları ürünün ismiyle anıldığından un kapanı, bal kapanı, yağ kapanı olarak adlandırılırlardı. Günümüzde Unkapanı bölgesi un kapanının adı ile, Karaköy Perşembe Pazarı ise bir zamanlar burada bulunan yağ kapanı ile bilinirken, geriye sağ salim bir tek Bal kapanı kalabilmiştir. Buralarda esnaf için gerekli ham madde sağlanır, şehir halkının ihtiyacı olan temel besin maddelerinin kente girişi ve dağılışı gerçekleştirilirdi. Kapan kelimesi kantar anlamında kullanılmaktaydı. Bal kapanı Hanı, İstanbul Limanı’nın en işlek yerindeydi. Hemen yakınında bulunan ve günümüzde de aynı adı taşıyan Uzun çarşı, limandan başlıyor ve kentin bedestenine kadar (Cevahir Bedesteni olarak adlandırılan bölüme) uzanıyordu. Osmanlı döneminde buradaki ticaret çok ciddi kurallara tabiydi. Bal ticareti ile uğraşan kişi, önce kadı’nın huzuruna çıkıyor ve kapana getireceği balın miktarını kayıt ettiriyordu. Tüccarlar alacakları malın ücretini üreticiye peşin olarak ödüyorlardı. Bu işle ilgili olarak ellerinde yazılı belgeler bulunuyordu. Bu belgelerde kapana bağlı tüccar olarak bal alımı yapabileceklerini gösteriyorlar ve satın aldıkları balın kapana sevkini sağlıyorlardı. Günümüzde özellikle bölgedeki esnafın bir depo olarak kullandığı han, bakıma muhtaç halde meraklılarını beklemekte.