İsrail´de yaşayan ancak Türkçe yazan yazarımız David Levi ile yeni kitabı "Leyla´nın Kahvesi" üzerine konuştuk. Bilgi Yayınları tarafından yayınlanan bu kitapta kültürler arası çelişkiler, aile hayatının önemi, annelik duygusu ve manevi değerlerimiz gibi konular, sürükleyici bir kurgu içinde işleniyor. Genç ya da yaşlı geniş bir okuyucu kitlesini ilgilendireceği beklenen kitapla ilgili sözü yazarımıza bırakıyoruz.
1948'de Milas'ta doğdum. Orada ilkokulu bitirdikten sonra orta ve lise öğrenimime İzmir' de devam ettim. 1972'de ODTÜ Kimya Mühendisliğinden mezun oldum. 1973'te İsrail'e göç ettim. Kendime bir iş bulduktan sonra gençlik aşkımla İsrail'de yeni bir hayat kurma planlarınızı gerçekleştirdik. Mutlu evliliğimizden iki çocuğumuz oldu. 1973'te Hayfa Rafinerisi'nde çalışmaya başladım. O dönemde, Hayfa Teknik Üniversitesi'nde, geleceğin enerji konuları üzerinde Master'ımı yaptım. 1983-86 yıllarında Güney Afrika'daki, o zamanların en ileri endüstri teknolojisini içeren Sasol şirketinde çalışıp, geri döndüm. Daha Sonraları, İsrail'in en büyük ve tanınmış mühendislik şirketlerinde Senior Process Mühendisi olarak mesleki hayatıma devam ettim. İsrail'de kurulan veya modernize edilen pek çok projeye imzam' attım. 2015 senesinde resmen emekli olsam da, biriken tecrübemi hem İsrail'de, hem de Türkiye'deki çeşitli şirketlerle işbirliği yaparak paylaştım ve bugünlere geldim. Rahmetli Üzeyir Garih ile İsrail-Türkiye Ticaret Odasını hem İsrail'de hem de Türkiye'de kurduk ve bu konuda uzun zaman faal bir şekilde çalıştım.
Edebiyata ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?
Genelde kitap okumaya, üniversite yıllarında başladım. Bizler günü gününe yaşayan, dar gelirli bir aile idik. Babam, kitaplar üzerine yaptığım harcamaları üniversite aylığıma ilave edip beni daha çok okumaya teşvik ederdi. Üniversite yıllarımda beni duygulandıran konular ve olaylar üzerinde küçük makaleleri defterime yazardım. Gençlik yıllarından başlayan kitap okuma zevki, genelde ünlü yazarların bilinen kitapları ile devam etti. Her Türkiye ziyaretinde, evime 1520 kitap ile dönerdim ve hala bu alışkanlığım devam ediyor. Genelde kişisel değerleri vurgulayan kitaplar ilgimi çeker...
Şimdiye kadar kaç kitap yazdınız, bunların kaçı yayınlandı?
Kitap yazmaya yaklaşık 10 sene önce başladım. İlk kitabım "incir yaprağı" dır. Daha sonra "Leyla'nın Kahvesi", "Sünger Avcıları", "Kirpiklerindeki Tuz" ve "Biz Kötü Olmayahm" kitapları birbirini kovaladı. Bunlardan sadece "Leyla'nın Kahvesi" çok yakında Bilgi Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Yavaş yavaş diğerlerinin de yayınlanması için Türkiye'de bir arayış içindeyim. Ayrıca bugünlerde yeni bir kitap daha yazmakla meşgulüm.
"Leyla'nın Kahvesi" oldukça sürükleyici bir kurgu. Hatta ileride filme bile alınabilir. Böyle bir kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz ve ne kadar sürede yazdınız?
Evet... "Leyla'nın Kahvesi" tam manası ile bir kurgudur. Bu kitap yazdıkça gelişti. Kitabı tamamlamam, daha sonra revize etmem yaklaşık 3 senemi aldı. Kitapta vurgulanan konular, bir şekilde beni yaşamım boyunca etkileyen olaylardan esinlenmelerdir. Dolaylı veya dolaysız yaşanan, duyulan, hissedilen bazı olaylar, bu kitapta, değişik bir şekilde dile geldi. Yıllar önce, Amerika'da mısır darısından etanol elde etme projesi için 3 seneye yakın bir süre Williamsburg, Baton Rouge ve New Orleans civarlarında, daha önceden tanımadığım Amerikan kültürü ile karşılaştım. Bir tarafta mütevazı şartlarda yetişmiş Milaslı bir çocuk ve diğer tarafta oldukça gelişmiş, modern, çok farklı bir yaşam tarzı... Belki de bu değişik kültürler "Leyla'nın Kahvesi" kitabımın öz kaynağı oldu.Sonuçta, bizleri etkileyen, hayatımız boyunca, aktıkça akan yaşam nehrimizde karşılaştığımız olaylar değil midir? "Leyla'nın Kahvesi" de farklı kültürlerin dile geldiği bir öykü oldu.
Kitapta Milas'ın Kargıcak köyünden gelen saf ve temiz bir köylü kızının beklenmedik trajedisini anlatıyorsunuz. Neden Milas, neden Kargıcak Köyü?
Her şeyden evvel Milas'ta doğup büyümüş olmak... Oranın yerel kültürü ile yetişmek... Kişiler arasında inanılmaz bir sevgi ve saygının olduğu, değerlerin günlük hayatımızı doldurduğu yaşam tarzı ile hayata atılmak... Benim için daima bu, sanki Milas'a özel bir şey gibi gelirdi. Dedelerimin dedeleri, Milas'ta doğup büyüdüler. Bizler Yahudi olarak oradaki yerel halktan hiçbir zaman bir ayrımcılık görmedik. Tam tersine... Komşularımız bizim ailemizin ayrılmaz bir parçası idi. Onun için ben daima "Milaslı olmak bir başka şeydir" derim. Babamın küçücük bir manifatura dükkanı vardı; onun sadık müşterileri Milas'ın çevresindeki köylülerdi... Hemen her Salı pazarına, bizlere eli boş gelmeyen köylüler, evimizde yatıp kalkan köylü kadınları... Evet... Tam bir aile misali... Gururun, büyüklüğün olmadığı, samimi bir ortak yaşam ve destek. Hemen her problemi babama gelip danışmaları ve ona güvenmeleri... Bütün bunların bir kardeşlik havası içinde, hiçbir karşılık beklenmeden yapılması... Bizler Milas'ta bunları gördük, bunları yaşadık, bu şekilde eğitildik... Ve iyi ki ailemiz bize bu yaşam kültürünü aşıladı. Onun için "Leyla'nın Kahvesi" bir şekilde Milas'ta başladı. Neden Kargıcak Köyü sorusuna gelince... Bu da ilginçtir... Ben daha ilkokuldaydım. Bir pazar günü babamla Kargıcak Köyüne gittik. Orada, nüfus sayı mı yapılması için babam görevlendirilmişti. Hatırlıyorum oldukça büyük bir defterle o köye gelmiştik. Köyün kahvehanesinde, yanımızda köyün muhtarı, köydeki her kişi bu deftere kaydedilmeliydi. Kahvehaneye gelemeyen ihtiyarları biz teker teker evlerinde ziyaret ettik. Gittiğimiz her evde, bize bir Tanrı misafiri gibi davranıldı. Ve işimiz bittiğinde her biri bize evlerinde yaptıkları zeytinler, mis kokan sac börekler!, bezirmeler, bal, pekmez ve buna benzer şeyler hediye etmek istediler. Tabii ki babam onlardan hiçbir şeyi almayı kabul etmedi. Biz bir görevli olarak, o köyde misafir idik... Gösterilen bu sevgi, saygı anlatılması zor bir şeydi. Aradan çok uzun bir zaman geçse bile, bu güzel hatıralar asla ve asla zihnimden silinmedi ve bunları çocuklarıma da defalarca anlattım... İşte, 'Neden Kargıcak Köyü?' sorunuza, cevabım budur.
Kendini bir şekilde Amerika'da bulan Ülfet adlı kahramanımızın oradaki adalet arayışını anlatırken Amerikan adalet sistemi hakkında nasıl bir araştırma yaptınız, hangi kaynaklardan faydalandınız?
Kitabı yazarken, Amerika'da olan bir mahkeme, adalet, hukuk konusu gelişti. Bu benim daha evvelden hiç bilmediğim bir konu idi. Merakımı uyandırdı ve mahkemelerin ve adaletin nasıl icra edildiğini araştırmaya başladım. Ayrıca avukat olan bir arkadaşıma danıştım, ondan çok şey öğrendim. Ve sonunda bütün bu öğrendiklerimi Ülfet'in davasına aktardım. Tabii ki, ben bütün bunlara bir mühendis açısı ile baktım... Sonunda benim ne bir hukuk eğitimim ne de buna benzer bir hayat tecrübem vardı ancak, ben bir kitap yazıyordum ve yazılanların mümkün olduğu kadar, hakikate yakın olması gerekiyordu...
Kitaba adını veren Leyla otistik bir genç kız. Otizm konusundaki ilginiz ve araştırmalarınız hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
Engelli insanlara yaklaşımım her zaman çok özel olmuştur. Bilhassa konu çocuklar olunca... Hayata belli bir eksiklik ile başlayıp devam eden bu çocukları daima desteklemeye çalıştım, ve desteklemekteyim... Otizm özellikle dikkatimi çeken ve üzerinde pek çok araştırma yaptığım bir konudur. Maalesef bugünkü yaşam koşullarında bizler Otistik çocuklara verilmesi gerektiği kadar ilgiyi ve imkanları sunamıyoruz. Bir İzmir ziyaretindeyim... Tepecik semtinde, Sayın Moris Bencuya tarafından desteklenen, Otistik çocukların eğitim gördüğü bir okulda tesadüfen kendimi buldum. Bu iki saatlik bir ziyaret idi. Orada çocukların nasıl iyi eğitildiğini, hangi imkanların onlara sağlandığını okulun müdürü ile konuştuk. Çocukların teşhir ettikleri resimleri, el işlerini, bahçede karşılaştığım basketbol oynayan ya da oynamaya çalışan Otistik çocukları gördüğümde çok etkilendim. Onun için kitabımda Leyla'yı Otistik bir kız olarak göstermeye karar verdim. Belki bu, bir yerde, bir şekilde konunun gündemde kalmasında "denizde bir damla su" misali yardımcı olur diye düşündüm. Otizm üzerinde oldukça büyük araştırmalar yaptım. Hala Amerika'daki bir Otizm Araştırma Enstitüsü'nün fahri üyesiyim, orada bu konuda yapılan gelişmeleri, araştırmaları günü gününe takip etmekteyim.
"Leyla'nın Kahvesi" kişisel değerlerimiz üzerine insanı düşündüren bir kitap. Bu kitapta hangi mesajları vermek istediniz?
Her şeyden evvel bir köylü kızımın hangi aile değerleri ile büyütüldüğünü anlatmak... Aşkın nasıl temiz duygularla genç kişiler arasında başlayıp geliştiğini dile getirmek. Sevgi, hürmet, saygı, sadakat nedir ve nasıl olmalıdır, bunların açıklaması... Gün gün özlemini çektiğimiz bir arkadaşlık şekli... Aşırı alkolün ne kadar kötü bir şey olduğunun, insanları ve aileleri nasıl yok ettiğinin, yıkıp kavurduğunun örneği bu kitapta... tabii ki bundan öğrenilecek çok şeyler var... Bizler yaşamımızda her şeyi bildiğimizi sanırız, ama maalesef aramızda bunları hala idrak edemeyenler çok. Bir annenin çocuk sevgisi... Çocuğu ile yeni bir hayata nasıl bağlandığının örneği, ki bilhassa bu Otistik bir yavru olursa, nasıl olur... güçlükler ve onların altından kalkma... Otizm konusundaki duyarlılık, onların da hayatın bir parçası olduğu, onların yetişmeleri, topluma kabul edilmeleri, ailedeki yerleri... Insani değerlerin günlük hayatımızdaki yerlerinin tekrar tekrar vurgulanması... Evlatlık edinme mefhumu ve bunun sorumlulukları. Aile hayatında kocanın ve kadının yeri ne olmalıdır, manevi değerlerimiz, bilhassa anneler için bunun ne anlam ifade ettiğini anlatmak. Bütün bunlar bence bizlerin gün gün yaşayıp da farkına varmadan, istemeden, "es geçtiğimiz" konulardır... İşte... bu kitabın amacı budur... Doğru, basit ve akıcı bir lisanla topluma katkıda bulunacak bir hikayenin dile gelmesi. Deneme baskılarını okuyanların bana verdiği cesaret ayrı bir konudur... Ve sonunda onların bana verdikleri olumlu tepkilerle kitap son durumunu aldı. Burada bu kişilere bu vesileyle teşekkür ederim.
Hedef kitleniz…
Hemen her yaşa ve kişiye hitap eden bir hikâye. Ben bu kitabın okuyucu kitlesinin çok geniş olacağını düşünüyorum... Değerli ve konuyu iyi bilen bir arkadaşımın, bu kitaptaki hikâyenin ileride bir film de olabileceğini bana bildirmesi beni daha çok kamçıladı. Belki bu kitap üzerine bir gün, bir “film senaryo çalışması” da başlayabilirmiş... Artık bunu yolda giderken göreceğim.
Son zamanlarda hangi kitapları okuyor ve beğeniyorsunuz?
Son zamanlarda okuduklarım; Dürtme, Trendeki Kız, Kürk Mantolu Madonna, Nefes Nefese, Mart Menekşeleri, Aşk Kaçışları, Bin Muhteşem Güneş, Durulmayan Bir Kafa... adlı kitaplardır.
Yeni kitap projelerinizden söz eder misiniz?
Yazmaya devam, durmak yok... Her şeyden evvel yayınlanmayan 4 kitabıma uygun bir yayınevi bularak bu kitaplarımı da okuyucu kitlesine sunmak. Şimdi emeklilikte kitap yazmak için daha çok zamanım var...