On iki yaşındaydı anneannem evlendirildiğinde… Çocuk! Parasızlıktan da değil ha! Varlıklıydı ailesi! Tam iki kere altın dolu küp bulmuşlardı köyde… Gömü! Neydi dertleri öyleyse? Bilmem! Çocuktuk, hiç sormak gelmedi aklımıza.

Taş evin üst camından avluda oynayan çocuklara bakardım hevesle! Kaçtım aşağı, ben de girdim ip atlamaya, ta ki bir dedemiz vardı, gölgede ikindi keyfinde, Gelin, gelin!diye seslendi, Bırak ip atlamayı da, al şu süpürgeyi avluyu süpür!’” Köy adetleri işte! Selanik çevresi beş yüz yıl Osmanlı olmuş, benzeşmiş demek. Ailenin malı mülkü de oğlan çocuklarının! Kız çocuklarına verilmez!

Anneannemin okul yüzü görmüş olacağına ihtimal vermiyorum, annem ilkokuldan terk. Ama kadın, güçlü köylerde... Üstelik de bilge! Hem psikolog hem sosyolog! Annemin kuzinleri anlattıydı, “Köyde kavga mı etti taraflar? Öyle ona haklısın, buna haklısın demeyeceksin, hepten kızışır ortalık! Çekeceksin taraflardan birini, yükleneceksin, sen hatalısın,diyeceksin, ötekini ayrı çağıracaksın, ona da yanlışsın, diyeceksin. Bunlar eve gidince işin muhasebesini yapacak akıllarında, ben nerede hata yaptım, diye kendini sorgulayıp, davranışına ayar verecek.” Evin gailesi, çocukların gailesi kayınvalide, kayınpeder hükümranlığı, bir de tütün varmış bizim köylerde, meydanda analıkızlı toplanır, tütün dizerlermiş.

KIRSALDA KADIN

Yokluk yılları, savaş yılları, karmaşa, 1917-25 arası tası tarağı toplayan İstanbul’a, metropole göç etmişler. Medeniyete! Kimisi Aksaray’a kimisi Galata’ya, kimisi Boğaz’a, bizimkiler de Bakırköy’e... Neden Bakırköy? Bilmem? Bakırköy - Yeşilköy o yıllarda köy, ama İstanbul köyü! Hani adab-ı muaşeret bilen, yol yordam bilenlerden oluşmuş bir köy! Burada adam etmişler bizimkileri. Gerçi bu arada anneannem kaynanasının yemek dolu tenceresini yemiş başından aşağı ama malum, bu dünya fani! Kadın kısmı okumaz deniyor o yıllarda. İyi de, ne olurum ne olmam, annem ile teyzemi, (o zamanın terimi ile) bir “altın bileziği” olsun diye mi artık, yoksa evinde hanımlık bilsin diye mi, Rum bir “madam terzi”nin yanına göndermişler.

Kadın evini idare etmeyi bilecek, bütçesini gelirine göre ayarlayacak, temiz olacak. Evde turşu kurulur, evde et kurutulur, lakerda yapılır, tuza sardalye basılır, börek açılır… Evler ahşap ve üç dört katlı ya, ahşap zeminler hem haşarata karşı hem dezenfekte etmek amaçlı, haftada bir gazla fırçalanır. Evlerin en alt katı mutfak. Oraya ayrıca sokaktan bir küçük kapı ile girilir. Çamaşır ahşap teknelerde yıkanır, yemekler “kamineto” denilen gaz ocaklarında pişirilir. Kadın evini genelde kendi, varsa kızları, eltisi, görümcesi ile temizler. “Nasıl başa çıkıyorsun?” diye sormuştu annem bir arkadaşına, mutfağın üst raflarında boy boy pırıl pırıl kalaylanmış tencerelerini görünce; iki erkek çocuk, bir de koca, üç erkek evde. “Sen deli misin?” demiş Katina, “Onlar işin havası!” Alt dolapları açmış; bütün kullanılmış, yanmış, kalayı çıktı-çıkacak tencereler orada! Üç erkeği zapt etmek de ayrı dert ama yırtmış Katina! Bir - üç - beş, yola koyamayınca kocayı, konukların önünde tuvalete giden kocasına salondan bağırmaktan da çekinmemiş: “Pandeliii, çişini deliğe!!!

Öte yandan Polikseni’nin ise ev işi filan umurunda değil! Ver elini gezmek, ver elini kocasının da oynadığı erkekler grubu ile pokere oturmak! Ertesi günü kızlarını evlendiriyorlar, gece saat üç, kapımız çalındıydı. Toplamışlar milleti, kâğıda oturdular salonda babamla, ertesi günü pazar, sabah saat 11’lere kadar... Polikseni o saatte evine gitti, giyindi ve kızının düğününü yaptı. “Dostunu alıyor eve, kocası en üst katta uyurken” derlerdi. Sonunda birisi dayanamayıp, kocasına açmış konuyu, aman adam bir zılgıt yemiş, “Nasıl iftira edersin karıma?” diye! Böylesi kocaya mı özenelim, kadını mı yargılayalım...

Gona ile İlo çifti de köyden kente göç edenlerdendi. Maço erkekmiş İlo (İlia), ufak tefek yapısına nazaran. Gona ise etine dolgun, yüzü kanlı canlı, kadın irisi. İlo her fırsatta itip kakıyor Gona’yı: “Olmamış bu yemek!” veya “Çorba tuzlu!” Sabretmiş kadın, kocaya saygıdan. Ama arada bir-iki sınırı geçen hareketi olunca, Gona’nın da tepesi atmış. “İlo, gel bakim bu yana! Kadın öyle dövülmez, böyle dövülür” deyip bir güzel patakladıktan sonra gül gibi geçinip gitmişler! O kadar ki, İlo’nun isim günü haftasında hallaca dövdürdüğü döşeğinde, misafirler gelecek ya, çökme olmaması için konuklar gidene kadar kocasına “Kendine yatacak yer bul, bu hafta yatağımızda yatmak yasak! diyebilmiş. Bu arada o yıllarda çok itina edilen konu, “Kol kırılır, yen içinde kalır” mucibince gerek kayınvalideden, gerekse kocadan şiddet görüp maddi güç eksikliği nedeniyle susan yüzlerce kadın da makûs kaderini sessizce yaşayanlardan oluyordu!

Kadınlar o yıllarda eğitimsiz ya, öyle şirket filan hak getire! Ancak eşinin iş yerinde elbette ki ağırlığını koyacak! Turgay Tuna’nın Bakırköy adlı kitabında yer alır hat boyundaki Bulgar dondurmacı, Bakırköylüler de anlatır: “Madam oradaysa eyvah ki eyvah!” Kocası bonkör, çalakaşık doldururmuş külahı, kup’u her ne ise! Ama Madam tezgaha geçti miydi…! Kasanın idaresi, kadınlara has bir şey. İster evde, ister işte olsun! O yılların deyimi ile: “Kadın erkeği vezir de eder rezil de!

Kadından bakkal olmuş (elbette ki, kocasına çırak), yukarıda bahsettiğim gibi terzi olmuş, ev işlerine gidenler olmuş, kuaför olmuş, bir tane vardı iğneci olmuş, gene bir tane vardı, zamanında Beyoğlu’nda sutyen ve korse atölyesinden emekli, evinden devam ediyordu artık işe…

Bakırköy’de kadın bu konumdayken, şehre inilince kadının biraz daha evrim gösterdiği görülüyor.

ŞEHİRDE KADIN

Daha önceki bir yazımda Zappion gibi, Kendrikon, Yoakimion gibi, hatırlayacaksınız, görkemleri ile eğitimleri dengede eğitim yuvalarından, yabancı dilde eğitim veren orta ve lise dengi okullardan dolayı, yavaş yavaş kadının eğitim seviyesi yükselmeye başlıyor. Buralardan şehrin her köşesindeki sair eğitim kurumlarına sayısız Kalyopi Kehaya gibi, Eftalia Adam gibi müdireler, öğretmenler yetiştiği gibi, aldıkları sağlam eğitimle kendilerine güveni artmış genç kızlar, her türlü fırsatı değerlendirerek kendilerine daha sağlam “altın bilezik”ler kazandırmaya yöneliyorlar.

Her seviyedeki tüm okullarda sanata çok önem verildiği görülüyor. Özellikle dinen ve etik olarak Müslüman kızlara sahnenin “mekruh” sayıldığı bu yıllarda, sahne sanatlarına (Tiyatro Ekaterini Veroni, Pola Morelli) veya müziğe yönelenler var; Deniz Kızı Eftalya, Kantocu Virginia gibi... Yılsonu mezuniyet törenlerinde Sofokles’in Elektra’sı, Racine’nin Ester’i gibi piyesler sahneye konuyor. İstanbul’un ilk feministlerinden sayılan Eva Teodoridis’in evindeki Paris saray çevrelerindeki gibi aydın toplantılarında, şair Virginia Evangelidis, müzikolog Sofia Spanudi, ressam Kleoniki Aspriotis gibi değerlerin katılımı ile kadın hareketi yanında, sanat, müzik gibi konuların tartışıldığı görülüyor.

Eğitimli kadınların yoğun olarak katıldığı bir diğer faaliyet de dernek çalışmaları. Hemen hemen her kilise çevresinde illa ki bir “kadın yardımseverler derneği” mevcut. Bu dernekler o yöredeki cemaatin ihtiyaçlarını karşılamak üzere maddi destek toplama kaygısında. Dernek mensubu olarak bugüne kadar adını duyurmuş en ünlü kadın, meşhur banker ve iş adamı George Zarifi’nin karısı Eleni ve bağışı Büyükada Yetimhanesi’dir. Kilise yönetim kurulları ise son yıllara kadar hep erkek hegemonyasında kaldı.

El sanatları, konfeksiyonun olmadığı o yıllarda şehir içinde de geçerli. Cadde-i Kebir üzerinde Özellikle Hacopulo ve Aznavur Pasajları’nda son zamanlara kadar mevcut olan nakışçı, modelci kadınların işlettiği dükkânlar, kadın terziler, halen zamana direnen şapkacı Katia ve nihayet Kurtuluş’ta yıllarca dükkânının başında, ilk ve tek meyhaneci Despina’yı kesin anımsayacaklarınız olacaktır! Paralı kesim mensupları ise yurt dışında eğitim alıp, döndüğünde mesleğini devam ettiriyor, diş hekimi Eleni Panti Valyas gibi…

1918’de Bolşevik ihtilali ile İstanbul’a gelen Beyaz Ruslar arasındaki soylu, sanatçı kadınların da cemiyet hayatına katkıları yadsınamaz. Bunlar arasında şarkıcı Negroponti’nin arkasında ona piyanoyla yıllarca eşlik eden ve Nermin Bezmen’in, bir kitabındaki kahramanı ile bağlarını ortaya çıkararak ölümsüz kıldığı Madam Taskin (Barones Valentina Taskina) artık Şişli Metamorfosis Rum Mezarlığı’nda yatmaktadır.

GÜNÜMÜZDE

21. yüzyıl İstanbul’una iz bırakan ve bırakmaya devam eden kadınlar arasında farklı alanlarda kendini gösterenlere örnek olarak, çağımızın önemli felsefecilerinden Prof Dr. İoanna Kuçuradi, Türkiye’ye Aktüerya Matematiği (Sigorta Matematiği) alanını tanıtan Prof. Dr. İrini Dimitriadis, sanat tarihçisi ve Işık Ün. Güzel Sanatlar Fak. Dekanı Prof. Dr. Eva Şarlak, nispeten genç kuşağa mensup Yrd. Doç. Dr. Marilena Leana Taşçılar, Kimya-Biokimya-Adli Bilimler uzmanı Prof. Dr. Ersi Abacı Kalfaoğlu’nu sayabiliriz.

Cherchez la femme!” (Kadını Arayın!) diyor baba Alexandre DumasLes Mohicans de Paris” adlı eserinde. Yani her işin her olayın arkasında illa ki, onu etkileyen veya tetikleyen bir kadın vardır, diyor. Yunanlıların unutulmaz bestecisi Vasilis Tsitsanis’in Alexandre Dumas’ın bu sözlerini nakarat olarak kullanarak erkeklerin mağduriyetini anlattığı birkaç satırla bitirelim bu yazımızı…


Ki an ğirizoume ksenihtides ta vradia (Ve eğer ki sokaklarda sabahlıyorsak)
Ki’an romantzes tragoudame sta skotadia (Ve aşk ezgileri söylüyorsak karanlıkta)
Ki’an ta niata mas ta kaname rimadia (Ve gençliğimizi de harap ettiysek bu yolda)
Kai me pono ta potiria mas roufam’ (Kadehlerimizi de acıyla yudumluyorsak )
Serse la fam, serse la fam (-arkasında- Kadını arayın, kadını arayın.) 

Kaynaklar

İstanbullu Rumlar, Sula Bozis
21. Yüzyılın İstanbul’unda Rumlar
, Kornilia Çevik Bayvertyan
Anılarım