Cadılık, folklor, maneviyat ve kültürel tarih yanında, insanların hayal gücünü de geniş çapta etkilemiştir. Cadılığı keşfetmek, insanlığın en derin korkularına, oradan da umutlarına ve görünmeyen dünya üzerinde kontrol kurma arzusuna hatta çoğu zaman da arzudan da güçlü, hırslarına çözüm olacaktı. Nitekim birçok antik toplumda, şifalı bitkiler, şifa veya büyü konusunda özel bilgiye sahip olduğu düşünülen kişiler, toplumları içinde saygın konumlara sahipti. Örneğin, şamanlar, şifacı kadınlar ve bilge adamlar, bugün cadılık olarak sınıflandırılabilecek ritüellerde, infüzyonlar, lapalar, tılsımları sıklıkla uygularlardı. Ay evreleri gibi semboller, büyücülere ritüellerini zamanlamalarında rehberlik eder, yeni ayda yeni başlangıçlar için büyüleri hizalar veya azalan ayda olumsuzlukları kovardı. Antik Yunan büyücüsü Hekate’nin kehanetlerine ve koruyucu güçlerine inanılırdı meselâ.

“Büyücü”den “cadı”lığa geçiş
Gerek “büyücü” gerekse “cadı” kelimeleri eski İngilizce kökenlidir, ancak her birinin nasıl kullanıldığı toplumsal görüşlere göre şekillenmiştir:
“Büyücü” (bilge anlamına gelen “wisard” kelimesinden gelir) bilgelik ve öğrenilmiş beceri içeriğinde kullanılır. Genellikle erkektirler, büyü veya simya kullanan alimler olarak saygı görürler.
“Cadı” ise (muhtemelen eski İngilizce “wicce (kadın cadı) wicca (erkek cadı)” kelimesinden gelir) ama genellikle kadınlar için kullanılan bir sıfattır; genellikle doğaüstü güçleri ima eder. Birçok kültürde cadıların, doğaüstü güçler tarafından bahşedilen hem şifa hem de zararla ilişkilendirilen güçlere sahip olduğuna inanılırdı.
Büyücülükten cadılığa geçiş tek bir tarihsel dönüm noktasına dayanmaz. Zaman içinde dil değişimi, tarihsel normlar, dinî görüş açıları gibi multifonksiyonel etkiler yaşanır bu evrimde. Bir kere, din kitapları doğa üstü güçlerin manipülasyonuna şiddetle karşı çıkar. Tora’nın beşinci kitabı Devarim; “Aranızda, çocuklarını ateşten geçiren, kehanet eden, fal bakan, uğursuzluk yorumlayan büyücü, sihir uygulayıcısı bulunmayacak” der. Tevrat bu olağanüstü güçleri manipüle edenler için idam gibi ağır bir ceza öngörür. İncil’in ilk bölümü de Tora ile aynı olduğundan gerek eski gerek yeni ahit de her türlü cadılık faaliyetini ağır bir manevi suç kabul eder ve aynı şiddette mahkûm eder. İslam da aynı şekilde sihirle uğraşmayı büyük günahlardan sayarak yasaklamıştır.
Öte yandan peri masalları, gotik romanlar, daha sonraları fantastik edebiyat türleri gibi edebi ve folklorik pekiştirmeler yanında, toplum cinsiyetçi rolleri de farklı kodlamaya başlayınca, cadı ve büyücü kavramları arasındaki çizgi daha bir vurgulandı. Cadı=vahşi ve tehlikeli, büyücü= (BBC’nin dizisindeki Merlin gibi, yüzüklerin efendisi’ndeki Gandalf gibi) bilge veya kontrollü.

İyi de…
İyi de, diyor bazılarımız, nasıl oluyor da bazı uygulamalar gerçekten de bazı değişimler yaratmakta etkin olabiliyor? Bir kere bilim, kesin olarak doğruluğu ispatlanamamış metafizik bazı olayları kişilerin tekli beyanlarına dayanarak doğrulamaz. Metafizik denilen şey gerçekten varsa, ispatlanamasa bile gözlemlenebilir. Nitekim tekrar-tekrar yapılan toplu deneylerde istatistiki olarak bazı değişiklikler saptanmışsa da bunun sebebi deneylerdeki telkin etkisi olabileceği sonucuna varıldı. Buradan hareketle, büyü, falcılık, hatta astroloji kesinlikle çalışmıyor dendi.

Fransız İhtilalinin simgesi Jeanne d’Arc
Tarihsel bağlam
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, cadıların varlığı ve cadılık uygulamaları doğal ve doğaüstü arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran gizemli güçler olarak görüldü. Cadılık yalnızca bir büyü veya ritüeller koleksiyonu değil, gizli güçlerin kilidini açan, dünyanın enerjilerini yönlendiren ve insanlığı görünmeyen alemlerle birleştiren kadim bir yol olarak görüldü. Cadılar, tarih boyunca yer-yer iyiliksever şifacılar, yer-yer de karanlık büyünün ajanları olarak görülmüş, gerçek doğaları gizem ve korkuyla örtülmüştür. Tarihsel olarak cadılık, kültürler ve çağlar boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur. Ancak Avrupa’da geç orta çağ ve erken modern dönemlerde (kabaca 15-18. yüzyıllar), yaşanan toplumsal ve dinî değişimler, cadılıkla suçlananlara karşı yaygın bir korku ile körüklenen inanılmaz bir zulme yol açtı. Batıl inançlar ve bazen de siyasi güdüler sonucu, cadı avları ve yargılamaları, binlerce infazla sonuçlandı. Bu trajik olaylar, toplumsal düzen, din ve bilinmeyen hakkındaki daha geniş endişeleri yansıtıyordu ve genellikle kadınları orantısız bir şekilde etkiliyordu. Fransız İhtilalinin simgesi Jeanne d’Arc da 1431’de henüz 19 yaşında, cadı diye, bir kütüğe bağlanıp yakılmamış mıydı?

Jeanne d’Arc
16. Yüzyılın sonlarında İskoçya’da düzenlenen North Berwick cadı yargılamalarında, ölümlülerin doğa güçlerine hükmedebileceği ürpertici fikri hem yöneticileri hem de sıradan insanları huzursuz etmiş ve şiddetli zulümlere yol açmıştır. Cadıların, süslü bir ritüel bıçağı olan athame ve özenle işlenmiş pentagramlar (toprak, hava, ateş, su ve ruhun uyumlu dengesini temsil eden beş köşeli yıldızlar) gibi sembolik aletler hem uygulayıcılar için bir güç kaynağı hem de suçlayıcılar için bir şüphe işareti haline geldi.

Salem cadı mahkemeleri
Cadılık tarihinin en ürkütücü bölümlerinden biri, 1692’de bir New England köyünün histeriye kapılması ile kadınları -ve bazı erkekleri- ekinleri lanetlemek, çocuklara zarar vermek ve karanlık ruhlarla birlikte olmak için uğursuz güçler kullanmakla suçlandı. Salem cadı mahkemeleri adı ile tarihe geçen bu toplumsal histeri sonucu, görgü tanıklarının ifadeleri, hayalet görüntüler ve açıklanamayan hastalıklar sonunda yirmi masum insanın idamına yol açan bir dehşeti körükledi. Bu yargılamalar sırasında, bazı cadıların, göksel alemleri geçmelerine ve gecenin örtüsü altında doğaüstü varlıklarla buluşmalarına olanak sağladığı düşünülen belladonna ve banotu gibi güçlü bitki karışımları olan “uçurucu merhemler” kullandıkları fısıldanıyordu. Bu trajik olay ne yazık ki, bilinmeyene ve mistik olana duyulan korkunun nasıl yıkıcı bir etkiye sahip olacak şekilde manipüle edilebileceğini ortaya koyuyor.
Peki, 16-18. yüzyıla hâkim cadı histeria’larını bir kenara bırakalım, ya daha yakın tarihlerde, hani insanların bir nebze daha gerçekçi düşünceye evrildiği yıllarda yaşananlara ne demeli?
Alma Karlin diye biri…
Fiziksel sakatlıklar, hareket bozuklukları ile doğdu 1889’da Slovenya’da. Ebe onun yaşamayacağını öngördüyse de ona acıyan birçok kişiden fazla yaşadı. Latince, Esperanto, Çince, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dahil on iki dilde ustalaştı; valizini ve daktilosunu kapıp Peru’dan Japonya’ya, Hindistan’dan Yeni Zelanda’ya kadar altmıştan fazla ülkeyi gezdi ve Avrupa gazetelerine gönderdiği makalelerle geçimini sağladı.

Alma Karlin
Kendi kendini yetiştirmiş bir antropolog, yazar, gezgin ve görünmeyenlerin tarihçisi oldu. Naziler onu Tito ile şüpheli bağlantıları nedeniyle tutukladılar ve “tehlikeli bir Alman” olarak dışladılar. Ona deli dediler, cadı dediler, kimseye yaranamadı. Alma 1950’de neredeyse tamamen tecrit altında öldüğünde, 850’den fazla kültürel eserden oluşan devasa koleksiyonu, büyücülük olarak reddedildi. Çocuklar “Yaramazlık ederseniz, Alma Karlin peşinize düşer” diye korkutuldu. Dünyayı anlamaya çalışan bir kadın, onun korkulu rüyası haline gelmişti. Gel gör ki, bir zamanlar ondan korkan şehir Celje’de, bugün onuruna bir heykeli dikilidir.

Celje’deki Alma Karlin heykeli
Onca korku ile örülmüş bir yaşamda, doğal olarak insanlar, kendilerince korunma çareleri aradılar elbette. Arındırıcı bir element kabul edilen tuz, biberiye, adaçayı gibi otlarla tütsülemelerin, muska ve tılsım gibi sembollerin olumsuz ruhları uzaklaştırdığına inanıldı.
Modern büyücülük
Shakespeare’in Macbeth’indeki üç cadıdan, bugün film ve televizyondaki modern tasvirlere kadar, cadılar genellikle gizemi, isyanı ve toplumsal normların altüst edilmesini temsil eder. Betimlemeleri, kötü adamlardan, olağanüstü güçleri olan bireylere doğru evrildi. Cadılık bizi sıradanlığın ötesine, ezoterik bilgiye, alternatif maneviyatlara bakmaya zorluyor. Şunu soruyor: Perdenin hemen ötesinde hangi gizemler yatıyor? İçimizde hangi güçler, onları uyandırmak için cesaret beklerken uykuda şu anda?

Cornwall Büyücülük ve Sihir Müzesi
Günümüzde modern cadılar, Wicca ve neo-paganizm gibi birçok çağdaş uygulama ile, kişisel güçlenmeyi ve büyünün etik kullanımını vurgulayan olumlu bir ruhsal yol, bir yaşam biçimi, bir uyum, şifa ve uyanış pratiği olarak benimsiyorlar. Bu modern ifadeler, eski klişelere meydan okuyor. Modern cadıları betimleyen araçlar ise, bitkilerin ve doğal elementlerin kullanımı, tarot kartları ve küreler, sarkaçlar gibi kehanet araçları yanında, zararlı uygulamalar değil, kişisel güçlenme ve pozitif ruhsal gelişime inanmak esaslarına dayanıyor. İster bir din ister bir felsefe olarak ele alınsın, modern büyücülük, bireyleri yaşama dirençlerini geri kazanmaya, şifayı teşvik etmeye ve yaşamın gizemlerini tanımaya davet ediyor.

“Büyücü”den “cadı”lığa geçiş
Gerek “büyücü” gerekse “cadı” kelimeleri eski İngilizce kökenlidir, ancak her birinin nasıl kullanıldığı toplumsal görüşlere göre şekillenmiştir:
“Büyücü” (bilge anlamına gelen “wisard” kelimesinden gelir) bilgelik ve öğrenilmiş beceri içeriğinde kullanılır. Genellikle erkektirler, büyü veya simya kullanan alimler olarak saygı görürler.
“Cadı” ise (muhtemelen eski İngilizce “wicce (kadın cadı) wicca (erkek cadı)” kelimesinden gelir) ama genellikle kadınlar için kullanılan bir sıfattır; genellikle doğaüstü güçleri ima eder. Birçok kültürde cadıların, doğaüstü güçler tarafından bahşedilen hem şifa hem de zararla ilişkilendirilen güçlere sahip olduğuna inanılırdı.
Büyücülükten cadılığa geçiş tek bir tarihsel dönüm noktasına dayanmaz. Zaman içinde dil değişimi, tarihsel normlar, dinî görüş açıları gibi multifonksiyonel etkiler yaşanır bu evrimde. Bir kere, din kitapları doğa üstü güçlerin manipülasyonuna şiddetle karşı çıkar. Tora’nın beşinci kitabı Devarim; “Aranızda, çocuklarını ateşten geçiren, kehanet eden, fal bakan, uğursuzluk yorumlayan büyücü, sihir uygulayıcısı bulunmayacak” der. Tevrat bu olağanüstü güçleri manipüle edenler için idam gibi ağır bir ceza öngörür. İncil’in ilk bölümü de Tora ile aynı olduğundan gerek eski gerek yeni ahit de her türlü cadılık faaliyetini ağır bir manevi suç kabul eder ve aynı şiddette mahkûm eder. İslam da aynı şekilde sihirle uğraşmayı büyük günahlardan sayarak yasaklamıştır.
Öte yandan peri masalları, gotik romanlar, daha sonraları fantastik edebiyat türleri gibi edebi ve folklorik pekiştirmeler yanında, toplum cinsiyetçi rolleri de farklı kodlamaya başlayınca, cadı ve büyücü kavramları arasındaki çizgi daha bir vurgulandı. Cadı=vahşi ve tehlikeli, büyücü= (BBC’nin dizisindeki Merlin gibi, yüzüklerin efendisi’ndeki Gandalf gibi) bilge veya kontrollü.

İyi de…
İyi de, diyor bazılarımız, nasıl oluyor da bazı uygulamalar gerçekten de bazı değişimler yaratmakta etkin olabiliyor? Bir kere bilim, kesin olarak doğruluğu ispatlanamamış metafizik bazı olayları kişilerin tekli beyanlarına dayanarak doğrulamaz. Metafizik denilen şey gerçekten varsa, ispatlanamasa bile gözlemlenebilir. Nitekim tekrar-tekrar yapılan toplu deneylerde istatistiki olarak bazı değişiklikler saptanmışsa da bunun sebebi deneylerdeki telkin etkisi olabileceği sonucuna varıldı. Buradan hareketle, büyü, falcılık, hatta astroloji kesinlikle çalışmıyor dendi.

Fransız İhtilalinin simgesi Jeanne d’Arc
Tarihsel bağlam
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, cadıların varlığı ve cadılık uygulamaları doğal ve doğaüstü arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran gizemli güçler olarak görüldü. Cadılık yalnızca bir büyü veya ritüeller koleksiyonu değil, gizli güçlerin kilidini açan, dünyanın enerjilerini yönlendiren ve insanlığı görünmeyen alemlerle birleştiren kadim bir yol olarak görüldü. Cadılar, tarih boyunca yer-yer iyiliksever şifacılar, yer-yer de karanlık büyünün ajanları olarak görülmüş, gerçek doğaları gizem ve korkuyla örtülmüştür. Tarihsel olarak cadılık, kültürler ve çağlar boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur. Ancak Avrupa’da geç orta çağ ve erken modern dönemlerde (kabaca 15-18. yüzyıllar), yaşanan toplumsal ve dinî değişimler, cadılıkla suçlananlara karşı yaygın bir korku ile körüklenen inanılmaz bir zulme yol açtı. Batıl inançlar ve bazen de siyasi güdüler sonucu, cadı avları ve yargılamaları, binlerce infazla sonuçlandı. Bu trajik olaylar, toplumsal düzen, din ve bilinmeyen hakkındaki daha geniş endişeleri yansıtıyordu ve genellikle kadınları orantısız bir şekilde etkiliyordu. Fransız İhtilalinin simgesi Jeanne d’Arc da 1431’de henüz 19 yaşında, cadı diye, bir kütüğe bağlanıp yakılmamış mıydı?

Jeanne d’Arc
16. Yüzyılın sonlarında İskoçya’da düzenlenen North Berwick cadı yargılamalarında, ölümlülerin doğa güçlerine hükmedebileceği ürpertici fikri hem yöneticileri hem de sıradan insanları huzursuz etmiş ve şiddetli zulümlere yol açmıştır. Cadıların, süslü bir ritüel bıçağı olan athame ve özenle işlenmiş pentagramlar (toprak, hava, ateş, su ve ruhun uyumlu dengesini temsil eden beş köşeli yıldızlar) gibi sembolik aletler hem uygulayıcılar için bir güç kaynağı hem de suçlayıcılar için bir şüphe işareti haline geldi.

Salem cadı mahkemeleri
Cadılık tarihinin en ürkütücü bölümlerinden biri, 1692’de bir New England köyünün histeriye kapılması ile kadınları -ve bazı erkekleri- ekinleri lanetlemek, çocuklara zarar vermek ve karanlık ruhlarla birlikte olmak için uğursuz güçler kullanmakla suçlandı. Salem cadı mahkemeleri adı ile tarihe geçen bu toplumsal histeri sonucu, görgü tanıklarının ifadeleri, hayalet görüntüler ve açıklanamayan hastalıklar sonunda yirmi masum insanın idamına yol açan bir dehşeti körükledi. Bu yargılamalar sırasında, bazı cadıların, göksel alemleri geçmelerine ve gecenin örtüsü altında doğaüstü varlıklarla buluşmalarına olanak sağladığı düşünülen belladonna ve banotu gibi güçlü bitki karışımları olan “uçurucu merhemler” kullandıkları fısıldanıyordu. Bu trajik olay ne yazık ki, bilinmeyene ve mistik olana duyulan korkunun nasıl yıkıcı bir etkiye sahip olacak şekilde manipüle edilebileceğini ortaya koyuyor.
Peki, 16-18. yüzyıla hâkim cadı histeria’larını bir kenara bırakalım, ya daha yakın tarihlerde, hani insanların bir nebze daha gerçekçi düşünceye evrildiği yıllarda yaşananlara ne demeli?
Alma Karlin diye biri…
Fiziksel sakatlıklar, hareket bozuklukları ile doğdu 1889’da Slovenya’da. Ebe onun yaşamayacağını öngördüyse de ona acıyan birçok kişiden fazla yaşadı. Latince, Esperanto, Çince, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dahil on iki dilde ustalaştı; valizini ve daktilosunu kapıp Peru’dan Japonya’ya, Hindistan’dan Yeni Zelanda’ya kadar altmıştan fazla ülkeyi gezdi ve Avrupa gazetelerine gönderdiği makalelerle geçimini sağladı.

Alma Karlin
Kendi kendini yetiştirmiş bir antropolog, yazar, gezgin ve görünmeyenlerin tarihçisi oldu. Naziler onu Tito ile şüpheli bağlantıları nedeniyle tutukladılar ve “tehlikeli bir Alman” olarak dışladılar. Ona deli dediler, cadı dediler, kimseye yaranamadı. Alma 1950’de neredeyse tamamen tecrit altında öldüğünde, 850’den fazla kültürel eserden oluşan devasa koleksiyonu, büyücülük olarak reddedildi. Çocuklar “Yaramazlık ederseniz, Alma Karlin peşinize düşer” diye korkutuldu. Dünyayı anlamaya çalışan bir kadın, onun korkulu rüyası haline gelmişti. Gel gör ki, bir zamanlar ondan korkan şehir Celje’de, bugün onuruna bir heykeli dikilidir.

Celje’deki Alma Karlin heykeli
Onca korku ile örülmüş bir yaşamda, doğal olarak insanlar, kendilerince korunma çareleri aradılar elbette. Arındırıcı bir element kabul edilen tuz, biberiye, adaçayı gibi otlarla tütsülemelerin, muska ve tılsım gibi sembollerin olumsuz ruhları uzaklaştırdığına inanıldı.
Modern büyücülük
Shakespeare’in Macbeth’indeki üç cadıdan, bugün film ve televizyondaki modern tasvirlere kadar, cadılar genellikle gizemi, isyanı ve toplumsal normların altüst edilmesini temsil eder. Betimlemeleri, kötü adamlardan, olağanüstü güçleri olan bireylere doğru evrildi. Cadılık bizi sıradanlığın ötesine, ezoterik bilgiye, alternatif maneviyatlara bakmaya zorluyor. Şunu soruyor: Perdenin hemen ötesinde hangi gizemler yatıyor? İçimizde hangi güçler, onları uyandırmak için cesaret beklerken uykuda şu anda?

Cornwall Büyücülük ve Sihir Müzesi
Günümüzde modern cadılar, Wicca ve neo-paganizm gibi birçok çağdaş uygulama ile, kişisel güçlenmeyi ve büyünün etik kullanımını vurgulayan olumlu bir ruhsal yol, bir yaşam biçimi, bir uyum, şifa ve uyanış pratiği olarak benimsiyorlar. Bu modern ifadeler, eski klişelere meydan okuyor. Modern cadıları betimleyen araçlar ise, bitkilerin ve doğal elementlerin kullanımı, tarot kartları ve küreler, sarkaçlar gibi kehanet araçları yanında, zararlı uygulamalar değil, kişisel güçlenme ve pozitif ruhsal gelişime inanmak esaslarına dayanıyor. İster bir din ister bir felsefe olarak ele alınsın, modern büyücülük, bireyleri yaşama dirençlerini geri kazanmaya, şifayı teşvik etmeye ve yaşamın gizemlerini tanımaya davet ediyor.






