Haber Fotoğrafı: Roksan Mandel / Grafik tasarım: Burcu Deniz / Fotoğraf: Alexandra Von Siebenthal


Yirminci yüzyıl dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden Franz Kafka, dünyaya geldiği Prag’dan bir türlü vazgeçememesini, şu sözlerle açıklamış: “Prag sizi asla bırakmaz (...) Bu küçük annenin pençeleri var…” Kafka’nın, biraz yönlendirici ve sahiplenici olsa da, şefkatini esirgemeyen bir anneye benzettiği “altın şehir” Prag, henüz üniversite öğrencisi iken bu şehirde üç ayını geçirmiş olan psikolog-müzisyen ROKSAN MANDEL’i de büyülemiş olmalı… Üniversite eğitiminin ardından, hayran kaldığı Prag’a geri dönen Mandel, hayatını müzisyenliğin yanı sıra, doğaçlama ve piyano eğitmeni olarak yedi yıldır bu şehirde sürdürüyor.
Roksan Mandel’in, söz ve besteleri kendisine ait -şahsen defalarca dinleyip müptelası olduğum- şarkılardan oluşan ilk EP1’si “Pure Magic”in lansman konseri, geride bıraktığımız Eylül ayında Prag’da düzenlendi. EP bütün online müzik platformlarında mevcut… Mandel’i Instagram, Facebook, TikTok ve diğer sosyal medya kanallarında @roksanmandel olarak takip edebilirsiniz.
Roksan Mandel’le Prag’daki yaşamını, müzik tutkusunu ve hayallerini konuştuk.


Roksan Mandel (Fotoğraf: Alexandra Von Siebenthal)

Sevgili Roksan, öğrencilik yıllarında bir dönemini geçirdiğin Prag, hangi özellikleriyle yaşanacak bir şehir olarak seni kendine çekti?
Şehrin kendisi, üniversite eğitimim esnasında gittiğim dönemde beni çok çekti. İnanılmaz bir mimarisi var; çok güzel bir şehir… Genel olarak insanlarını da sevdim… Herkes birbirine karşı çok saygılı… Ayrıca, Prag’ın sanat ve müzik topluluğu beni çok etkiledi. Her tarafta sanat ve müzik var… Çok canlı bir şehir… Prag’a ilk gittiğimde kıştı; şehir karanlık, karlı ve soğuktu. Ama bir ay sonra güneşli bir gün olmuştu. Şubat ayının ortası için bu çok beklenmedikti. O gün bir baktım dışarı; her taraf insanlarla dolu… Herkes elinde birasıyla; her yandan müzik sesleri geliyor. İnsanlar dışarıda oturmuş, piknik yapıyorlar... Bu, benim Prag’a âşık olduğum bir andı… O an, burası benim evim olabilir dedim… Ayrıca, Prag’a geri dönmemin en önemli sebebi, oradaki sanatçı topluluğunun içine girmiş olmamdı. Bu topluluğun içinde yazarlar, şairler, performans sanatçıları, dansçılar, hatta ateş gösterisi yapan jonglörler vardı. Böyle etkileyici bir topluluğun içinde buldum kendimi… Sanki küçük bir pencere açılmış ve “Hayat nasıl yaşanabilir?” sorusuna, bir görüntü ile yanıt vermişti… Ben bu fikre çok bağlandım ve okulumu bitirir bitirmez soluğu Prag’da aldım.

EP’nin yaratım sürecinden ve içeriğinden söz eder misin?
EP’de dört şarkı var. Hepsinin söz ve müziği bana ait… Bu EP için, Prag’da yaşayan Türk müzisyen arkadaşım İlay’ın [Bal] önerdiği, Igor [Ochepovsky] adlı ünlü bir yapımcıyla çalıştım. Kendisi çok yetenekli bir gitarist olmasının yanı sıra, besteci ve aranjör. Çekya’daki bütün ünlü müzisyenlerle çalışmış bir kişi. Igor’la ilk buluşmamızda, birlikte dört saat oturup, bir şarkımın düzenlemesini neredeyse tamamladık. O gün eve dönerken, yazdığımız şeyleri dinledim durdum… Bu, hayatımın en güzel anlarından biriydi! Daha sonra en eğlenceli kısmı, stüdyoda vakit geçirmek, Igor’la fikirlerimizi birbirimizle paylaşmaktı. Ben Igor’dan bir paket servis aldım; bu paketin içinde çok yetkin müzisyenler de vardı. O yüzden, bizim yaptığımız düzenlemeleri ve prodüksiyonu stüdyoda bir demo şeklinde hazırladık. Gitarı ve bası Igor çaldı. Her biri çok yetenekli bir piyanist, kemancı ve davulcu ile çalıştık. Stüdyoya beraber girdik. O da hayatımın en güzel anlarından biriydi.


Roksan Mandel ve Igor Ochepovsky


Ama sonra zorlu zamanlar oldu. Vokal bölümünde bir hayli zorlandım, çünkü o sene (2024) çok fazla sahne performansı aldım. Aynı zamanda, kendi grubumu başlattım. Madem albüm çıkarıyorum, bari grubum da olsun ki, şarkılarımı tanıtabileyim dedim… Albümün geçen sene çıkabileceğini düşünüyordum. Öyle olmadı! Daha önce profesyonel ses eğitimi almamıştım. Ve sesim tamamen gitti! Ses tellerim yıpranmış. Doktorumun önerdiği ses terapistinin verdiği, aylarca uyguladığım egzersizler de işe yaramadı. En sonunda bir arkadaşımın önerdiği ses vokal hocası, hayatımı değiştirdi. İki ders sonra sesim normale dönmüştü! Meğer ben yanlış nefes alıyormuşum! Nefesimi boğazımda biriktirmişim. Doğru nefes almaya başlayınca, kısa bir sürede sesim hiç olmadığı kadar iyi seviyelere ulaştı. Vokal kayıtlarını Şubat’ta tamamladık.

Bunun yanı sıra, İngiliz bir telaffuz eğitmeniyle çalışmaya başladım. Bu eğitmen ince detaylara bakıyor: Sözlerime, söyleme şeklime, ritimlere… Her ne kadar hayatım boyunca İngilizce konuşmuş olsam da, sonuçta İngilizce benim ana dilim değil. Çok iyi müzisyenlerle çalışmış olan bu eğitmenin şarkılarımı çok beğenmiş olması, özgüvenimi arttırdı.

Ben sosyal bir insanım. Özellikle Prag’da çok insan tanıyorum. Bir de, ben yardım istemekten çekinen biri değilim. Takım işi olmasını seviyorum. Tek başıma yapmayı sevmiyorum bazı şeyleri. Birileri de olsun işin içinde. Beraber yapalım… Bunu seviyorum…

Doğaçlama müzik, çalışmalarında önemli bir yer tutuyor. Bir psikolog gözüyle, doğaçlama kişiye ne gibi faydalar sağlıyor?
Bence doğaçlama insanın özgüvenini çok arttıran bir şey. Özellikle bunun pratiğini yaptığınız zaman -bir gün yapmak yetmiyor. Hatta ilk yaptığınız zaman, çok özgüvensiz hissedebilirsiniz kendinizi. Esasen, doğaçlama sürekli yaptığımız bir şey. Ben şu an konuşurken, doğaçlıyorum. Bir yerden bir yere yürürken, doğaçlıyoruz. Yemek pişirirken, biriyle sohbet ederken doğaçlıyoruz. Doğaçlama sayesinde, kendiniz veya sanatınızla ilgili yeni şeyler keşfediyorsunuz. Keman çalarken, mesela, hiç çalmadığınız yerlere giderseniz, denerseniz, enstrümanın kendisini keşfederseniz, ritmik bir şeyler çıkarırsınız. Tabii ki ilk aşama bu… Sonrasında, doğaçlama kendi kendine ilerliyor -hiçbir sınırı olmayan, iyisi kötüsü bulunmayan bir şey. Belki sadece bir nota çalarsınız ama o belli bir ritme girer bir süre sonra ve doğaçlamayla bir parça oluşur. Doğaçlama yaratıcılığı geliştiriyor. Yaratıcılıkla gelen bir özgüven de var…

Bunun yanı sıra, bence sosyal anlamda insanı geliştiren bir şey. Çünkü doğaçlama insana dinlemeyi, sabrı öğretiyor. Doğaçlama yoluyla inanılmaz bir iletişim kurma kabiliyeti yaratıyorsunuz. Ben doğaçlama dersleri veriyorum ve hiç kelime kullanmadan sadece müzikle iletişim kurmayı, sohbet etmeyi öğretiyorum. Yaptığım bir egzersiz var mesela, “call and response” (çağrı ve yanıt) diye. Bir kişi enstrümanıyla bir şey söylüyor; diğeri cevap veriyor ona ve bu şekilde sohbet ediyorlar. Ne zaman bitirecekleri onların elinde… Ben bitti demiyorum. Bitince soruyorum: “Bu konuşma ne hakkındaydı?” Çok ilginç şeyler çıkıyor: “Karı koca kavgası” diyorlar. Ya da “anne kız alışverişte”… Bu, iletişimi de güçlendiren bir şey sonuçta. Çünkü dinlemeyi öğretiyor size… Sabırlı olup, karşınızdaki ne diyecek, onu bekleyip, dikkatle dinleyip, ona cevap vermek. Bu bence gerçek hayatta da uygulamaya devam ettiğimiz bir şey


Roksan Mandel ve Lolita Nahmias Haleva (Fotoğraf: Ravit Haleva)


Hangi dillerde şarkı söylüyorsun?
İngilizce ve Türkçe... Henüz Çekçe söylemiyorum.

İçine doğduğun kültürden farklı bir ortamda, dünyanın dört bir yanından gelen kişilerle sosyalleşme, birlikte vakit geçirip müzik yapma ve kendini evinde hissetme becerisine sahipsin. Bu doğuştan gelen bir beceri miydi ya da geliştirdiğin bir özelliğin mi oldu?
Bu benim geliştirdiğim bir özelliğim... Küçükken çok utangaçtım. Kimseyle konuşamazdım. Göz kontağı dahi kuramazdım. Aslında ben bunu ilk Prag’a taşındığımda geliştirmeye başladım. Çünkü hayatımda ilk defa konfor alanımdan çıktım. İlk defa kendi başıma -bir okul vesilesiyle olmadan- arkadaş edinmem gerekti. İstediğim şey müzik yapmaktı; bunun için yabancılarla konuşmam gerekti. Müzik jam session2 yapılan bir bara gitmiştim. Orada insanlarla nasıl konuşacağımı bilmiyordum; ama kapıdaki kişi benimle konuşmaya başladı. “Müzisyen misin?” diye sordu. “Evet” dedim. “O zaman bedava girebilirsin içeri; ama çalman lazım dedi. “Tamam, çalarım” dedim. “Ne çalıyorsun?” diye sordu; “Piyano çalıyorum” dedim. İçeride klavye vardı; ama kullanılmadığı için taburesi yoktu. İki tane bira fıçısı getirdiler. Ben de utancımdan ölüyorum bu arada; herkes bana bakıyor! İçeride 20-25 kişi var; çok küçük bir yer. Bana, “Hadi otur, çal…” dediler. Çaldım. Daha sonra şunu fark ettim: İnsanlar sahneden indiğim zaman, benimle konuşmaya başladılar. Bu, benim için çok hoş bir andı. Birilerini tanıdım; arkadaş oldum. Normalde biri sizi biriyle tanıştırır; siz de arkadaş olursunuz. Ama ben kendim tanıştım ve arkadaş edindim; bu bana kendimi çok iyi hissettirdi. Yani sosyalleşmek benim sonradan, pratik yaparak geliştirdiğim bir beceri oldu.

Prag, iklimiyle kültürüyle İstanbul’dan oldukça farklı olsa gerek... Alışmakta zorlandığın şeyler oldu mu?
Hâlâ da oluyor. Kuzeyde bir ülke Çekya. Deniz yok. Bu, benim için çok büyük bir eksi. Havalar soğuk oluyor. Yazı, yaz gibi değil! Sürekli yağmur yağıyor. Bir hafta sıcak, bir hafta çok soğuk oluyor. Bunun dışında yemekler Prag’da beni en çok üzen şey galiba… Türkiye’deki yemekleri çok özlüyorum. Zeytinyağlıları, evde pişen diğer yemekleri… Ve bir de misafirperver insanlar değiller. Bir etkinliğe davet edilirsiniz; kesinlikle ikram yoktur! Bu, benim hâlâ yadırgadığım bir şey…

Çekçe çok zor bir lisan... Ben deniyorum; ders de aldım. Yedi senedir orada yaşamama rağmen, hâlâ doğru düzgün konuşamıyorum. Bu duruma Çek dostlarım aldırmasa da, özellikle yaşı daha büyük Çekler, bazen rahatsızlıklarını belli edebiliyorlar. Ben de konuşmak istiyorum; ama olmuyor. Derdimi anlatamıyorum. Zor bir dil.

Çekler başta insana soğuk geliyor. Ama tanıdıkça ısınıyorsunuz. Prag’da insanlar kültürlü ve herkes birbirine karşı çok saygılı. Bu beni çok mutlu eden bir şey... Herkes sınırını biliyor. Kimse bağırıp çağırmıyor kimseye. Tabii ki istisnalar var…


2023 Hatay Depremi sonrası yardım etkinliği; mikrofonda Roksan Mandel (Fotoğraf: Martin Celis Luer)


Prag’da yaşayan Türk vatandaşlarıyla temasın var mı?
Evet, temasım özellikle 2023 Hatay depreminden sonra arttı. Depremden sonra, yardım etmek için ne yapabiliriz diye düşündük. Prag’daki Türk arkadaşım İlay, “Biz bir etkinlik yapmak istiyoruz; sen de bu etkinlikte şarkı söyler misin? diye bana sordu. Ben de, “Tabii ki! Seve seve söylerim dedim. Bu etkinlikte hem farklı gruplar sahne aldı hem de insanlar standlarda takı, resim vb. eserlerini satarak, depremzedelere katkıda bulundular. O etkinlik için bir hayli uğraştık; sponsor bulduk; reklam aldık. Etkinlik çok başarılı oldu. Bir hayli para toplandı ve tamamı Hatay’a iletildi. Orada tanıştığım Türklerle arkadaşlığım devam ediyor.

Ayrıca, Prag’daki iki Türk şarkıcı arkadaşımla birlikte, “3Kalp Trio” adında çok tatlı bir grup kurduk. Popüler Türkçe parçalara akustik aranjmanlar yapıp, üç sesli vokal şeklinde söylüyoruz. Şu ana kadar yaptığımız her konser, çok büyük ilgi ve beğeni ile karşılandı; özellikle Türkler tarafından… Gerçekten, insanların Türkçe müziğe ne kadar hasret kaldıklarını görüyoruz.

Roksan Mandel, Şeyma Ergin ve Melis Gündüz’den oluşan “3Kalp Trio” (Fotoğraf: Eyüp Can Çoruk)

Prag’da yaşayan tahminen kaç Türk vatandaşı var?
Şu an 5.000’e yakın Türk var diye tahmin ediyorum –belki daha da fazla… Son iki-üç yılda çok arttı. Ben taşındığımda o kadar yoktu. Gerçekten, şu an sokakta yürürken Türkçe duyuyorum ben! Sürekli tanıdık birileriyle karşılaşıyorum… Sonuçta Prag küçük bir şehir...

Konser programın nasıl bir yoğunlukta? Prag’la mı sınırlı ya da farklı şehirlerde konserlerin oluyor mu?
Yoğunluğum çok değişken… Genelde benim ne kadar aktif olduğumla da ilgili… Eğer başka biriyle çalmıyorsam, kendi konserimse, uzun zaman önceden tarih belirleyip, yer tutmak için mekânlara mesaj atmaya başlıyorum. Ama onun dışında başka gruplarla da çalıyorum; farklı performanslar yapıyorum. Onlar daha belirsiz oluyor benim için; son dakika isteyebiliyorlar. Bazen mesela bir ay nefes almıyorum; sonraki bir ay bomboş, hiçbir şey yok. Çok değişebiliyor. Bu da freelance çalışmanın dezavantajlarından biri... Ben yoğun olmayı çok seviyorum aslında; ama bazen gerçekten çok yoğun oluyor ve nefes alamıyorum. Bazen iki haftada 50 tane şarkı öğrenmem gerekebiliyor. Buna karşılık bazen de hiçbir şey olmuyor. Bu durumda, piyanist arayan var mı diye benim sorduğum da oluyor. Onun dışında, piyano dersleri veriyorum. Bu dersler bir hayli zamanımı alıyor. O yüzden, konser etkinliğimin düşük olduğu zamanlarda bile belli bir yoğunluğum oluyor.

Bugüne kadar Prag’ın yanı sıra, Çekya’nın ikinci büyük şehri Brno’da, ayrıca Český Krumlov, Mlada Boleslav, Písek ve daha birçok küçük şehirde festival veya düğün vesileleriyle konserler verdim. Daha önce, başka bir grupla çaldığım zaman Viyana ve Budapeşte’de de konserler vermiştik. Ama farklı ülkelerdeki konserler, seyirci sizi tanımadığı için daha az verimli olabiliyor. Prag ve çevresinde tanıdıklar çok olduğu için ise, arkadaşlar geliyor; arkadaşların arkadaşları geliyor. Bu şekilde müzik çevrenizi genişletmek mümkün... Onun için Prag konserleri benim açımdan daha verimli…


Roksan Mandel Band (Fotoğraf: Özgür Ayan)


İlk ve orta öğrenimini Ulus Özel Musevi Okulları’nda tamamladın. Bir sanatçı olarak, bu okulda sendeki yeteneği ortaya çıkarıp besleyen deneyimlerin oldu mu? Gönlü sahne sanatlarında olan öğrencilere ne gibi önerilerin olur?
Evet, çok oldu. Ben Ulus’ta özellikle müzikallerde çok aktiftim. 8. sınıfta Mamma Mia! müzikalinin başrolü için seçildiğimde, dünyalar benim olmuştu! Hatta bir dönem o müzikalden sonra, örneğin Büyükada’da sokakta beni durdurup soruyorlardı: “Sen Mamma Mia!’daki kız mısın?” diye! Ayrıca, her sene koroda şarkı söyledim. UÖMO müzik öğretmeni Emine Çolak hocamın, üzerimde çok büyük emeği vardır.

Gençlere önerebileceğim en önemli şeyler, istemek ve kendine inanmak… Ben o Mamma Mia!’daki rolü, çok istediğim için aldım. O rol için çok çalıştım. Rolü kaptığım günü takip eden hafta, bütün senaryoyu ezberledim ve bunu çok severek yaptım. Bence sevmek ve istemek çok önemli...

Kafamızın içinde bir ses vardır: “Sen yeterince iyi değilsin! Yetersizsin! Sen kimsin ki bu işe girişiyorsun? İnsanlar ne diyecek? Ya rezil olursan?” Beni hayatta en ileri götüren şey, o sesi duymazdan gelmek oldu. Hiçbir şeye aldırmadan, sen bildiğin gibi devam edeceksin! O seni bir yerlere götürecek. Bir de şöyle bir şey var: İnsanlar sana ne kadar inanırsa inansın, sen kendine inanmadığın sürece, hiçbir şey başaramayacaksın hayatta...

Sevgili Roksan, son olarak, on yıl sonra kendini nerede görmek istersin?
Müziği hayatımdan çıkarabileceğimi düşünmüyorum. Çünkü ben sahnede olmayı çok seviyorum. Şarkı yazmayı seviyorum. Müzisyenlerle beraber, aynı ortamda bulunmayı çok seviyorum. Ama zamanımın tamamını müziğe ayırmayı da düşünmüyorum. Psikoloji ile müziği bir şekilde birleştirmeyi hedefliyorum. Bu yıl Prag’da psikoloji lisansüstü programına başlayacağım. İleride Prag’da da kalabilirim; bir fırsat çıkarsa, başka bir yere de taşınabilirim. Ama bir noktada, kendi işimi kurmak isterim. Şu an verdiğim doğaçlama derslerini vb. biraz daha psikolojiyle birleştirip, daha büyük bir şey haline getirmeyi hayal ediyorum.

Bir yandan da öğretim üyesi olma hayalim var. Eğer master programı başarılı giderse, doktoraya yönelebilirim... Alanım, psikoloji, müzik veya ikisinin kesişimi olabilir. Şu anda onu öngöremiyorum. Bunu biraz zaman bana gösterecek diye düşünüyorum. Umarım öyle olur…

ROKSAN MANDEL Kimdir?
1995 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Roksan Mandel, Ulus Özel Musevi Okulları ve takiben Koç Lisesi’nden mezun oldu. Ardından, Brandeis Üniversitesi’nde (Boston) Psikoloji (ana dal) lisansının yanı sıra, Müzik (yan dal) programını tamamladı. Hayatını Prag’da sürdüren müzisyen, besteci ve söz yazarı Roksan Mandel, solist, gitarist ve piyanist olarak farklı orkestralarla konserler vermesinin yanı sıra, piyano ve doğaçlama eğitmeni. Mandel ilk EP’sinin lansman konserini, geride bıraktığımız Eylül ayında Prag’da gerçekleştirdi.

Dipnot
1 EP, “Extended Play”in kısaltması olup, genellikle 4-5 şarkıdan oluşan mini albüm.
2 Jam session, birbirini tanıyan veya tanımayan sanatçıların sahnede birlikte yer aldığı, genellikle doğaçlama müzik performansları.