Yolu gözlenenler, kazayla gelenler, el üstünde tutulanlar, gün yüzü görmeyenler… Geleceğin zalimleri ve yufka yüreklileri, bahtsızları ve ayağına taş değmeyenleri… Çocuklardan söz ediyoruz: Doğmak ister miydin, diye kimse sormuyor; dünyadan bihaber ufaklıkların kaderini, ellerine düştükleri yetişkinlerin aklı, olanakları, vicdanı belirliyor.
Hayatına yön veremeyen küçük bireylerin gelecekleri birilerinin keyfine, hadi iyi niyetle bakalım, kapasitesine göre şekilleniyor. Eğer sadece güçlü yetişkinlerin keyfinin yerinde olduğu bir toplumdaysanız, “o keyfin” hayata yansımasının neye benzeyeceğini empatinize ve gören gözlerinize havale ediyor, dünyaya gelenlerin paylarına neler düşmüş, bir bakıyoruz.
1940’lar, İtalya’da satılık bebekler
Philippe Ariès 1960 tarihli Çocukluğun Yüzyılları kitabında “çocukluk” kavramının modern toplumca yaratıldığını, 17. yüzyıldan önce altı-yedi yaşındakilerin bile yetişkin sayıldıklarını yazıyordu. O zamanlar çocukların yarısı on yaşına gelmeden ölüyordu, zaten yetişkinler de 40’larında dünyaya veda ederdi. Kısacık ve zorlu bir hayatta ince duygulara zaman kalır mı?
Yaş günü âdeti yoktu, çocukların adlarını aldıkları azizlerin günü kutlanırdı. Yaygın inanç, küçüklerin günaha, hataya meyilli oldukları yönündeydi, bu yüzden disiplin sıkıydı. Soylular, bebek için hemen aile yararına bir evlilik planlamaya başlardı. Orta çağda Kilisenin evlilik ölçüsü ergenlikti. Yetişkinler sohbetlerini sansürleme gereği duymazdı, yani çocuk psikolojisi meselesinin gündeme gelmesine daha çok vardı. Evlilik dışı çocuklar normal karşılanır, ama mirastan az pay alırlardı. Erasmus’un (1466-1536) dünyevi zevkler ve dürtü hâkimiyetinden bahseden, bugün yayımlansa infial uyandıracak kitabı, Kilisenin gazabına uğrasa da o zamanlar gayet popülerdi.
Aileler çekirdek değil, kalabalıktı. Çocuklar gerektiğinde akrabalara hizmetçi olarak gönderilirdi. Zengin çocukları bile hizmetkârlarla aynı muameleyi görüyordu. Çocuklara düşen meyve toplamak, tarlaya dadanan kuşları kovalamak, gübre atmak, iplik eğirmek, dantel ve örgü yapmak, su taşımak, odun toplamak, süt sağmak, yemek hazırlamak, temizlik yapmak, çamaşır yıkamak gibi görevler, ailenin koşullarına göre değişiyordu. Çocukların ayaklanır ayaklanmaz işe koşulmaları yoksul aileler açısından kaçınılmazdı; çünkü işe yaramayan her birey yüktü. Avrupa’da “çocukluk” kavramına bakış, ancak 1600’lerde değişmeye başladı.
1788’de İngiltere ve İskoçya’da, iplik fabrikalarında çalışanların çoğu çocuktu
Masumiyet
Filozof John Locke’ın, 1690 tarihli İnsan Anlayışı Üzerine Bir Deneme adlı eserinde ortaya koyduğu tabula rasa teorisi düşünce iklimini etkilemişti. Bu teori, bebeğin zihninin “boş bir levha” olduğunu, ona doğru fikirleri aşılamanın ebeveyne düştüğünü iddia ediyordu. Locke, çocukların zorlamayla değil eğlenceli, kolay kitaplarla eğitilmelerini öneriyordu.
Orta sınıfın yükselişiyle çocukların refahı öne çıktı; korunmaya muhtaç, masum varlıklar olarak ayrı bir yere konuldular. Çocuk hakları gündeme geldi, buna yoksul çocuklar da dahildi. İngiltere’de 1601 yılında çıkarılan yasalarla, her cemaate, bölgedeki yoksul çocuklara bakma sorumluluğu verildi.
On yedinci yüzyılda eğitime erişim artmıştı. Yatılı okullara gidemeyenlere okuma ve yazma öğretiliyordu. Tabii ki, erkeklerin yolu açık, kadınlarınki kapalıydı; sadece zengin aileler kızlarını eğitirdi. Hastalara bakmayı, erkekler yoksa mülklerle ilgilenmeyi bilen bir kız, ailenin faydasınaydı.
Çocukluğun kendine has bir dönem olarak görülmesi, Aydınlanma Çağı ve Romantik döneme rastlıyor. Jean Jacques Rousseau (1712-1778) çocukluğu, zorlu yetişkin hayatının öncesindeki korunaklı dönem olarak tanımlıyordu. Emile romanının yazarı yetişkinlere, “Bu masumları çarçabuk geçecek sevinçlerden neden mahrum bırakalım?” diye soruyordu. Çocukluğu masumiyetle özdeşleştirme yaklaşımı dolaşıma girince, Kilisenin doğuştan günahkârlık anlayışı aşıldı. Çocuk tasvirleri bile değişti; resimlerde iş peşinde küçük yetişkinler olarak değil, kırılgan masum varlıklar olarak yer aldılar.
ABD'de ekonomik buhran yüzünden satılan çocuklar
18. Yüzyılda Locke’ın yaklaşımını temel alan, kolay okunabilen ders kitaplarında ve gençlere yönelik şiir, öykü, roman ve oyunlarda artış oldu; çocuk eğitimi yaygın ve kurumsal hale geldi. Yoksul çocuklar hayırseverlerin okullarına devam ederken, soylular ve burjuva elitlerinin çocukları gramer okulunda ve üniversitede eğitim aldılar.
19. Yüzyıl başlarında Prusya’da zorunlu olan devlet eğitimi, 1900’de İngiltere, ABD, Fransa ve diğer modern ülkeler tarafından da benimsendi. Oyuncaklar ve bebek evleri kızları büyülerken, erkek çocuklar spora yöneltildi.
Küçük işçiler
Bu iyileştirme politikalarının herkesi kapsadığını, o zamanın çocuklarının bizim torunlarla aynı ihtimamı gördüğünü düşünmeyelim; gayrimeşru çocuğun fiyatı 10 dolardı. Yoksulluk ve yüce idealler yan yana durmaz, Sanayi Devrimi masumiyet falan tanımazdı -ki hâlâ öyle… Üretim, evlerden fabrikalara kaymıştı. 19. Yüzyılda aile gelirinin neredeyse yarısı çocuklar tarafından sağlanırdı; ufacık çocuklar küçük parmaklarının ve bedenlerinin değerlendirildiği her yerde, düşük ücretlerle uzun saatler çalıştırılırdı. Durum hâlâ aynı, 2021 rakamları, dünyada en az 1 milyon çocuğun madenlerde çalıştığını söylüyor.
Bu trajik durum siyasetçileri harekete geçirdi. 1833’te Avam Kamarasına sunulan yasayla tekstilde çalışma yaşı minimum dokuz oldu; hiç kimse günde on saatten fazla mesai yapmayacaktı. 1901’de çocuk çalıştırma yaşı 12’ye çıkarıldı. Tanıdık geldi mi?
Beş yaşındaki işçi günde yaklaşık 10 kg pamuk topluyordu, ABD, 1916
19. Yüzyıl biterken, edebiyat da değişimi takip etmekteydi; didaktik üslubun yerini çocuğun hayal gücüne hitap eden, mizahi bir tarz aldı. Lewis Carroll’ın 1865’te Alice Harikalar Diyarında kitabının yayımlanması, Britanya ve Avrupa’da çocuk edebiyatının altın çağını başlattı.
1900’lerin başında öğretmenlerin katı otoritesi söz konusuydu. Çocukluk döneminin yetişkin hayatına etkilerine dikkat çeken Freud’un ve Felsefeci Dewey’in fikirleri, geleneksel yöntemleri değiştirdi. John Dewey eğitimde bilimsel buluşlardan yararlanılması gerektiğini savunuyordu. Çocukların yetenek ve ilgi alanlarının farklı olduğu, bireysel kapasitenin ortaya çıkarılması gerektiği kabul edildi. Bazı okullar fazla havaya girip sınav ve notu kaldırdı ama başarısızlığın öğrettiği değerleri bilmeyen çocuklarda başka sorunlar baş gösterdi.
Ayakkabısını onaran kız, ABD, 1939
Acılar
Meşhur Eton Kolejinde yediği dayakları hatırlayanlar hâlâ hayattadır, yani vicdan ve aklın dünyanın gönderine bayrağını dikmesi ütopya, ama ütopyasız olmaz diyerek kötülüğü ifşaya devam…
14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda çalışması yasaklanınca İsviçre’de 1790’lardan 1960’lı yılların sonuna kadar süren bir uygulamaya geçildi. Din adamlarının desteğiyle yürütülen bir yasal düzenlemeyle dezavantajlı ebeveynlerin çocukları ellerinden alındı. Bu zaman diliminde 300.000’den fazla çocuğun satıldığı, 10.000 kadarının halen hayatta olduğu söyleniyor. İsviçre şimdi köle gibi çalıştırılan, şiddet gören ve istismara uğrayan, Verdingkinder diye bilinen çocuklara tazminat ödemekte.
1970’lerde ABD’de çocuğun ev işlerine katkısı haftada 3,5 saatti
İkinci Dünya Savaşından 1974’e kadar İngiltere’den Avustralya’ya ebeveynlerden habersiz binlerce çocuk gönderildi. Yetim olduklarını sanan çocuklar, kurumlara veya çeşitli işlere yerleştirildiler. Şiddet ve taciz altında çalıştırılan çocuklar için İngiltere sonradan “derin üzüntü duyduğunu” belirtti.
Gazeteci, 1970’ler, ABD
Kanada’da 1840’ta Kilisenin açtığı, sonuncusu 1997’de kapatılan 139 yatılı okulda, ailelerinden koparılan 150 binden fazla yerli çocuk alıkonulmuştu. Çocuklar açlık ve soğuğa mahkûm edildi, cinsel ve fiziksel tacize uğradı. Kamlopps’ta okul bahçesinde 215 çocuğa ait ceset kalıntılarının bulunması üzerine, ülke genelinde başlatılan aramalarda yeni mezarlar keşfedildi. 2021 yılından bir habere göre Marieval Okulunun bahçesinde 751 çocuk cesedi bulundu.
2025 yılından bir haber: Ukraynalı çocukların “evlat edinilmek üzere” listelendiği bir çevrimiçi veri tabanı oluşturulmuş. Çocuklar yaş, cinsiyet, göz ve saç rengi, sağlık durumu, kardeş sayısı gibi özelliklerle sınıflandırılmış. Ukraynalı yetkililere göre 2022’den bu yana yaklaşık 35 bin çocuk kaçırılmış.
“Anne karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzüne bile bakmaz” demiş akıllı bir kadın. Kısa bir yazıya hangi birini sığdırabiliriz… Sihirli değneğimiz yok, elimizdeki sadece adalet duygusu ve empati… Tecrübe gösterdi ki, yoksulluk, hukuksuzluk ve vicdansızlık önce kırılganları vurur, sonra herkes sırasını bekler.
Kaynak
Fikirler Tarihi, Peter Watson, Yapı Kredi Yay. 2014.
Uygarlık süreci, İletişim Yay. 2017.
İnsanlığın mahrem tarihi, Theodore Zeldin, Ayrıntı Yay. 1998.
https://www.eeas.europa.eu/eeas/cameroon-child-gold-miners-sacrifice-education-survival_und_en
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/304421
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39103182
https://bianet.org/haber/10-yilda-en-az-742-cocuk-isci-hayatini-kaybetti-304465#google_vignette
https://www.indyturk.com/node/763048/d%C3%BCnya/rusya%E2%80%99dan-tepki-%C3%A7eken-hamle-%E2%80%9Cdijital-%C3%A7ocuk-ka%C3%A7ak%C3%A7%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yap%C4%B1yorlar%E2%80%9D
https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_childhood